Sanat yaşama öykündü

Danimarkalı sanatçı Nikolaj Bendix Skyum Larsen’in Akdeniz’deki kaybedilmiş göçmenlere adadığı sergi, tıpkı bu denizin dibinde yatanların yaşadığına benzer bir ‘kaza eseri’ gün ışığına çıktı.

Evrim Altuğ/Cumhuriyet

Danimarkalı sanatçı Nikolaj Bendix Skyum Larsen’in ‘Düşlerin Sonu’ isimli düzenlemesi, SALT Galata’nın karanlık bodrum katında, kefeni andıran 11 insansı, iplere bağlı buruşuk kütle ve Akdeniz’in koyu mavi akıntı görüntüleri eşliğinde işittiğimiz ürpertici tınılarla salınıyor.

Mart ayı sonuna dek görülebilen eser, Avrupa’ya ulaşmak üzere Akdeniz’i geçmeye çalışırken hayatını kaybeden sayısız göçmene bir ithaf niteliğini taşırken, sergi açıldığından bu yana (ne yazık ki yine ve yine) yüzlerce canın hayata veda etmiş olması, çalışmayı daha da dramatik ve gerçekçi hale getiriyor.

Sanatçı, eseri İtalyan sanat kurumu qwatz’ta konuk sanatçı olduğu 2013 yılında ilk olarak bir düzenleme biçiminde üretmiş. Ertesi yıl 48 adet beton – kumaş heykeli Güney İtalya’nın Calabria bölgesi Pizzo Calabro liman kasabasında denize indirmeye başlayan Larsen, ceset torbalarını andıran bu formları, ilk başlarda ‘doğal nedenlerle’ sualtı organizmaları ile kaplanana kadar denizde bırakmayı, sonrasında ise yine denizin bıraktığı izlerle ‘güncellenmiş’ bir sergi yapmayı aklına koymuş.

Gelgelelim, doğanın rastlantısal yazgısı hayata yine el vermiş ve işin üretim aşamasında heykellerin yerleştirildiği sal, beklenmedik bir şiddetli fırtına sonucu parçalanmış; bazı heykeller, deniz yatağına ve çevredeki kumsallara dağılırken, bazıları da tamamen kaybolmuş.

İşte bu heykellerden bulunabilmiş 11 adedini içeren sergisi içinbir araya geldiğimiz sanatçıya göre doğanın müdahalesi, işin üretim sürecini, bu işle ifade etmek istediği travma ve tehlike duygusuna daha da yaklaştırarak işin anlatısına katkı sağlamış. Yılmayan Larsen, bu koşullardan hareketle, hem bölgede çekim yapmaları hem de ulaşabildikleri enkaz ve heykelleri toplamaları için bir dalgıç ekibiyle anlaşmış. Sanatçının söz konusu materyalden ürettiği ve SALT’ta dünya prömiyerini yapan bu yeni iş, sualtında çekilmiş beş kanallı HD bir videoyu içeren çoklu medya bir enstalasyon ile heykel kalıntılarıyla hazırlanmış bir kompoziyondan oluşuyor.

Sharjah Art Foundation’ın desteği ve Danish Arts Council’ın katkılarıyla qwatz (Roma) tarafından gerçekleştirilen sanatçının diğer yapımlarını da içeren sergisi, aslında bir sergiden öte, izleyiciye bir deneyim fırsatı sunuyor. Peki ya Larsen serginin psikolojik karakterini nasıl kuruyor ? Şöyle yanıtlıyor sanatçı:

“Burada, kaybedilenlere yönelik açık bir saygı duruşu var. Bu, genel geçer orta sınıf Avrupalıların her gün tecrübe ettikleri bir şey değil. Böyle olsa bile, bu tüm hızıyla akıp gidiyor; söz gelimi ‘47 göçmen öldü…’ hemen ardından, ‘piyasalarda son durum… hava durumu…’ yani işittiğimiz şeyler giderek sayısallaşıyor. Öteki haberlerin arasında kaynıyor.”

Larsen’in ‘insanlık buluntuları’, beraberinde herhangi bir zamana da referans verebiliyor. Sanatçı, Akdeniz’de yatan nice kalıntı ve insanlık izine gönderme yaparak, tekerrür eden tarihin altını şöyle çiziyor: “Proje ekseninde yaşananlardan ötürü kaybolan heykeller, kim bilir gelecekte birileri tarafından su altında keşfedilebilecek. Böylece içinde bulunduğumuz durum bir bakıma tarihin bir parçası olarak tarihe geçebilecek.”

 

'İnsanlığı kaybediyoruz'

Sanatçı, Avrupa’nın bugünkü göçmen politikasını ise şöyle değerlendiriyor: “Avrupa bugün için koskocaman bir bürokrasi makinesine dönüştü ve bu makine, bir bakıma duygusal seviyede insanların bölgeye gelip gidişlerinin yolunu açma imkânlarının tam önünde duruyor. İnsanlara yardımcı olmaya çalışmanın nesi bu kadar yanlış, anlayamıyorum. Bu insanlar Avrupa’ya kötü emeller için değil, yardımımızı istedikleri için, gayet insanî pratikler üzerinden ulaşmaya çalışıyor. Bana kalırsa, arada bir şeyleri, insanlığı kaybediyoruz. Bunda hiç hoşlanmadığım bir yön de, konunun seçim kampanyalarına nasıl malzeme yapıldığı. Sağ kanattan hükümet veya partilerin bunu nasıl becerip, yabancı düşmanlığını küresel dünyada nasıl körükleyebildikleri. Gönül ister ki bu tür çatışmaların yaşanmadığı bir dünya kurulabilsin.”