Tarihimizle Yüzleşmek

cumhuriyet.com.tr

Eleştiriyle, reddetmekle, yüzleşmek ya da hesaplaşmakla tarih değişmiyor. Tarih bize nerelerden geldiğimizi belki söylüyor ama yarın ne yapacağımızı tarihçiler bile bilemiyor. Deneyenler yanılıyor. Oysa yaşanmış olaylardan bazı dersler çıkarılabilir. Hep sorulagelmiştir: “Tarihten ders alsaydık tarih hiç yineler miydi?” Özür dilemek, yanlışı düzeltmez, olsa olsa çözümü erteler.

Son günlerde tarihimizle yüzleşip duruyoruz. Kimileri “tarih” ile yüzleşmek de istiyor ama tarihçi S. Özbaran, bunun yapılamayacağını açıkladı (Cumh, CBT 3 Aralık 2011) ve “tarih” gündemden düştü. Siyaset kürsülerinde, 1936 Dersim olaylarına, devlet adına özür dilemek ve devlet arşivlerini açmakla başlayan tartışma genişledi, yayıldı. Köşe yazarları ekranda uzmanlarla tartışıyor. Oturumları izleyen yurttaşlar Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet, Devrim ve karşıdevrim, Şeyh Said, Dersim İsyanı ya da katliamı ve Mustafa Kemal’in entel kişiliği gibi tarihimizin gerçekleriyle böylece tanışmış ve yüzleşmiş oluyor.

Sözlük tanımına göre yüzleşme, bir olayı ileri sürenle inkâr eden tarafların görüşlerini bir hakemin veya hâkimin önünde tartışması. Uygulama ise Kürşat Başar (Cumh, 6 Kasım) tanısıyla, yüzleşmeden çok “hesaplaşma”ya -tarafların tarihle değil de- tarihimizle “hesaplaşmasına” dönüşüyor. Hangi tarihimiz? Yapılan mı, yazılan mı? Resmi mi, özel mi? Basılı mı, sözlü mü? Yapılan ile yazılan, yaşanan ile söylenen uyuşmuyorsa, yüzleşme ya da hesaplaşma, kuşaklar sonra, hangisine göre nasıl yapılabilir? Sinema ustası Kurosava Rashomon filminde, görgü tanıklarının bile anlaşamadığını ne güzel anlatmıştı. İzlediğim bir tıp profesörü, “Ben, parti arşivlerine (Cumhuriyet belgelerine), tarihçilere hatta Türk Tarih Kurumu’na inanmıyorum” diyordu. Yazılmışlara değil yaşanmış, kuşaktan kuşağa aktarılagelmiş söylencelere, “Ben yalnız kendi seçtiğim kaynaklara, yazarlara mı inanırım” demek istiyordu?

İnançlar kuşkusuz tartışılamaz ama tartışılamayan inançlarla yüzleşilebilir, hesaplaşılabilir mi? Nitekim ikisi de olmuyor; programlar bir serbest güreş senaryosuna, tekmeli bir boksa dönüşüyor. Kişiler saldırıyor, vuruyor, savunuyor, saydırıyor ama hangisi doğru, kim kazanıyor belli olmuyor.

Halkbilim, Dinbilim, Tarih ve Varlık bilinci

Halkbilimci İlhan Başgöz Hoca, söylencelerin, masalların, destanların her anlatışta, her yazılışta değişikliğe uğradığı için yaşadığını söyler. Yazılı kaynakların doğruluğuna inanmazsak; sözlü geleneğin, anıların nesnelliğine nasıl güvenebiliriz? İslamiyette benzer tartışmalar, namaz, cami ve kurban konusunda farklı yorumlar var. İbadetin temeli namaz mı, okumak mı? Söz mü, yazı mı? İnanç mı, delil mi? Ortak bir veri tabanı yoksa hangi geçmiş nasıl tartışılabilir? Karşıt inançların aynı derecede saygın olması gerekmez mi?

Tarih yazarlığında sorun farklı değildir. Altın harflerle yazılmış, evrensel ve tartışılmayan bir tarih olmadığı içindir ki son zamanlarda belgelere ve karşıt görüşlere yer veren bir tarih yazarlığı (historiography) deneme aşamasındadır. Böyle bir tarih yazarlığı ufukta görünmese de tarihin bazı değişmezleri vardır. Ne türlü yazılsa, olup bitenler değiştirilemiyor. Ne ki oluyor, tarihe mal oluyor. Eleştiriyle, reddetmekle, yüzleşmek ya da hesaplaşmakla tarih değişmiyor. Tarih bize nerelerden geldiğimizi belki söylüyor ama yarın ne yapacağımızı tarihçiler bile bilemiyor. Deneyenler yanılıyor. Oysa yaşanmış olaylardan bazı dersler çıkarılabilir. Hep sorulagelmiştir: “Tarihten ders alsaydık tarih hiç yineler miydi?” Özür dilemek, yanlışı düzeltmez, olsa olsa çözümü erteler. Geçmişle hesaplaşmak ne yargının ne de siyasetin işidir. Bu yüzden ülkemiz, “Ermeni Soykırımı iddialarını, açılacak arşivlere ve tarihçilere bırakalım” görüşünü savunmuyor mu? Çağdaş Japonlar, hem imparatorlarına hem de onları yüzyıllarca tutsak eden Shogun’lara saygılıdır. Bir gün birini, sonra ötekini ziyaret ederler. Tarih tartışmaları, eğitim süreci ve medya kamu vicdanında böyle bir “tarih ve varlık bilinci” yaratabiliyorsa ne mutlu o topluma!

Değiştiremeyeceğimiz bazı acı gerçekleri mertçe sineye çekmek bilgeliğinden daha onurlu, daha insanca bir seçeneğimiz var mı? Bilemiyorum.