Samimiyetsiz politika

Kurulduğu günden beri AKP'nin Kürt sorunu dışında ikinci başağrısı Alevi politikası oldu.

cumhuriyet.com.tr

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün TBMM’de cemevi açılması yönündeki talebi Diyanet’in görüşleri dayanak gösterilerek reddedilince, AKP ile Aleviler arasında var olan gerginliği tırmandırdı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in Diyanet İşleri Başkanlığı sitesinde “Müslümanların tek ibadethanesi camidir, cemevi ibadethane sayılmaz” yönündeki görüşüne dayandırdığı ret talebi, Alevi cephesinde “hükümet Diyanet’ten fetva istedi” şeklinde yorumlanıyor.

AKP’nin Alevilerle ilişkisi başlangıçtan beri hep sorunlu oldu. Aleviler toplumsal belleklerinde kendilerini yaralayan ya da öfkelendiren AKP kaynaklı epey materyal biriktirdi. Aslında AKP’nin Alevi, Alevilerin de AKP sorunu yeni sayılmaz. Başbakan Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı’na seçilmesinin hemen ertesinde Karacaahmet Cemevi’ni yıkmak için ekip göndermesi, Aleviler adına kolay unutulacak bir olay değildi. Erdoğan’ın da bu olayı unutturmak yönünde bir çaba içinde olduğu da söylenemez. Tersine Alevilerle ilişkilerinde yeni kırılmalar yaratacak icraatlar yapmakta gecikmedi. Belediye başkanlığı döneminde sürgüne gönderilmeyen Alevi bürokrat kalmadı. Her ramazan ayında belediyenin yemekhane ve çay ocaklarını kapatması da üstüne tüy dikti.

AKP’nin çıraklık döneminde Alevi politikası

2002 seçimleri öncesi AKP, toplumun tüm kesimleri gibi Alevilerin desteğini de arkasına almak istedi. Ancak bunu, Alevilerin temel taleplerine karşılık vermek yerine iki Alevi ismi milletvekili listelerine koyarak gerçekleştirmek istedi. Aslında AKP’nin Alevilerden oy alma umudu yoktu, ama o dönemde önem verdikleri AB’ye karşı “Alevileri de kucaklayan parti” görüntüsüne veriyorlardı.

İstanbul Milletvekili Reha Çamuoğlu’nu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Alevilerle İlişkiler”den sorumlu danışmanlığına getirilmesi de bu dönemde oldu. Başbakan ve bakanlar muharrem ayında Alevi sofralarına konuk olup oruç açtılar. Her ne kadar bu iftara katılan Aleviler o cenahta tanınan ve tabanı olan isimler olmasalar da yine de dışarıya “AKP’nin Alevilerle diyaloğa açık” olduğu görüntüsü vermesi açısından önemliydi. Ancak bu görüntünün AKP’nin zahiri görüntüsü olduğu çok geçmeden ortaya çıktı.

AKP’nin gerçek görüntüsü, Alevilerin “zorunlu din derslerinin kaldırılması” ve “cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması” yönündeki taleplerine karşı gösterdiği refleks ve geliştirdiği savunma mekanizmalarında saklıydı. Cemevlerinin ibadethane sayılması istendiğinde “cemevi cümbüşevi” söylemi devreye giriyor, zorunlu din derslerinin kaldırılması dile getirildiğinde ise “Biz din dersi değil, din kültürü öğretiyoruz” deniyordu.

AKP’nin ilk döneminde Hasan Zengin adlı bir Alevinin 2004 yılında AİHM’ye gitmesi ve AİHM’nin de başvuruyu yerinde bularak “Alevilere başka bir inancın zorla öğretilmesini insan haklarına aykırı bulması ve Alevi öğrencilerin bu dersten muaf tutulması” yönündeki kararı, AKP için bir samimiyet testi niteliğindeydi. Ancak AKP hükümeti gerek AİHM’ye gönderdiği savunma, gerekse AİHM kararını uygulamamakta ayak diremesi nedeniyle bu testten sınıfta kaldı. Bu dönemde bürokraside yapılan Alevi kıyımı da “At sahibine göre kişner” atasözünü doğrular nitelikteydi.

Çıraklıktan ustalığa geçiş dönemi

AKP hükümetinin ikinci döneminde Alevilerle ilişkisi inişli çıkışlı bir seyir izledi. 2010 yılında CHP Genel Başkanlığı’na Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesiyle AKP’nin Alevilerle ilişkilerinde yeni bir kırılma yaşandı. Başbakan Erdoğan’ın Kemal Kılıçdaroğlu’nu Alevi kimliği üzerinden vurma çabaları ve meydanlarda yuhalatması, zaten gergin olan AKP’nin Alevilerle ilişkisini tümüyle kopardı. Bir yandan Alevi çalıştayları düzenleyen, Dersim katliamı nedeniyle devlet adına Alevilerden özür dileyen AKP’nin Alevileri incitecek söylemlerine her gün yenisi ekleniyordu.

Referandum öncesi Başbakan Erdoğan’ın mitinglerde “Yüksek yargı Alevilerin elinde”, “Yargıda dedelerden talimat alma dönemi bitiyor” sözleri Alevilerle köprüleri atan yeni dönemin başladığına işaret ediyordu. ÖYM’lerin bir cemaatin eline geçtiği iddialarının ayyuka çıktığı ve bu dönemde Başbakan Erdoğan’ın bu mahkemeleri kaldıran yasal düzenlemeden sonra meydanlarda “Yargıda hocaefendilerden talimat alma dönemi bitiyor” demesini Aleviler boşuna beklediler.

