Teokratik Faşizm...
cumhuriyet.com.tr
Yaşanan bu süreçte ülkenin namuslu insanlarına, aydınlarına, bilim adamlarına, siyasetçilerine, bürokratlarına düşen görev, F tipi yapılandırılan devlet olgusundan kaynaklanan bu manevi baskı, sindirme ve gözdağları karşısında eskilerin “afifane melamet” dedikleri “mahcub kınama”yı bir yana bırakmak, “kral çıplak” diyebilen bir “açıklık” ve “arıklık” içinde olabilmektir.
“Glok” marka silahtan “onursal” bir başsavcı, dinamit lokumundan eski bir YÖK Başkanı, “Uzi”den bir “milli güvenlik” komutanı çıkarmayı deneyen, başaramayınca “gözdağı” mı “gözaltı” mı olduğu anlaşılamayan bir hukuk karmaşası içinde “yolu şaşırtılmış bir kamu vicdanı” oluşturmayı zorlayan hukuk mantığının kıskacındaki Türkiye, bir rejim değişikliğinin alacakaranlığındadır.
Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı ve üstelik bir anayasa profesörü olan AKP milletvekili, son “gözdağı” ve “gözaltı”ların dayandığı hukuk mantığını çok net şekilde açıklamıştır: “Türkiye’de kimse artık bana dokunulmaz diyemeyecek!” (8.1.2009 tarihli Cumhuriyet, Hürriyet, Vatan gazeteleri). Bu ifade, soruşturmalarda “nesnel” hukukun değil, “korku duygusu”nun egemen kılınmaya çalışıldığının, “Ergenekon savcısı” olduğunu iddia eden Başbakan’ın en yakınındaki ağızdan ikrarıdır. “Cumhuriyet”le özdeşleşmiş ünlü isimleri “silah” ve “çete”lerle özdeş kılmaya çalışan bir savcı mantığının hâkim tarafından reddedilmesi bu yüzdendir.
Bugün 80 bin camisinde günde 5 kez ezan okunup 5 vakit namaz kılınan Türkiye’de, “Bu ülkede Müslüman çoğunluk mağdurdur” diyen bir anlayış, demokratik yoldan iktidar olmuştur (Dışişleri Bakanı Ali Babacan, 28.5.2008 tarihli Cumhuriyet ve Hürriyet gazeteleri). İşte Türkiye’nin yönetim yapısı bu “mağduriyet” tezi üzerine yeniden yapılandırılmakta, kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yerine getirmede bu “mağdur Müslüman” obsesyonu (takıntısı) belirleyici olmaktadır.
Bu nedenle Türkiye’de idarenin kuruluş ve işleyişinin bu iktidarla birlikte “laiklik” ve “kanunilik” ekseninden kaydırılıp hızla “zahidlik” ve “zühdilik” (vecitli dini zihniyet) eksenine oturtulmakta olduğunu kimse yadsıyamaz. Sonuçta devlet otoritesi “dikotomi” bir bölünmeye uğramış, bir yanda “laiklik”, “demokratiklik”, “kanunilik”, “objektiflik” gibi “anayasal terminoloji”ye dayalı “anayasal devlet” düzeni, diğer yanda “sırrın salatı”, “kalbin selameti”, “kulun hidayeti” gibi “Hocafendi terminolojisi”ne dayalı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle “F” tipi örgütlenmiş devlet düzeni atbaşı gider olmuştur.
İşte bugün Türkiye’de “anayasal devlet” çarkı ile “yürütme”nin (Türkiye’de idarenin) dişlileri birbirine değmiyor, bu yüzden dişliler gıcırdıyorsa, nedeni bu bölünmedir. anayasal devleti savunma, anayasal Cumhuriyeti koruyup kollama dışında hiçbir sakıncalı(!) eylemin içinde olmayan insanlara, Cumhuriyetin “kimse”si olmaktan başka hiçbir işi görev bilmemiş Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı’na hukuk adına gözdağı verilmek isteniyorsa nedeni bu F tipi örgütlenmedir. Kafalarında önceden var olan “teolojik” ve “teokratik” kavram çerçevesine sıkıştırmış oldukları bu F tipi “öznel” devletle, laik ve “nesnel” anayasal devlet arasındaki bu dikotomik bölünme, ülkemizde bugün yasama, yürütme ve yargı alanında kendini gösteren çatışkıları, çelişkileri çözümlemede “anahtar” kavramdır.
