Tuncay Şanlı: "O formayı, o armayı hissetmek gerekiyor"
Fenerbahçe’de üç şampiyonluk, EURO 2008’de yarı final ve 2003'te Fransa'da Konfederasyon Kupası’nda üçüncülük başarılarını yaşayan, Tuncay Şanlı, "Önemli olan şu; Millî Takım’a geldiğinizde o formayı, o armayı hissetmek gerekiyor" dedisp.
cumhuriyet.com.trFenerbahçe’de üç şampiyonluk, EURO 2008’de yarı final ve 2003'te Fransa'da Konfederasyon Kupası’nda üçüncülük başarılarını yaşayan, A Millî Takım tarihinin en fazla gol atan ikinci oyuncusu olan Tuncay Şanlı, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından çıkarılan Tamsaha Dergisi’nin Mart 2016 sayısına konuştu.
Futbol kariyerini Premier Lig’e taşımayı başaran, kısa Bundesliga tecrübesinin ardından Katar ve Hindistan’dan da futbol çeşnileri yapan usta oyuncu, A Millî Futbol Takımı'nın tarih yazdığı EURO 2008’deki atmosferi, EURO 2016 finallerinde oynayacak arkadaşlarına bu röportajda anlattı.
İşte röportajın tamamı…
Millî Takım formasıyla en fazla gol atan ikinci oyuncusun ve katıldığımız son turnuva olan EURO 2008'in de önemli aktörlerinden birisiydin. Yaşadığın büyük tecrübeden aktaracaklarının EURO 2016 finallerinde oynayacak arkadaşlarına da ışık tutmasını bekleyebiliriz. Millî Takım oyuncusu olarak, dünyanın dört gözle izlediği böyle bir turnuvaya katılmanın, o sahnede olmanın ne anlama geldiğini sorarak başlayalım.
Öncelikle orada olup onu yaşamak, onu hissetmek çok önemli... Çok şey anlatabilirsiniz. Ben oyuncu olarak yaşadığım tecrübeden yola çıkarak şunu söyleyebilirim; Millî Takım formasıyla, onu hissederek o platformda olmak bambaşka bir duygu. Kulüp takımında oynamaktan çok farklı bir duygu Millî Takım'da oynamak. Millî Takım bilincini, o armanın verdiği duyguyu hissederek orada olursanız, biz zaten yetenekliyiz, daha da keyif alır, keyif veririz. Bizim olduğumuz turnuvalar her zaman daha keyifli oluyor. Oyuncu arkadaşlarımız bunun bilincinde olmalı. Zaten hocamız millîlik bilincini oyuncusuna her zaman yansıtır. O bilinçle gittiğimiz sürece mutlaka bir şeyler başarırız diye düşünüyorum.
Senin EURO 2008'in yarı finalindeki Almanya maçı öncesi yaptığın ilginç bir motivasyon örneği vardı değil mi?
Almanya maçı için stada geldiğimizde otobüsten indik. Arkadaşlara "Siz biraz bekleyin" dedim. Daha önce hazırladığımız teypte mehter marşı çalmaya başladım ve ben önde arkadaşlar arkada soyunma odasına yürüdük. Stadın koridorları mehter marşıyla inliyordu. Herkes şaşkınlık içinde bizi izliyordu. Statta görevli olan Boşnaklar da bize katılınca bambaşka bir atmosfer çıktı ortaya. Koltuk değnekleriyle yürüyen Servet Çetin bile o kadar gaza gelmişti ki, "Ben de oynarım" diyordu. O yüzden o Millî Takım ruhunu hissetmek çok önemli. Hocalarımız, takımdaki abilerimiz bize hep bunu aşıladı. Dediğim gibi biz zaten yetenekliyiz; o bilinçle sahada olursak başaramayacağımız şey yok. Zaten Fatih Hocam bu ruhu aşılamıştır. Keza diğer hocalarımız da. Millî Takım duygusunu, o formayı, o armayı hissetmek bambaşka bir güç kaynağı.
