Silivri Merkezli Deprem

Cumhuriyet, tutuklu ve hükümlülerden gelen mektuplara sayfalarını açtı. Gazete, bugünden başlayarak her hafta 2 gün cezaevlerinde kalanların sesi olacak.

cumhuriyet.com.tr

Bugün, Deniz Kurmay Albay Bora Serdar ‘Silivri Merkezli Deprem’ başlıklı mektubunda Balyoz davasında ceza alan 326 kişinin, adalet enkazından çıkarılması için yasal mücadelelerini sürdüreceklerini vurguluyor.

Silivri Mahkeme Salonu” merkezli çok şiddetli bir hukuk depreminin yaşandığı haberi, yerli ve yabancı basın mensuplarınca ajanslara geçilmiş ve ilk tespitlere göre dalga dalga gelen depremin 20, 18, 16 ve 13.5 şiddetinde olduğu, 326 vatanseverin “adalet enkazı” altında kaldığı görsel medyada flaş haber olarak yer almıştır.

Evet, Silivri Mahkeme Salonu’nda görüşülen 365 sanıklı namı diğer “Balyoz davası”nın son karar gününde, 250’si tutuklu toplam 326 sanığın, “20’lik, 18’lik, 16’lık ve 13.5’lik ceza paketlerine” paylaştırılarak mahkûmiyet kararlarının avukatlar olmaksızın yüzlerine okunmasıyla yaşanan hukuk skandalı “Türk ve dünya hukuk tarihinde” büyük bir yıkıma neden olmuştur.

Anayasaya, kanunlara ve insan haklarına aykırı olarak 11 Şubat 2011 tarihinde verilen ilk tutuklama kararını müteakip yaklaşık 20 ay sonra, iddianameye ve esas hakkındaki mütalaaya yönelik tespit edilmiş binlerce çelişki ve yanlışlık varken, yani “iddia edilenlerle realite arasında tam bir uyumsuzluk söz konusu iken, mahkeme heyetinin bilimi de inkâr ederek almış olduğu gerekçesiz mahkûmiyet kararı” toplumun vicdanını derinden yaralamıştır.

Ve ne yazık ki, mahkûmiyet kararı ile birlikte, “temelsiz hukuki bir sürece oturtulmuş olan ‘Balyoz davası’, böylece uzun bir süre aydınlığı göremeyeceğimiz karanlık bir tünele sokulmuştur. Silivri’nin adaleti, yaşanan hukuki depremi tetikleyen asıl neden olmuştur.”

Siyasal amaçla suçlanarak iftiranın en koyusuna maruz kalan ve bu bağlamda itibarı ve onuru çalınan, buz kadar iffetli, kar kadar temiz ve cesur yüreklere sahip, Cumhuriyetin temel ilkelerine her zaman saygılı olmuş biz sanıklar 20, 18, 16 ve 13.5 yıllara varan ağır hapis cezaları alırken, ne yazık ki en büyük cezayı, toplam 5.276 yılla Türk Silahlı Kuvvetleri almıştır.

Vicdanların kabul etmediği bu acı olay, intikam alma duygusuyla TSK’nin itibarsızlaştırılarak ve etkisizleştirilerek yeniden yapılandırılmasında dönüm noktasına gelindiğinin en büyük kanıtı değil midir?

Verilen mahkûmiyet kararının arkasından, “Hukukun üstünlüğüne, adil yargılanma ilkeleri çerçevesinde, söz konusu yargılamanın hakkaniyete uygun kesin bir hükümle neticeleneceğine inanmaktayız” şeklinde yapılan muhtelif açıklamaları, Silivri’de yaşanan adaletsizliği ve hukuksuzluğu gören ve yaşayan biri olarak, akıl ve mantıkla bağdaştıramadığım için çok gerçekçi bulamadığımı üzülerek ifade etmek istiyorum.

Darbelerle hesaplaşma adına adil olmayan bir yargılama sonucu bizlere verilen bu haksız mahkûmiyeti, “hukuk ve demokrasi tarihimiz için bir dönüm noktası” olarak görenlere, bu davayı “Türkiye’nin Nürnberg”i diye tanımlayanlara, “Bir darbe planı ilk kez hukuki bir karara bağlandı, bu bir hukuk devrimiydi” söyleminde bulunanlara “ilk kez bu ülkede asker darbeciler sivil mahkemede darbecilikten mahkûm oldu” çığırtkanlığı yapanlara “el insaf, yazıklar olsun” diyorum.

Vicdanlarınızı ve yüreğinizi kimlere sattınız? Bu söylemlerle kimin değirmenine su taşıyorsunuz? Yüzünüz hiç mi kızarmıyor? Sizce bu yorumlar, hukuk ve insanlık adına utanç verici değil mi? Bu şekilde, yapılan zulme ortak olduğunuzun hiç mi farkında değilsiniz? İleri demokrasi denilen şey zannedersem bu olsa gerek!

“Bal-gibi-yoz”laşan ve adil yargılanma ilkelerinden uzak hukuk sistemimizin adaletsizliğini göremeyenlerin, yaşanan “hukuk darbesini, hukuk devrimi” olarak algılayanların, “yapılan onca usul hatalarının Yargıtay tarafından görüleceğine inanıyorum, mahkeme kararından sonra bir de malum Yargıtay süreci var” söyleminde bulunanların, “Daha hukuki süreç tamamlanmadı, bereket versin ki bu nihai karar değil” aldatmacasını tercih edenlerin, gerçeklerle yüzleşme korkusu içinde olduklarını değerlendiriyorum.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın uluslararası yargı sempozyumunda yaptığı konuşmasından birkaç satırı bu noktada sizlere hatırlatmak istiyorum: “Yargının topluma sunduğu yegâne ürün adalettir. Bu ürünün alternatifi yoktur. Adalet hizmetlerinin onarıcı niteliği, üretim kalitesi ve zamanında dağıtımın varlığı ile güç kazanır. Aksi durum bunalım, kaos ve vicdanları isyana sürüklemekten başka sonuç doğurmaz.”

Ne acıdır ki, başkanın bu doğru ve gerçekçi sözlerine, “Balyoz davası”nı yürüten mahkeme heyeti hiçbir zaman ve hiçbir şekilde itibar etmemiştir. 21 Eylül 2012 tarihinde verilen mahkûmiyet kararına istinaden “Balyoz davası bitti” yanılgısı içinde olanlara ve yaşadığımız adaletsizliğe boyun eğeceğimizi zannedenlere sesleniyorum. Trajikomik bir halden öteye geçip, dört başı mamur acıklı bir güldürüye dönüşen “Balyoz davası” asıl şimdi başlıyor.

Anayasasında “demokratik hukuk devleti” yazan bir ülkede, kişisel ve toplumsal onur adına, ilkel öç alma duygusuna esir düşenlere ve yaşamakta olduğumuz insan hakları ve hukuk ihlallerine karşı, 326 vatanseverin adalet enkazından çıkartılması için demir parmaklıklar arkasında sürdürmekte olduğumuz yasal mücadele, içimizde büyüttüğümüz isyan ve öfkeyle daha da artarak devam edecektir. Sağduyulu yüce Türk milletinin her bir bireyine duyurulur.

Saygılarımla.

BORA SERDAR

Deniz Kurmay Albay

Tarih: 21 Eylül 2012 Saat 17.30.