Selahattin Demirtaş'tan 'Seher'
Yazar ve siyasetçi Selahattin Demirtaş, “Seher”de, elindeki aynayı yol boyunca ülkenin şehirlerine ve insanlarına tutarak çocuk işçileri, emek sömürüsünü, savaşı, göçü, kapitalist moderniteyi ve çocuk gelinleri anlatıyor.
İbrahim GençDünya edebiyatında cezaevleri ve sürgünlerin, sözün gücü ve büyüsü karşısındaki anlamsızlığına değinen birçok metin yazıldı. Çünkü en nihayetinde söz, bireyin zihnine karşı bir meydan okumayı içeren cezaevlerine verilen bir cevaptı. Dolayısıyla fiziksel kabiliyetler sınırlandıkça düşünce, “yazma” eylemiyle duvarları aştı. Bugün HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da edebi metinlerle cezaevinden dışarıya seslenirken müzik, şiir, resim, deneme ve öykü türleriyle deldiği duvarları Seher adlı ilk öykü kitabıyla anlamsızlaştırarak âdeta yıkıp geçti.
Bir yönüyle Demirtaş, edebiyata ve sanata yüklediği direniş rolüyle dünya ve Kürt edebiyatındaki birçok entelektüelle buluşuyor. Özellikle cezaevi ve sürgünün yoğun işlendiği Kürt edebiyatına bakıldığında bunu daha net görüyoruz. Çünkü dün olduğu gibi bugün de Kürt aydınları her zaman çok yönlü olma zorunluluğu hissetti. Bu nedenle Kürt entelektüelleri aynı anda şair, yazar ve siyasetçi olarak karşımıza çıktı. Dolayısıyla elinde bağlamasıyla, tuvalde resimleriyle, kürsüde siyasi nutuklarıyla, kâğıtta öyküleriyle Demirtaş da bu ekolün bir temsilcisi.
YAZARAK DİRENENLER
Bu edebi ve siyasi ekolün başında, Kürt dilbilimci ve siyasetçi Celadet Ali Bedirhan gelir. Bu bağlamda Demirtaş’ın Celadet’le benzeşen tarafını irdelemek lazım. Celadet de esasında bir siyasetçi ve direnişçiydi. Lakin o da siyasi direniş ve mücadelesini sonraki süreçte dil ve edebiyat alanına taşıyarak devam etti. Bunun sonucunda Cegerxwin, Nureddin Zaza ve Osman Sebri gibi hem siyasetçi hem de edebiyatçı entelektüellerle çıkardığı Hawar dergisiyle bir ekol yarattı. Aynı şekilde “Haksızlığı kabul etmemek” üzerinden yazarlığını temellendiren Kürt bilge gazeteci Musa Anter’in de mizahı ve siyaseti iç içe ele alan tarzı da edebiyat ve siyaset ilişkisi üzerinde ele alınabilir önemli bir örnek.
Bunların yanında modern Kürt edebiyatının öncüsü Mehmed Uzun’un da cezaevine ve sürgüne cevabı “yazmak” olmuştur. Bir konferansında Uzun, yazın sürecini adalet ve vicdan için yapılan “Mecburi bir başkaldırı” olarak değerlendirip yazarın “direnme” gibi bir görevi olduğunu belirtir. Yine Kürtçe yayınlanan “Sen” isimli ilk romanında da Uzun, kahramanına “Bizi cezaevinin yalıtılmışlığı içinde dondurmak istediler. Ama zorbalar cezaevlerinin de üniversite olduğunu anlayamazlar” dedirtir. Tabii dünya edebiyatından Xavier de Maistre başta olmak üzere birçok örnek de verilebilir. Ama İrlanda’da açlık direnişinin öncüsü IRA üyesi ve milletvekili Bobby Sands’in ağır cezaevi koşullarına rağmen zihnini diri tutmak için verdiği mücadele ve sözünü dışarı taşımak için tuvalet kağıdına yazdığı günlükleri anımsamamak mümkün mü?