Millî Takımımızın katıldığı ilk Avrupa Şampiyonası olan EURO 96'da takımın başında Fatih Terim vardı. Son katıldığı ve yarı final oynamayı başardığı EURO 2008'de de öyle. Fatih Hoca, 20 yıl sonra şimdi de takımını EURO 2016'ya taşımayı başardı. Arada kesintiler olsa da 20 yılı aşan bir Fatih Terim imzası var Millî Takımımızda. Bu sürecin ikinci bölümünü bizzat yaşayan bir oyuncu olarak Millî Takım'daki ve Türk futbolundaki Fatih Terim etkisini nasıl anlatırsın?
Fatih Hocanın sadece Millî Takım'da değil, kulüp takımlarında da ülke futbolu için yaptıkları ortada aslında. Hocayı anlatırken hep egosundan bahsederler; ben o egonun karşısındakini ezme adına değil, hep daha fazla başarılı olma adına kullanıldığını gördüm. Hoca bunu çok iyi başarabilen bir insan. Bu anlamda hepimize de örnek olmuştur. Oyunculara hiçbir zaman kötü veya iyisinden bahsetmez, önce Millî Takım duygusunu aşılar. Bazen hiçbir şey söylemese de biz onun bakışından veya yapacağı bir el hareketinden her şeyi anlayabilecek duruma gelmiştik. Çünkü bir abi-kardeş, bir baba-oğul ilişkisini her zaman çok iyi sağlamıştır. Oynamayan oyuncularla oynayanlardan daha fazla ilgilenmiştir. Çünkü ekibi toparlayabilmek, bir arada tutabilmek adına en önemli şey oynayanlar değil, dışarıda kalan oyunculardır. Hoca bu tecrübesini her zaman yansıtır. Ülke futbolu için de yaptıkları ortadadır. Parantez içinde, hoca eleştiriye her zaman açıktır ama eleştirirken de biraz düşünmekte yarar var. Türk futboluna baktığınızda başarılarda her zaman Fatih Hocanın ön planda olduğunu veya katkısının bulunduğunu görürsünüz. Bazen içinde olmasa da getirdiği ve çıkardığı oyuncularla takımlar yoluna devam etmiştir. Zaten soruyu sorarken vurguladığınız verilere bakarak da bu konuda bir fikir sahibi olmak mümkün.
Büyük turnuvalar için hep iyi başlamaktan söz edilir ama biz ne dünya üçüncüsü olduğumuz 2002 Dünya Kupası'na ne de yarı final oynadığımız EURO 2008'e iyi başlayabilmiştik. Cenevre'de Portekiz'e 2-0 yenilerek başladığımız Avrupa Şampiyonası'nda İsviçre karşısında yenilgiden kurtulup son dakika golüyle kazanmış, Çekleri de Hırvatları da yine geriden gelerek son dakika golleriyle alt etmiştik. O maçları birebir yaşayan bir oyuncu olarak kırılma noktalarını, soyunma odalarının atmosferini ve saha içindeki duyguları anlatabilir misin?
Çok uzun bir süreç aslında bu. Ta Antalya'daki kamptan başlayan bir süreç. Çünkü biz kamp sürecine bir aile gibi başladık. Antalya'da ailelerimizle birlikte kamp yaptık. O süreçte başlayıp tamamen bir aile ortamı oluşturmak istedi hoca. Zaten uzun süredir birlikte oynayan bir ekiptik. Portekiz karşısında kötü oynamasak da turnuvaya yenilgiyle başladık. Dediğim gibi, hem saha dışında hem soyunma odasında hem de birebir ilişkilerimizde her zaman Millî Takım duygusunu konuşuyorduk. Hocamız da bize bunu anlatıyordu. Taktiksel anlamda zaten bir şey söyleyemem. Hocamız ne derse biz onu yaptık. Ama her zaman birbirimiz için mücadele ettik. Takım olma özelliğini gösterdik. Son ana kadar hiçbir şeyin bitmediğini, bitmeyeceğini gösterecek bir mücadele sergiledik.
