Sözün bittiği yer (24.01.2010)
Gözyaşları içinde anlatıyor TEKEL işçileri, bir ayı aşkın süredir sürdürdükleri eylemde yaşadıklarını...
cumhuriyet.com.trAkşamları, çeşitli sendika ve sivil toplum örgütlerinin gösterdikleri salonlara serdikleri kartonların üzerinde uyuyorlar. Kimisi evinden battaniye getirmiş, üzerine örtüyor, kimisi ceketini... Ölümü göze alarak devam ediyorlar eylemlerine. Şimdilik açlık grevindeler, AKP hükümetinin “inatlaşma”sı sürerse bu kez ölüme yatacaklar.
Kalem düşman kesilmiş, Tayyip seni sevdiğim zaman
Yıllardır TEKEL’de işçi olarak çalışan Ramazan Özcan, Adıyamanlı arkadaşları için bir türkü söylüyor eylemde. Türküsünde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da sesleniyor: “Oy, aman aman... Burası Adıyaman. Kalem düşman kesilmiş, Tayyip seni sevdiğim zaman...” Sonra ekliyor: “Biz yan gelip yatmadık ki... Ben yıllardır TEKEL’de çok güzel işler yaptım. Hamallık yaptım. Gurur duyuyorum hamal olmakla. Günde ortalama 7 kamyona tütün yüklüyoruz biz. Sırtlarımızı bir görseniz, yara, bere içinde. Biz bu devlete çok şey yaptık. Peki ya devlet bize ne yaptı? Kronik bronşit hastayım, maddi olanağım yok, hastalığımı bile tedavi ettiremiyorum. Aile yaşamım ise altüst. On yıllık evliydim. On ay önce, eşimden boşandım. İşyerinde yaşadığımız sıkıntılar bu boşanmanın tuzu biberi oldu. Çünkü yarınımız yok. Yarını olmayan bir insanı ne yapsınlar? 14 yaşında bir oğlum var ve bana telefonda şöyle diyor: ‘Baba sen bize diyordun ki, ülkeni, bayrağını, insanlarını sev. Hani biz ülkemizi sevecektik? Sen öyle demedin mi sürekli bize? Peki devlet ne yapıyor? Seni copluyor.’ Ona anlatmaya çalışıyorum: ‘Hayır oğlum. Sen devletini seveceksin tabii. Bizimki ekmek kavgası. Ekmeğimize sahip çıkıp, geri döneceğiz.’ Anlamıyor. ‘Baba ben 14 yaşındayım. Neyin ne olduğunun farkındayım. Size sahip çıkmıyorlar.’ Ekmeği olmayan adamın, namusu, şerefi de olmaz. Aç adamdan her şey beklenir. Bizim içimizde provakatör yok. Bizim ideolojimiz ekmeğimiz. Ankaralı da bize sahip çıkıyor. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Samsunlu arkadaşlarımla konuşuyorum. Herkes çok güzel dostluklar kurdu burda. ‘Keriz uyandı artık.’ Ölürüz de dönmeyiz.”
Telefon faturamı ödeyemedim, kestiler
On iki yıllık TEKEL işçisi Nevzat Polat. Fabrikaların kapatılmasına isyan ediyor. “Fabrikalarımız kapatılırsa bu kadar insan nasıl geçimini sağlayacak?” diye soruyor. Basın-yayın yoluyla hükümete çeşitli sorular yönelttiklerini ama hiçbirine yanıt alamadıklarını da ekliyor. Polat, ekonomik olarak zor durumda bulunduklarını ve cep telefonu faturasını bile ödeyemediğine dikkat çekiyor. Ailesinden ayrı geçirdiği günleri şöyle anlatıyor:
“Kaç gündür ailemden ayrıyım. Tek mutluluğum onlarla telefonda konuşmaktı ama ne yazık ki artık o da mümkün değil. Çünkü telefon faturamı ödeyemedim, kestiler. Burada ne banyo yapabiliyoruz, ne de traş olabiliyoruz. Afedersiniz ama papaza döndük. Şakayla karışık olarak eşime diyorum ki; ‘Hanım, çocuklarıma benim eski fotoğraflarımı gösterir misin? Beni bu halimle tanıyamayabilirler.’ On yaşında bir çocuğum var. Bir de polis kardeşim. On yaşındaki çocuğum amcasıyla sırf polis olduğu için konuşmuyor. ‘Siz babamı dövüyorsunuz amca’ diyormuş kardeşime. Ayrıca çocuklarımı okula gönderemiyorum. Neden? Durumlar müsait değil. Geçen gün, hanım anlatıyor: ‘Çocuğun servis şoförü geldi. Parasını istedi. Ne yapayım?’ Dedim ki, ödeyemeyiz. ‘Siz en iyisi köye gidin.’ Bu durumun izahı olur mu? Sözün bittiği yerdir işte burası. Sorarım size, devlet kapısında işçiler taşeron gibi çalıştırılır mı? Bu hangi vicdana sığar? Böyle bir vurdumduymazlık görmedik. Sizler, basın şahit. Kaç gündür buradayız. Ankara’da bir çiçeğe zarar vermiş miyiz? Yahu bir insan üç saat evinden ayrılınca çoluk çocuğunu özlüyor, biz kaç gündür ayrıyız, çocuklarımızın yüzlerini unuttuk. Geceleri kartonda yatmaktan vücutlarımız felç oldu, hissedemiyoruz. 21. yüzyılda böyle bir durumla karşı karşıyayız. AKP’liler diyorlar ki, ‘Paranı götür değerlendir.’ Ama bu faiz ve dinen haram. Bu nasıl bir çelişkidir? Biz kandırıyorlar. Oysa biz ekmeğimiz için burdayız. Elimiz kırılsaydı da oy vermeseydik.”
