Terör, Terörizm ve Yönetimler

cumhuriyet.com.tr

Yeni bir toplumsal sınav vereceğimiz bugünlerde, bütün olumsuzluklara karşın, her zaman bölücülüğe ve bağnazlığa direnerek “Hayır” diyen ulusumuzun bundan sonra da sağduyulu davranacağını beklemek geleceğimizin tek umududur.

Terör deyimi Latincedeki “terrere” sözcüğünden türetilmiş olup, korkutmak, dehşete düşürmek, korkutup kaçırtmak ve korku vererek caydırmak anlamına gelmektedir. Terörizm sözcüğünün anlamı ise, “Kişilere, mallara ve kurumlara karşı şiddet uygulayarak korku uyandırıp bir amaca ulaşmaya çalışmak eylemi” olarak nitelendirilmektedir.

Terör ve terörizm deyimleri daha çok Fransız Devrimi ve onu izleyen dönemlerde sık kullanılır nitelik kazanmış olsa da, korku salarak etkin olma yöntemlerinin geçmişi insan soyunun varoluşu kadar eskiye dayanmaktadır. Bunun nedeni, tüm canlılarda olduğu gibi, insan türünde de varlığı tehdit eden olaylara karşı gelişen ilk tepkinin korku duygusu olmasıdır.

İçgüdüsel bir duygu olan korku, çoğu zaman bilinçsizce korunma dürtüsünü tetikler. Birey bencilleşir, öncelikle kendi güvenliğini gözetir; en yakınları bile o an için önemlerini kaybederler. Bütün bu etkiler korku yaratan saldırgan için isteklerini gerçekleştirmede kolaylık sağlar.

Halkın güven duygularını yıpratmak

Terörist eylemler de toplumlarda, korkunun bireylerde oluşturduğu duygu ve davranışlara benzer şekilde çaresizlik ve panik hali yaratır. Özellikle içgüdüsel davranışların etkin olduğu, toplumsal bilincin gelişmediği, toplumsal kurumların güçler dengesi sağlayarak sağlam bir sosyal yapı oluşturmadığı kitleler terörizmin uygulanabileceği bir ortam oluştururlar. Terörizmin uygulayıcıları da bu gerçekleri bildikleri için, öncelikle toplumsal düzeni sağlayan güçleri etkisiz kılarak, ya da kurumlar arası çatışmalar yaratarak halk kitlelerinin güven duygularını yıpratmaya çalışırlar. Eğer yönetimler de terörist uygulamaların gerçek nedenlerini algılama ve giderme yeteneğinden yoksunsa geçici, göstermelik uygulamalar bir sonuç vermez, sonuç olarak terörist davranışlar giderek güç kazanıp yaygınlaşır.

Yönetimler çözüm üretmekte yetersiz

Tarihin akışı incelendiğinde de, toplumlarda terör ve terörizmin görüldüğü ve süreklilik kazandığı dönemlerin sıklıkla, sosyoekonomik sorunların yoğunlaştığı, yönetimlerin çözüm üretmekte yetersiz kaldığı, bireylerin yönetimlere güvenini kaybederek can güvenliklerini sağlama kaygısına düşme dönemleriyle çakıştığı görülür. Bu koşullarda devlet kurumları birlikte çözüm üreteceklerine birbirlerini suçlama yarışmasına girer, güçler dengesi bozulur, yasalar yanlı uygulanır, bireylerin yargıya güveni sarsıldığı için haksızlıkları kendileri giderme çabasına düşmeleri anarşik bir ortamın gelişmesine neden olur.

Çoğu zaman sosyoekonomik bunalımların geçerli olduğu toplumlarda gelişen, etnik kökenli, inanç farklılıklarına bağlı, ya da ezilmişlik duygularının neden olduğu ayrımcılık amaçlı terörden başka, faşist, Nazi ve Stalin’in Sovyet modelinde örneklerini gördüğümüz “devlet terörü” olgusu da terörizmin diğer bir türüdür. Bu tür terörizmde, egemen güçler seçimlerle yönetime gelseler de, çoğu zaman öne çıkarmadıkları kuramsal amaçlarına öncelik tanıyarak topluma yeni bir düzen vermek yolunda devlet güçlerini yanlı olarak kullanıp korku ortamı yaratırlar.

Sindirilmiş halk kitlelerinin yoğun bir propagandayla koşullandırılarak tepkisiz bir ortamın sağlanması baskıcı yönetimlerin ilk aşamasıdır. Medya araçları ve eğitimin denetim altına alınmasını çoğu zaman, direnen aydınların düzmece suçlamalarla etkisiz kılınması izler. Bu tür zorbaların amaçlarını gerçekleştirmek için, korku salarak yönetimde kalma çabaları tarihin hiçbir döneminde başarılı olamadığı gibi, bu nitelikteki yönetimlerin yarattığı bunalımlardan en çok uygulayıcılarının zarar görmüş olması da diğer bir tarih gerçeğidir.

Ülkemizde de artan terörist eylemler, tarihteki benzerlerine uygun olarak, siyasal suçlama ve çatışmaların öne çıktığı ortamda güç kaybetmeden devam etmektedir. Ana sorun ülkemizdeki bölgesel gelişmemişlikler ve feodal toplum yapısı olduğu halde bunları değiştirmeden aranan çözümlerin başarıyaulaşması düşünülemez. Toplumlarda sosyoekonomik sorunlara değinmeden sadece yönetimin isteklerini gerçekleştirmeyi sağlayacak olan yasa değişiklikleri hiçbir çözüm getiremeyeceği gibi kötü niyetli egemenlerin diktatörce uygulamalarına ortam hazırlar.

Tüm bu gerçekler çeşitli ulusların tarihlerinde defalarca yaşanmışken ülkemizdeki sorunların çözümü için ana nedenlere değinmeden sadece yasaları daha korkulur ve yargıyı yönetimlere daha da bağımlı kılma girişimlerinin olumlu bir sonuç vermeyeceği açıktır.

Özellikle aykırı düşünenlerin baskılara uğradığı ve gerçekleri dile getirmelerinin önlendiği koşullarda kitlelerin demokratik bir seçeneği olduğundan da söz edilemez. Laik Cumhuriyetin ilkelerinden ödünler verilmeye başlanan 1946 seçimlerinden beri gelen yönetimlerin neden olduğu günümüz sorunlarının çözümünün, ülke bütünlüğünü ve çağdaş insan haklarını koruma koşullarıyla birlikte sağlanması öncelik taşımaktadır.

Yeni bir toplumsal sınav vereceğimiz bugünlerde, bütün olumsuzluklara karşın, her zaman bölücülüğe ve bağnazlığa direnerek “Hayır” diyen ulusumuzun bundan sonra da sağduyulu davranacağını beklemek geleceğimizin tek umududur.