Son anda kazanılan maçlar çok enteresan aslında. Hadi bir maçı anladık da neredeyse her maçta nasıl başarılabildi böyle bir şey?
Dediğim gibi, hoca bazen kenardan yapacağı bir el hareketiyle takım içinde pek çok şeyi değiştirebilen birisi. Benim stoper oynamaya başladığım maçlar var. Ama öyle bir inancımız var ki… Ben "Herkes öne gitsin" diyorum veya hoca "Tuncay takım öne çıksın" diyor. Ya da bunu Emre'ye, Arda'ya söylüyor. Çünkü önde yapabileceklerimiz biliyoruz. Arda'nın, Semih'in ya da Nihat'ın önde neler yapabileceğini bildiğimiz için kendimizi öyle hazırlıyorduk, hoca da bizi öyle oynatıyordu. Bir yerden sonra da sadece duygu ve sadece mücadeleyle gidiyordu. Onu size nasıl anlatabilirim? 44 gün boyunca bizimle yaşamanız gerekirdi. Bazen çok üzüldüğümüz zamanlar oldu ama hoca kamp ortamını bize çok keyifli bir aile ortamına çevirmeyi öğretti. Takım olabilmek çok önemli. Sadece hoca-futbolcu ilişkisi de değil; orada malzemecisinden, otobüs şoförüne, doktorundan masörüne kadar herkes birbirine sahip çıkıyordu. Kötü oynasan da iyi oynasan da fark etmiyordu. Bakış açısı hep aynıydı. Biz bu oyunculara, bu kitleye sahibiz diyerek mücadele ettik. Zaten yetenekleri tartışmıyorum bile. Biz o yeteneğe sahibiz. Biraz akıllı olup mücadelemizi gösterdiğimizde başarı mutlaka geliyor.
EURO 2008'deki unutulmaz enstantanelerden biri Çek Cumhuriyeti maçında senin siyah kazağı giyip kaleye geçmendi. 2-0'dan geri gelip 3-2'yi yakalamışken 10 kişi kalıyoruz ve kaleye geçme sorumluluğunu sen üzerine alıyorsun. O karar verme sürecini ve kalede geçen birkaç dakikada neler yaşadığını anlatır mısın?
İçgüdüsel olarak kaleye geçeceğimi hissettim ve hocaya işaret ettim. Hocam da "Tamam, devam et" dedi ve geçtim. Ama geçer geçmez kale bana dört-beş katı büyüklüğünde göründü. Hemen ellerimi açıp dua etmeye başladım. Mücadele ediyoruz ama dua da gerekiyor. Çünkü maçlara baktığınız zaman görüyorsunuz ki Allah da bize yardım ediyor. O üç dakikalık bölüm bana 30 dakika gibi geldi. Bizim yarı sahamızda bir faul atışı kazandığımızda Hamit'le uzun vurmak üzerine kavga etmeye başladık (gülüyor). Ben, "Sen git, ben uzağa vurayım" diyorum. O da bana "Sen merak etme, en uzağa vuracağım" diyor. Benim için çok değişik bir tecrübe ve hatıraydı.
O gün bir aksilik olmadı ve gol yemedin. Ama maç 3-3'e gelip uzasa ve uzatma dakikalarını 10 kişiyle oynamak zorunda kalsaydık, bir anlık sinirlerine hâkim olamamanın acısını fazlasıyla hissedebilirdik değil mi?
Hepimiz bunu yaptık ama verilmiş bir kararın arkasından itiraz etmek çok anlamlı değil. Daha bilinçli olmamız gerekiyor. Karşılıklı iyi niyet ve sizin hakeme davranışınız, onun da size davranışını etkiliyor. Elbette son dakikalarda kan dolaşımınızın durumu, aldığınız oksijenin azalması da davranışlarınız üzerinde etkili oluyor ve bu da futbolun bir gerçeği, bir güzelliği. O pozisyonda Volkan o davranışı yapmasa ben kaleye geçmeyeceğim ve ortaya bugün bile hatırlayıp konuşacağımız o enstantane çıkmayacak. Ama bugünkü arkadaşlarım açısından söylüyorum, daha bilinçli olabilirler. Kavga ederek veya itiraz ederek bir yere varamayacağımızı hepimiz biliyoruz. Futbol hatalar oyunu ama bu hataları en aza indiren daha başarılı oluyor.