Baba gel, ne olursun dön gel
Nezih Şahan’ın durumu da Mehmet Öztürk’den farklı değil. Nezih Şahan da Adıyaman’da çalışıyor. 3 çocuğu var. O da çocuklarını ailesine, anne ve babasına bırakıp, hakkını aramak için eyleme gelmiş. Gözyaşları içinde anlatıyor:
“Çocuklarımla telefonda konuştuğum anları size anlatamam. Öyle duygusal konuşmalar geçiyor ki aramızda, çocuklarım bana yalvarıyor: ‘Baba gel, ne olursun gel artık...’, ‘Baba ben artık polisleri sevmiyorum. Çünkü onlar sizi copluyor.’ Ben de onlara anlatmaya çalışıyorum: ‘Canlarım bu ekmek davası.’ Ama biz dönmeyeceğiz. Çocuklarımızın hakkını almadan bir yere gitmeyeceğiz. Şimdi sizlere sormak istiyorum. Biz AKP’ye ne yaptık? Biz onlar için her türlü duyarlılığı gösterdik. Oylarımızı verdik, seçim zamanları sandıklarının başında durduk. Bizim sonumuz bu mu olacaktı? Haftalardır buradayız ve artık banyo bile yapamıyoruz. Sağda solda duş almaya çalışıyoruz. Hakkımızı istiyoruz biz. İnsan gibi çalışmak ve emeğimizin karşılığını almak. İnsanca yaşamak istiyoruz çok mu?”
Eve para gönderemiyorum
Eylemin başladığı günden itibaren Ankara’daymış Nusret Erkaya. Eyleme ara verip, bir kez bile memleketine gitmemiş. Bu nedenle de aldığı maaşın tümünü Ankara’da harcamış. “Ben burda, ailem memlekette. İki kızım var. Diyorlar ki, ‘Özledik seni baba, dön artık.’ Eyleme geldiğim günden itibaren 1000 TL harcadım. Haliyle eve para gönderemedim. Bakkala, fırına, esnafa dedim ki, ‘Borçlarımı erteleyin.’ Sağ olsunlar anlayışla karşıladılar. Şimdi yine iyi durumdayız. Peki ya maaşlarımız 600 TL’ye düşerse? Kirada oturuyorum. 300 TL kira veriyorum. 100 TL elektrik, su faturası ödesem, bana geriye ne kalacak? Çocuklarımızı da okuldan alacağız herhalde. Bugün ‘Haydi Kızlar Okula’ diye bir kampanya başlatılıyor ama biz okuyan çocuklarımızı, okullarından almak zorunda bırakılıyoruz. Bu nasıl iş?” diyor.
Ceketlerimiz yorgan oluyor
TEKEL işçisi, aynı zamanda Tek Gıda-İş Adıyaman Şube Sekreteri Mehmet Öztürk’ün 4 çocuğu var. Ayda 1400 TL maaş aldığını bu maaşla bile geçimini çok zor sağladığını belirtiyor. “Hakkımı aramak için eyleme geldim” diyor, “Çocuklarımı ve eşimi akrabalara, eşe dosta bıraktım. Her gün onlarla telefonda konuşuyorum. Sekiz yaşında bir kızım var ve bana her gün telefonda soruyor. ‘Baba sen ne yaptın? Sen ne yaptın da sana polisler bu şekilde davranıyor?’ Hepimizin psikolojisi bozuldu. Çocuklarımla telefonda bile konuşamaz hale geldim. Sürekli ağlıyorum. Özellikle geceleri bizler için çok zor oluyor. Sendikalar bizim için salonlarını açtı. Orada kartonların üzerinde yatıyoruz. Üzerinize ne örtüyorsunuz diye sorarsanız, bazı arkadaşlarımız yanlarında battaniye getirmiş onları örtüyor, bazılarımızsa ceketlerimizi... Ceketlerimiz bize yorgan oluyor. Sabah kahvaltısı ise hak getire... Ne bulursak onu yiyoruz. Sağ olsun Ankaralılar bize çok destek çıktı, yemekler yapıp getiriyorlar, onların getirdiği, çeşitli sivil toplum örgütlerinin dağıttığı kumanyaları yiyoruz. Biz bu durumdayken, Başbakan çıkıp diyor ki, ‘Bunların yaptığı eylem ideolojik.’ Bu nasıl bir insan? Bu ülke yurttaşına bu kadar zulmedilir mi? Biz bu işi büyütmeye kararlıyız. Ölümüne burdayız. Şimdi belirtmek istiyorum ki, burada herhangi birimize bir şey olursa, bu ülkenin milletvekilleri ileride ‘katil’ olarak anılır. Eğer ölürsek, hükümet cenazemize gelmesin.”