Peki 16 Eylül’de okurla buluştuktan sonra kısa bir süre içinde tükenen Seher de cezaevi direniş edebiyatının bir parçası olacak mı? Kitabın yazarı ve eserin etkisi yazın tarihindeki yerini alacağını söylüyor. Çünkü Demirtaş, sanatın birleştirici ve etkileyici gücüyle toplumun her kesimine ulaşabileceği bir yolu zorluyor. Dolayısıyla edebiyatın derinliğiyle duvarın berisi ve ötesi birbirine kavuşmuş durumda. Bu da Türkiyeli okura bir siyasetçinin iç dünyasını açıp anlama fırsatı sunuyor. Bu anlamda Demirtaş da iç dünyasını okura açmaktan imtina etmeden kendini belki de insafsızca olabilecek tüm eleştirilere açabilecek cesareti gösterebiliyor. Kendi deyişiyle buna “cüret” ediyor. Bunu yaparken politik kimliğinden dolayı angaje bir yazar olduğunu söyleyenler de olabilir ama Demitaş’ın, politik dile ve gündelik sloganlara teslim olduğu söylenemez.
TOPLUMA TUTULAN AYNA
Gündelik insan hâllerinin yalın bir dille anlatıldığı Seher’de toplam on iki öykü yer alıyor. Yazarın yaşamından izler taşıyan “Annemle Hesaplaşmalar”, “İçimizdeki Erkek” ve “Cezaevi Mektup Okuma Komisyonuna Mektup” öykülerinde kurgu ile gerçek iç içe geçerken diğer öykülerin iyi düşünülerek kurgulandığı söylenebilir. İçerik açısından bakıldığında modern öykünün izlerine rastlayabilirsiniz. Dolayısıyla günlük hayatın içinde görüp de üzerinde düşün(e)mediğimiz olaylar okura sunulurken arka planda bir mesaj saklı. Bununla birlikte öykülerde yaşama dair farklı olaylar, renkler, sesler, durumlar görmek de mümkün. Çünkü yazarın eğitim, meslek ve siyasi hayatının ona sağladığı görme, tanıma ve gözlem gücü dikkat çekici.
Birinci şahsın anlattığı öykülerde odak noktası, yazarın kendisiyken egemen bakış açısının kullanıldığı öykülerde ise olayın kendisi öne çıkıyor. Özellikle egemen bakışla anlatılan “Seher” öyküsünde yazar gerideyken okur toplumsal sorunla yüzleşir. “Seher”de kullanılan dil de olayların gelişimine paralel bir seyir izler. “Seher”de anlatılan sadece genç bir kadın değildir; burada ayna topluma tutuluyor. Olayın kendisi ele alınırken genel bir bakış vardır ve cümleler kurallı çoğunlukla. Ama yazar “Seher”in iç dünyasına inip ona yoğunlaştıkça devrik cümleler çoğalıyor.
Aynı üslubun “Temizlikçi Nazo” öyküsünde de kullanıldığını söyleyebiliriz. Nazo, Seher’e göre daha güçlü bir karakter ve kendi öyküsünü anlatıyor. Nazo’nun araba markası bilgisi ve kişileri bunlar üzerinden tahlil etmesi önemli. Olayın merkezinde renkli kişiliğiyle Nazo olduğu için cümleler de çoğunlukla devrik. Öykünün girişinde Nazo, “Şu gördüğünüz” dediği anda okur öykünün içine çekiliyor birden. Halep Ezmesi adlı öyküde ise Hatay’ın yemek kültüründen pasajlarda “ama özellikle etler harika” ifadesini takip eden “68 parçalanmış beden” sözü, Ortadoğu’daki yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgiye gönderme yapıyor.
“Seher”de olaylar Diyarbakır, Isparta, Adana, Hatay, Edirne, İstanbul, Hama, Halep ve Ankara gibi farklı kentlerde geçiyor. Bu yönüyle kitapta mekânsal bir zenginlik ve çeşitlilik var. Betimlemeler, yazarın bildiği veya yaşadığı şehirlerde daha geniş yer tutarken Hama ve Halep’te biraz daha belirsiz. Ama genel itibariyle yazar, okuru tasvirlere boğmadan doğrudan olayın içine çekiyor. Öyküde cereyan eden olaylarda heyecan artıp azalırken merak güdüsü etkili finallerle tatmin ediliyor. Bunun yanında öykülerde kelime oyunları ve ustaca yerleştirilmiş mizah da monotonluğu dağıtabiliyor. Sonuç olarak yazar ve siyasetçi Selahattin Demirtaş, elindeki aynayı yol boyunca ülkenin şehirlerine ve insanlarına tutarak çocuk işçileri, emek sömürüsünü, savaşı, göçü, kapitalist moderniteyi ve çocuk gelinleri anlatırken idealist bir bakışla ele aldığı “Sonu Muhteşem Olacak” adlı öyküyle geleceğe de mesaj veriyor.
Seher / Selahattin Demirtaş / Dipnot Yayınları / 140 s.