Millî Takımımızın o günkü kadrosundan bugün de ay-yıldızlı formayı giyen fazla oyuncu kalmadı. EURO 2008'de oynayanlardan sadece Hakan Balta, Arda Turan, Mehmet Topal ve Mevlüt Erdinç EURO 2016 elemelerinde forma giyebildi. O günkü kadroyla bugünkünü kıyasladığında neler söyleyebilirsin?
Böyle bir kıyaslama yapmayı çok anlamlı bulmuyorum. Bizden önce de bir kadro vardı ve biz o kadronun içine geldik. Bu bir süreç ve değişim olmak zorunda. Önemli olan buradaki geçişleri doğru yapabilmek. Biz değişimi her şeyi hemen değiştirmek olarak algılıyoruz ama o zaman da hem ülke futboluna hem de oyuncuya zarar veriyoruz. Oyuncunun üzerindeki baskı artıyor. Bu geçişleri doğru yapabilirsek, zaten yetenekli oyuncalara sahibiz ve doğru harmanlamayla iyi takımlar oluşturabiliriz. Elbette geçişlerde oyuncular eksilecek ve yeniler gelecek. O yüzden kıyaslama yapmak yerine, şu anda da yetenekli oyunculara sahip olduğumuzu ve bunu da finallere katılarak gösterdiğimizi düşünüyorum.
EURO 2008'den sonra üç büyük turnuvaya katılamamamızı belki de bu geçiş sürecine de bağlayabiliriz. Ama öyle görünüyor ki artık değişimini tamamlamış ve olgunlaşmış bir kadromuz var.
Tabiî ki bu kadro olgunlaşmıştır. Baktığınızda Arda'nın şu anki durumu, Avrupa'dan gelenler ve Türkiye'de oynayanların performansı ortada. Tabiî ki bir tecrübe olacak. Ama dediğim gibi, Millî Takım heyecanını kaybetmeden, Millî Takım formasını giydiğinizde onu hissettiğiniz zaman bu geçişlerde kimin geldiği önemli değil. Önemli olan şu; Millî Takım'a geldiğinizde o formayı, o armayı hissetmek gerekiyor.
EURO 2016 elemelerinde ilk dört maçın sonunda futbol kamuoyu büyük ölçüde havlu atmışken hoca ve oyuncular büyük bir direnç gösterip finallere gitmeyi başardı. Sen EURO 2016 elemelerindeki performansımızı hangi duygu ve düşüncelerle izledin?
O dört maçın ardından hocanın ve oyuncuların açıklamalarına iyi bakmak lâzım. Evet, belki hoca da dört maçın ardından "Galiba bitti" diye içinden geçirmiş olabilir. Ama basına, halka ve oyuncusuna konuşurken, inancının ne kadar yüksek olduğunu karşı tarafa hissettirdi. O inancı herkese geçirdi. Sonrasında oyuncuların konuşmalarında da aynı inancı gördük. Bu süreçte tabiî ben de dışarıdan izleyen biri olarak "Galiba gidemeyeceğiz" diye düşündüm. Ama son üç-dört maça bakın, o inancı, gözdeki o ışıltıyı net biçimde görüyorsunuz. Hoca da oyuncular da üzerine basa basa "Biz her şeyi yapacağız. Sonra ne olacağını hep birlikte göreceğiz" mesajını net bir biçimde verdiler.
Millî Takımımızın en karakteristik özelliği nedir sana göre?
