Sizinle röportaj yapabilir miyiz?
Gazeteciyiz, gündemi takip ederken meşrebimize göre haber yazıp, söyleşiler yapıyoruz. Elbette bunların asıl kahramanları da "ünlüler". Ama biz bu konuda sıkıntılıyız. Bu haber de bunun için hazırlandı. Zira menajerler ve menajerlik şirketleri tekelleşme yolunda. Şöhret simsarları sanatçılarını röportaj vermeleri için 'satan', 'çok izlenen', 'çok okunan'lara yönlendirirken, her hafta bize 'haber atlatan'ları konuşmaktan sıkıldık. Yani bu işin tadı iyice kaçtı...
cumhuriyet.com.trKimi zaman bir müzisyene, oyuncuya, yönetmene, sunucuya, kısacası “ünlü” bir isme ulaşmak ve görüşmek yasaklı bir ülkeye pasaport almak kadar zor ve sıkıcı olabiliyor. Önünüzdeki ilk engel menajerlik sistemi. Hatta öyle ki bireysel menajerlik günümüzde tekelleşen iletişim şirketlerine dönüştü. İsim yapmak, ismini korumak isteyenlerin kapısını aşındırdığı, listesine girmek istediği menajerlik şirketleri ortaya çıkmaya başladı. Hal böyle olunca da “ünlü” isimlerimiz söz konusu şirketin belirlediği, istediği televizyon ya da gazeteler hatta gazeteciler dışında kimseyle görüşmüyor. Bu haber de işte tam bu yüzden yazıldı. Son zamanlarda kiminle görüşmeye kalksak (Hakkını yemeyelim bazı isimleri dışında tutmak lazım.) önce menajerine ulaşmaya çalışıyoruz. Uzun uğraşlar sonucunda telefonda konuşabildiğimizde aldığımız yanıtlar birbirinden farksız; “isteğinizi bize mail olarak atın” cevapları, “önce soruları yollayın” replikleri, “kapak mı olacak? İç sayfa mı?” soruları ve en tuhafı “Onun yerine şununla yapabilirsiniz” teklifleri! “Elbette çok isteriz. Biz sizi arayacağız, falanca bey-hanım sizinle röportaj yapacağı için çok heyecanlı...” sözlerinin ardından bir türlü tarih verilmemesi de cabası. “Şu an kimseyle röportaj yapmak istemiyor” denilen sanatçıların sonra başka gazetelerde sayfa sayfa söyleşilerini görünce epey huzursuz oluyor ve atlatılıp, kandırıldığımızı düşünüyoruz.
Evet, gazetecilik rekabet işi. Zira “çok satan”, “çok izlenen”, “çok okunan” tercihleri de “iyi” pazarlamanın bir parçası ama bu işin tadı iyice kaçmaya başladı. Peki bu noktaya nasıl geldik? Neden artık ünlüler menajersiz çalışamıyor? Röportaj vermek için neden bu kadar nazlanıyorlar? Ben de önce birlikte çalıştığım menajer arkadaşlarıma bu soruları yönelttim, onlarla konuşmak istedim ancak iş başka dostluk başkaydı! Kabul etmediler... Bu sefer rotamı muhalifliğine güvendiğim, menajer kullanmadığını düşündüğüm hatta röportajlarında bunu eleştiren sanatçılara çevirdim ancak sonuç yine hayal kırıklığıydı. “Onlarsız olmuyor, elimizden bir şey de gelmiyor” cevaplarını kaldırabilirdim ama “onlarsız olamama” durumunu bile konuşmaktan çekinmeleri artık fazlaydı. Neyse ki, “ne menajerle ne de menajersiz olmanın” matematiğini konuşabildiklerim oldu da, popüler kültürün çarklarının dışında da iş yapılabileceğine dair inancım tazelendi.Tiyatro ve sinema oyuncusu Jülide Kural 26 yıllık sanat hayatına hiç menajer sokmamış, çünkü emeği, sanatı üzerinden para kazanılması hoşuna gitmiyor. “Sorumluluğu kendimden başkasıyla paylaşmadım” diyor, “İşlerimi kendi işi gibi özenle yapacak birini elbette isterdim ama sektörleşme tüketmeye yönelik. Pasta büyük, pay almak isteyenler çok.” Kural, Türkiye’deki bileşenlerin farklı olduğunu “ne Doğulu ne de Batılı” olamadığımızdan tüm işleri kendi bildiğimiz gibi yapma hatasına düştüğümüzü anlatıyor. Kapitalizmin hızlı ilerleyişi de bu arada kalmışlığı körüklüyor.