Hiç kimse, gereksiz bir sürü ayrıntıyı, ilgisiz kavramları, analizleri devreye sokarak bu gerçeği saptırmamalı, bu gerçeğin gözden kaçmasına neden olmamalıdır.
Bu nedenle “F” tipi yapılanmadan kaynaklanan ve tarihin belli bir döneminde o toplumun bilim, siyaset, hukuk, ahlak, sanat ve dünya görüşü gibi altyapı kurumlarını etkileyebilecek nitelikteki köklü değişimler, “mahalle baskısı” ya da “ötekileştirme” gibi dar kavram kalıpları içine sıkıştırılamaz. Bu, “mağdur” maskesi ve “masum” kisvesi ile demokrasiye sızmış “teokratik” bir faşizmdir.
Faşizm yalnız şoven, yalnız nasyonalist, yalnız ırkçı, yalnız militarist değildir. Faşizmin bir de “teokratik” (dine dönük) yüzü vardır. Faşizm bir ülkeye yalnız “iç savaş”la ya da “hükümet darbesi” ile gelmez. Faşizm, demokrasinin yumuşak karnını okşayarak da bir ülkeye çöreklenebilir. Almanya’da, İtalya’da faşizme alkışlar arasında gidilmiştir.
Ne yazık ki ülkemizde de sonu teokratik faşizme varacak demokrasi yoluna alkışlar içinde taş döşenmekte olduğunu ibretle izlemekteyiz. “Dünyevi” olan, yerini adım adım “kutsal”a bırakmakta, “Cumhuriyet bilinci”nin özü olan “yurttaşlık”, yerini giderek “dindaş”lığa bırakmaktadır. Bu yüzdendir ki adı “soygun”la özdeşleşmiş doğalgaza kurban verilen 7 gencin ölümü karşısında iktidar, yandaş belediye ve yandaş diğer tüm ilgililer susmuştur. Çünkü onların gözünde 7 gencimiz F tipi yapılandırılan devletin “dindaş”ı değil, anayasal devletin “yurttaşı”dır. Bu yüzden susmuşlardır. Şark kurnazlığı susar. Çünkü konuşma bir sorumluluk yüklenmeyi gerektirir.
Yaşanan bu süreçte ülkenin namuslu insanlarına, aydınlarına, bilim adamlarına, siyasetçilerine, bürokratlarına düşen görev, F tipi yapılandırılan devlet olgusundan kaynaklanan bu manevi baskı, sindirme ve gözdağları karşısında eskilerin “afifane melamet” dedikleri “mahcub kınama”yı bir yana bırakmak, “kral çıplak” diyebilen bir “açıklık” ve “arıklık” içinde olabilmektir. Çünkü bu baskı uluorta söylendiği gibi “mahalle baskısı” değil, anayasa dışı bir güç olarak örgütlenen F tipi devlet baskısıdır.
Bu yaşanan “mikro faşizm” değil, “makro faşizm”dir. Bu baskı, bu sindirme “ötekileştirme” değil, kendine “benzeştirme”, kendiyle “aynileştirme”dir. Görünen odur ki, birbiriyle uzlaşmaz temeller üzerinde yükselen “anayasal devlet”le “F tipi devlet” bir süre birlikte yaşayacak, F tipi güçlendikçe anayasal devletin yerini alacak, bir süre sonra devlet “Hocafendi”nin elinde, “anayasa” bizim elimizde, bakakalınacaktır. Tıpkı uyandığında elinde “İncil”i bulup, topraklarını beyaz adama kaptıran Kenyalı gibi! Türkiye, bir rejim değişikliğinin alacakaranlığındadır. “İnsan, kararlarını ve seçimlerini durumların alacakaranlığında vermek zorundadır” der, Danimarkalı filozof Kierkegaard. Şafak söktüğünde geç kalmış olmamak için! (İbrahim TÜRKEŞ Hukukçu, Felsefeci)