Millî Takım'a geldiğimde Hakan abiden Bülent abiye, Tugay abiden Arif abiye bize hep Millî Takım'ı yaşamak ve o duyguyla sahada olmayı öğrettiler. Yetenekli olabilirsiniz, buna bir itirazım yok. Ama o mücadele, istek ve hırs olmadığı sürece olmaz. Bir de Fatih Hoca "Bunların hepsi olsun, ayrıca oynadığınız oyundan da keyif alın" der. Bütün bunların birleşmesi önemli. Ama en önemlisi mücadeleyi ve hırsı hiç bırakmamak. Çünkü Türk insanında, bir başarı geldiği zaman, "Tamam ben artık oldum. Bu bana yeter" düşüncesi vardır. Yeterli gördüğümüz an kaybederiz.
EURO 2008'deki rakiplerimizden Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan'la EURO 2016'da da bir kez daha eşleştik. Grubumuzda ayrıca son iki Avrupa Şampiyonası'nın şampiyonu ve bir önceki Dünya Kupası'nı kaldıran İspanya var. Bu gruptaki takımları ve şansımızı nasıl değerlendiriyorsun?
Bence yine şans çünkü 2008'den bir karışım var. Ama "Daha önce başardık yine yaparız" diye düşünmek yerine oraya gidip yine bir renk katacağımızı düşünmemiz gerekir. Zaten daha elemelerde bile turnuvaya renk kattık, şimdi finallerde de bunu yapabiliriz. Ben Türkiye'nin dünya futbolunda önemli bir renk olduğunu, her turnuvada bulunması gerektiğini düşünüyorum. Biz orada olduğumuz sürece turnuva daha renkli olacak ve inanıyorum ki insanlara başka şeyler göstereceğiz.
Takımın yıldızı ve kaptanı Arda Turan, kariyerinde zor bir yolu tercih ederek İspanya'ya gitti ve Atletico Madrid'in ardından şimdi de Barcelona formasını giyiyor. Arda'nın Millî Takım'daki rolünü nasıl değerlendiriyorsun? Üstelik elemelerin ikinci bölümünde lig maçı oynamadan millî maçlara çıktı.
Arda'nın takımında oynamadan gelip maçların son dakikalarında yerlerde sürünecek halde mücadele etmesi her şeyin en güzel özeti aslında. Arda kişilik olarak çok düzgün, çok karakterli, enerjisi çok yüksek, herkesin sevebileceği niteliklere sahip bir insan. Futbol kalitesi zaten tartışılmaz. Ama gelirken o heyecanla geliyor. Kondisyonunun ve fizik gücünün zayıf olduğu düşüncesiyle gelmiyor. "Ben Millî Takım'a geliyorum ve her şeyimi vereceğim" düşüncesiyle geldiği için de onun orda olması bile diğer arkadaşlarına güç veriyor. Zaten kalitesiyle, duruşuyla, karakteriyle bir liderlik vasfı var. Bunu da her ortamda yansıtıyor. Enerjisi yüksek, gülümsemeyi, insanları sevmeyi biliyor. Arda'nın orada olması çok önemli. Onu izlerken hem keyif hem de gurur duyuyorum. Ülkemin oyuncusu Barcelona'da oynarsa bu benim için büyük bir gururdur.
Arda Turan'ın zor yolu seçip İspanya'ya gitmesinden söz etmişken aslında sen de daha önce benzer bir yolda yürümeyi başarmıştın. Fakat oyuncularımız Avrupa'da futbol oynamak yerine genelde Süper Lig'de kalmayı tercih ediyor. Burada daha fazla para kazanıyor olmanın da bu tercihte payı büyük sanırım. Sen Fenerbahçe'den ayrılıp Middlesbrough'ya giderken neler düşünmüş, neden böyle bir tercihte bulunmuştun?