Herkes "Yırtma"nın peşinde
Peki Kural yıllardır işlerini nasıl yürütüyor? Yanıt ondan: “Ben çok genç yaşta bu işin içine doğdum. Eskiden samimiyet ve inanç daha güçlüydü. Şimdi tecrübemle temellendirdiğim ilişkiler beni koruyor ve işimi kolaylaştırıyor. Her şey metalaştığı için oyunun parçası olmaya zorlanıyoruz. Gençler de menajerleri mihmandar alıp kendilerini fil dişi kulelerine çekiliyorlar. Gençlerin bir anda şöhretin zirvesine çıkma ihtimali günümüz koşullarında çok fazla. Bunu bilen yapımcı, menajer ve şirketler de onları çok ağır sözleşmelerle bağlıyorlar”.
Herkesin “yırtarım” mantığıyla bu işe bakmasından yakınıyor; çıkar ilişkilerinin insan ilişkilerini zedelemesinden de. Gelecek korkusunun da insanların gözünü kör ettiği görüşünde. Bu işte büyük paraların bir anda kazanılıp, bir anda kaybedilmesinin korkutucu olduğunu söylüyor. “Açlık, ahlakı yedirir” diyor, “doğru bir toplumuz ama kapitalizme hizmet etmeye zorlanıyoruz. Zira para işin içine nerede girerse orada yalan başlar.”
Yıllarını sahnelere veren Seyfi Dursunoğlu ise, her zamanki cevval ve bıçkın espri anlayışıyla başlıyor söze; “Bir sanatçıyı iki kişi dolandırır; biri mali müşaviri, diğeri menajeri. Benim yaşım da var, aklım da. Eskiden de hem hayatımda hem de işlerimde kendimden başkasına güvenmedim. Bir ara bir dostum işlerimi yaptı ama eksiklikler beni epey yordu.”
Dursunoğlu pek çok menajerle çalıştığını anlatıyor. İyi bir menajerin her kapıyı açabileceğine inanıyor. “Haberlerinizi yaptırır, reklamlarınızı ayarlar. Yani ben birini arayıp benimle söyleşi yap diyemem ki” diyor. “Eskiden yüzde 10 verirdim, şimdi bu rakamlar yüzde 25, 30’larda. Gerçi eskiden menajerlik gibi değil, arabuluculuk gibi işlerdi. İyi bir menajerim olsaydı dünya çapında olabilirdim. Gerçi dünya çapındayım, ama olsun!”. Dursunoğlu sanatçı kataloglarından da yakınıyor ama eleştirmiyor. Sistemin böyle çalıştığını söylüyor. Her şeyi ters giden bir ülkede bunun doğru yapılmasını beklemenin ona göre saflık.
Hümeyra da 40 yılını verdiği sanat yaşamında menajerlik sisteminden uzak duranlardan. Eski zamanlarda, “centilmenlik anlaşmaları” ile işlerini yürüttüklerini anlatıyor, herkesin birbirini tanıdığını, yüz yüze baktıklarını... Ta ki 1980’lere kadar... Sonra paralarını alamadıkları dönemler başlıyor. Hümeyra’ya göre profesyonellik yaptıkları işi mekanikleştiriyor. “Ben artık gazetecileri, yapımcıları tanımıyorum” diyor. “Aracılar kopukluk yaratıyor. Ben de bir dönem Haber gazetesinde Beyoğlu muhabirliği yaptım. O zamanı gördüğüm için bugünü daha iyi yorumlayabildiğimi düşünüyorum.”
Menajerlerin ekipleri de var
Hümeyra bugüne kadar her işini kendi halletiğini söylüyor, bu yorucu olsa da, o kendi deyişiyle “başına buyruk” olmaktan memnun. Üstelik ekiple çalışan sanatçıların daha çok yorulduğunu düşünüyor. Neden mi? Bakın neler anlatıyor: “Düşünsenize, deli gibi çalışıyorsunuz. Bir de o insanları besliyorsunuz. Onlar da doğal olarak sizi sürekli işe koşuyorlar. Kısacası benim menajerim olmayı da kimse istemez. Beni tanıyan bilir, istemediğim insan bana yaklaşamaz, salavatla gelir yanıma. Ben kiminle anlaşırsam onunla çalışıyorum... Ama bu işi çok iyi yapan şirketleri de görmezden gelemiyorum. Onlarla çalışmak iyi olurdu. Sözleşme okumaktan sıkıldım. Sözleşmelerde şöyle bir madde ibare olur: ‘Güneş sisteminin olduğu her yerde.’ Düşünsenize yani tüm evrende haklarınız onlara ait oluyor. Şaka gibi ama gerçek.”