Kolayı seçtiğiniz zaman kolay olur. Bir şeyleri hayal edersiniz, hedef koyarsınız. Olur veya olmaz. Bana, "Neden zoru seçtin?" dedikleri zaman geriye dönüp baktığımda İngiltere'de yaşadıklarımla her anlamda kendimi değiştirdim. Bunu sadece futbol olarak düşünmeyin. Yaşam anlamında da kendimi değiştirdim. Hayata bakış açınız değişiyor. Sokaktaki hayvana bile bakışınız değişiyor. Buradaki psikoloji ise çok başka. Hep başarılı olacaksınız. Böyle bir dünya yok. Öyle bir futbol da yok zaten… O yüzden kolay zaten kolay. Onu zaten yapabiliyorsunuz. Önemli olan zoru başarabilmek. Zoru yaparken de çok mücadele olacak, çok kavga olacak, çok uğraş olacak… Zaten pasaporttan geçtiğiniz zaman 2-0 mağlupsunuz. Beraberliği sağlayacaksınız; bir de galip geleceksiniz. Ama bunu başardık. Daha önce Nihat başarmadı mı? Tugay abi 11 yıl kaldı. Emre başardı, Okan abi başardı. Önceden daha çok vardı. Şimdi sayabiliyor muyuz?
Genç oyuncuların Avrupa'da oynamasını teşvik etmek için neler yapılabilir sence?
Enes mesela; babası benim kaptanımdı, beraber oynadık. Çok yetenekli ve kendisini geliştirebilir. Ben genç oyuncular için hep şunu söylüyorum; Türkiye'de oyna ama Avrupa'ya gitme fırsatın varsa da değerlendir. Tabiî ki kendi ülkene, takımına hizmet et. Gidip gitmemek de sorun değil. Tabiî ki mücadele olacak. Tabiî ki oynamak istiyor herkes. Ama yeterlilik duygusu var bir… İkincisi bizde gidecek oyuncu ya Barcelona'ya, Real Madrid'e ya Manchester United'a, Chelsea'ye gidecek. Tamam, böyle hayal et; güzel olsun. Ama onu hayal edebilmek için önce basamakları çıkman lâzım. Zaten seni gelip almak istese gelir alır kulüp… Arda direkt Barcelona'ya mı gitti? Hayır… Orada bir süreç geçirdi. Kendini çok fazla geliştirdi.
Gençlerin Avrupa'ya gitmelerini özendirmek için nasıl bir formül bulunabilir?
Çocukları özendirmek için eğitim şart. Şu an kurstayım. O kadar güzel şeyler görüyorum ki… Sağ olsunlar Mustafa Özer Hocam, Nedim Karadeniz Hocam ve diğer çalışanlar çok güzel şeyler anlatıyorlar. Çok bilgililer. Mustafa Özer Hocama, "Neden buradaki eğitim sistemi ülkemizdeki kulüplere anlatılmıyor?" dedim. En alt gruptan en üst gruba anlatılması gerekir. Dedi ki, "Fatih Hoca da biz de bunu istiyoruz ama kulüpler tercih etmiyor…" Bazen aramızda da konuşuyoruz, "Nasıl başarabiliriz" dedik ya… Sen altyapıdaki oyuncuları o günlük başarı için mi kullanıyorsun yoksa yetiştirmeye mi çalışıyorsun? Bizde maalesef öyle. Altyapı hep birinci olacak ve galip gelecek. Ama oradan oyuncu gelmiyor. Senin orada aldığın başarı beni ilgilendirmez ki… Ben A takımın hocası olsam ya da yönetici olsam beni ilgilendirmez.
Yeniden Millî Takım'a dönecek olursak. Millî formayla attığın 22 gol içinde senin için en değerlisi hangisiydi?
Hepsi çok anlamlı. Çünkü Millî Takım formasıyla gol atıyorsunuz. Tarihe baktığınızda en fazla gol atan oyuncu Hakan ağabey. Açık ara o… İkinci sırada ben varım ama ben zaten çok golcü bir oyuncu değilim. Dediğim gibi, gollerimin hepsi çok anlamlı ama Konfederasyon Kupası'nda Fransa'ya attığım golü biraz ayrı tutabilirim. Güzel ve keyifli bir goldü.
Peki ya unutulmaz maçın?
Avrupa Şampiyonası'ndaki maçların hiçbiri unutulmaz. Çek maçı, Hırvat maçı unutulmazdı. Almanya ile oynadığımız yarı final maçını hâlâ an be an hatırlarım. Bizim açımızdan çok keyifli ve renk veren bir ortam vardı.
Birlikte oynadığın en iyi oyuncu kimdi?
İsim vermeyi çok sevmiyorum. O kadar iyi futbolcularla oynayınca siz de keyif alıyorsunuz. Bu yabancı da olur, Türk de olur. İyi oyuncularla oynamak çok daha keyifli oluyor. Bugüne kadar oynadığım herkesten bir şeyler öğrenmişimdir.
Millî Takım sahnesinden erken çekildiğini düşünüyorum. Son kez A millî olduğunda henüz 28 yaşındaydın. Bu konuda neler söylersin?
O süreç içinde gelen hocalara bakmak lâzım. O süreci farklı konuşabiliriz. Çok uzun sürer. Ama ben hizmet ettiğim müddetçe her zaman elimden geleni yapmaya çalıştım. Çok fazla keyif aldım. Üzüldüğümüz noktalar da oldu. Ama o sürece girersek birilerini suçlamak veya birilerini ön plana atmak; "Benim suçum değildi, onların suçuydu" demek yanlış olur. Karşılıklı hatalar vardır. Benim de hatalarım olmuştur. En azından yaşadığım süreçte o kadroda olduğum için bile gurur duyuyorum.
Önce Katar, ardından da Hindistan Liglerini tercih etmenin sebebi neydi? Bu durumu kariyerinin devamı mı yoksa uzun vadeli bir emekli ikramiyesi olarak mı değerlendiriyorsun?
Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyordum. Bir Bursa dönemim var. Gelmeyi düşünmüyordum ama farklı bir süreç oldu. Sağolsun rahmetli başkanımız kapısını açtı bana. Çok güzel dostluklarımız oldu. Türkiye'de oynamak istemiyordum normalde. Yurtdışında devam etmek istiyordum. Çünkü kafa yapınız değişince burada işler zor oluyor. Bunu görüyorsunuz. Zoru severiz, savaşırız, keyif alırız ama başka sorunlardan dolayı yurtdışında kalmak istiyordum. Katar bir anda oldu. Sağolsun Bülent Uygun Hocam çok istedi. Çok da keyifli geçti. İkinci sezon yine Bülent Hocam çok istedi ama şartlar, imkânlar uymadı. Kariyer planlaması değil bu. Şimdi size, "Hadi Hindistan'a gidiyoruz" deseler gelmezsiniz. Bana ilk "Hindistan" dediklerinde Katar'a gitmiştim. "Hindistan ne alâka?" diye sormuştum. Ondan sonra baktım Anelka, Zico, Materazzi herkes oraya gidiyor. Sonra tekrar Katar olmayınca böyle bir teklif geldi. Kampın Antalya'da olması bana daha da cazip göründü. Bir ay Antalya'daydı takım. Uyum sürecini orada geçirdim. O da güzel oldu. Hindistan'a gidince de çok farklı bir ortam gördüm. Çok farklı bir kültür, farklı bir yaşam var. Bütün takım olarak otelde kalıyorsunuz. Deplasmanlara iki gün önceden gidiyorsunuz. Çünkü yolculuk uzun sürüyor. Yüzölçümü çok büyük. 1.5 milyara yakın insan yaşıyor. Otelden dışarı çıktığınızda bir anda farklı bir dünya görüyorsunuz. İnekler yürüyor. Sokakta duş alan, tamamen sokakta yaşayan insanlar var. Çok kalabalık. Kapıyı açıyorsunuz, diğer tarafa geçiyorsunuz. Boyut değiştirme durumu var. Bir yanda büyük bir zenginlik var. Tapınaklarından evlerine kadar, yemeklerinden insanların yaşamına kadar çok farklı bir kültür. Hindistan'ı görüp orada yaşamaktan keyif aldım. Belki yarın bir gün bir daha göremeyeceğim. Belki Katar'ı da göremeyeceğim. Hem dostluklar kazandım hem farklı ülkeleri, farklı kültürleri tanıdım. Çok keyifliydi benim açımdan.
Devam edecek misin?
Şu an belli değil. Lig sona erdi. Zaten 7 takım var ve çok kısa bir sezon yaşanıyor. Orada Zokora ve Mutu ile beraber oynadım. Stoke City'den takım arkadaşım kaleci Steve Simonsen ve yine İngiltere'den tanıdığım stoper Roger Johnson'la oynadım. Güzel günlerdi.
Bugün Çin'de büyük bir transfer atağı var. İnanılmaz paralar ödeyerek oyuncu transferleri yapıyorlar. Hindistan örneğinden yola çıkarak, bu transfer hamlelerinin bir ülkenin futbolunu hareketlendirebileceğini, orada bir futbol kültürü oluşturabileceğini düşünüyor musun?
Hindistan'da seyirci çok fazla gidiyor maça. Statlar hep dolu. Orada daha önceden kriket modaydı. Ki hala devam ediyor. Çok fazla yatırım var. Ama şimdi futbola çok fazla yatırım yapmak istiyorlar. Bir ara çok sayıda yıldız oyuncu aldılar. Yine alacaklar. Ama genç oyunculara da yönelmeye başladılar. Üretmeye çalışıyorlar. Şu an benim ligim bitse de yerel lig devam ediyor. Yabancılar da oynayabiliyor o ligde. O yüzden çok yatırım yapmak istiyorlar. Seyirci olarak çok fazlalar. İzlenme oranları çok yüksek. Değişik bir kültürleri var. Gol olduğunda iki takımın seyircisi de sevinebiliyor. Futbolu bir oyun, bir eğlence olarak görüyorlar. Çin'e bakıldığında orada da insan sayısı fazla. Futbola Hindistan'dan daha da düşkünler. Başlayınca göreceğiz. Şu an teklif yok ama gelirse neden olmasın. Olursa değerlendiririz.
İngiltere, Almanya, Katar ve Hindistan tecrübelerine şimdi de antrenörlük kursunu eklediğini görüyoruz. Bundan sonrası için kariyerini nasıl planlıyorsun?
Aslında Türkiye'ye döndüğümde dinleneyim dedim. Ama çok dinlenince de bir şey olmuyor. Fatih Hocam, "Ne yapacaksın?" diye sordu. "Bir şey yok hocam, dinleniyorum" dedim. "Kurs var; git orada dinlen" dedi. Aslında aklımda yoktu bu kurs. Fatih Hocam öncülük yaptı. Buraya gelirken mutlaka hocalık diplomam olsun diye düşünmedim. Önce bir görmek istedim eğitim nasıl veriliyor diye… İyi ki de gelmişim. Çok değişik şeyler öğreniyorum. Bildiğimiz şeyleri birilerine aktaracağız ama bir şey bilmiyoruz. Futbolcuyuz… Antrenörlük başka bir dünya. Ben gelirken bu kadar beklemiyordum. Beklediğimin çok üstünde bir ortam var. Futbolcuyken biliyorsunuz ama onun bir içeriği var,metotları var. Onu görmek, okumak farklı bir şey,anlatmak başka bir şey. Hocalık zor bir şeymiş. Zor olduğunu anlıyorsunuz.
Deneyecek misin?
İstiyorum. Çok üst düzey olmasa da mutlaka bu tecrübeyi istiyorum. Bende olan ne varsa vermek, aktarmak isterim. Bir gün teknik direktör olmak istiyorum. Ama Millî Takım'da olur ama sevdiğim bir kulüpte veya altyapıda olur. Belki de yurtdışında olur… Bu bilgi birikimini bir şekilde birilerine vermek isterim. Doğru bir şekilde ulaştırmak isterim. TV'de konuşmak da olur ama öğreticiysen. Maalesef bunun da reytingi yok.