Özel yetkili mahkemelerde çeşitli davalarda yargılanan askerlerin, özellikle alt kademedeki subayların önemli bir kısmının Alevi olması, bu cenahta “Yargıdan sonra orduda da Aleviler tasfiye ediliyor” kaygısına neden oldu.

O dönemde Devlet Bakanı Faruk Çelik tarafından başlatılan ve iki yılı aşkın bir süre devam eden “Alevi Çalıştayları”nda ilk kez bütün Aleviler ortak taleplerde buluşmasına karşın alınan tavsiye kararlarının bir teki bile Alevilerin istediği şekilde yaşama geçirilmedi. Madımak Oteli’nin müze olması yönünde bir adım atıldıysa da otele katledilen Alevilerin yanında olaylarda ölen iki katliamcının da resminin asılması, olumlu başlayan bir işin nasıl olumsuza çevrileceğinin iyi bir örneğiydi. Bunun yanında Aleviliğin ders kitaplarına girmesi konusunda yapılan çalışmanın Alevilerden saklanması ve bakanlığın kendi belirlediği bir komisyon tarafından hazırlanması “Alevilik öğretilecekse onu da biz yaparız” anlaşının bir ürünü olarak algılandı.

Sivas katliamı davasında firari sanıklar için mahkemenin zamanaşımı kararına karşı hükümetin bir önlem almaması ve her 2 Temmuz’da Sivas’ta anma toplantıları düzenlemek isteyen Alevilere engel çıkarılması da süreklilik arz eden bir sorun oldu.

Milli Eğitim’e bağlı okullarda öğretmenlerin Alevi öğrencilere yönelik kin ve nefret söylemi ile dayak atmaları olayının artış gösterdiği bu dönemde, seçmeli Kuran ya da Peygamberin hayatı derslerinin yanında Aleviler için de seçmeli ders talebi gündeme geldiğinde, Başbakan Erdoğan’ın “Ya, Kuran sizin de kitabınız değil mi?” diye tepki göstermesi, hükümetin Alevi taleplerine ne kadar kapalı olduğunu gösteriyordu.

AKP ile Aleviler arasında aylardan beri süren bir diğer tartışma da hükümetin Suriye politikasını eleştiren CHP ile Alevi gazetecilere yönelik, “Esad ile mezhep dayanışması” şeklinde yorumlanması oldu. Hükümetin Suriye’de Sünni muhaliflere her türlü desteği vermesi, “mezhep dayanışması” olarak yoruma açıkken özellikle Başbakan Erdoğan ve Devlet Bakanı Bülent Arınç’ın sadece “Alevileri” hedef alması AKP’nin ayrımcılık politikasının son örneği olarak görüldü.

En son örnek de Hüseyin Aygün’ün TBMM’de cemevi açılması talebinin Diyanet’ten görüş alınarak reddedilmesi ile yaşandı.

 

AKP ile Alevileri karşı karşıya getiren olaylar

• AİHM’nin Alevi öğrencilerin “zorunlu din derslerinden muaf tutulması”nı öngeren kararının yaşama geçirilmemesi.

• Bürokrasideki Alevilere yönelik kıyım politikası

• CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğine vurgu yapılarak meydanlarda yuhalatılması

• Erdoğan’ın refarandum öncesi ve sonrasında “Yüksek yargıda dedelerden talimat alma dönemi bitti” yönündeki açıklamaları

• Adıyaman, Aydın ve Erzincan’da Alevi evlerine konulan işaretlere kayıtsız kalınması

• Müzeye dönüştürülen Madımak Oteli’nde Sivas şehitlerinin resimleri yanına iki katliamcının ismine ve resmine yer verilmesi.

• Sivas katliamı davasında firari sanıkların yargılanmasında zamanaşımına karşı sessiz kalınması

• Hükümetin Suriye politikasına karşı çıkan Kılıçdaroğlu ve Alevi yazarlara karşı “Esad’la mezhep dayanışması içindeler” şeklindeki açıklamalar

• Alevi köylerine cami yaptırma faaliyetlerine hız verilmesi

• TBMM’de cemevi açılması için yapılan başvuruya Diyanet’in görüşleri doğrultusunda ret kararı verilmesi.

‘Bizi hiç şaşırtmadılar’

Mehmet Tural (Şahkulu Sultan Vakfı Başkanı): AKP’nin zaten bir Alevi politikası olmadı. Alevi sorununu çözüyormuş gibi yapıp hiçbir adım atmadı. Son dayatmaları “kendini İslamın içinde görüyorsan o halde camiye gel, Sünni İslamın kurallarına uy” demek isteniyor. Bütün amaç Alevileri Ortodoks İslamın potasında eritmek. Zaten bunun için bir yandan mahalle baskısı bir yandan da yasal düzenlemelerle din kurallarına dayalı bir devletin temel taşları iki koldan döşeniyor. Aleviler bugüne kadar bu dayatmalara karşı dik bir duruş sergilediler. Benim inanç yerimin neresi olacağına devlet ya da Sünni İslam değil, ancak ben karar veririm.

Doğan Bermek (Alevi Vakıfları Federasyonu Başkanı): Türkiye’de siyasetle dini kurumların yeri değişiyor. Bir inancın isteğini tek bir mezhebe hizmet eden kuruma soramazsınız. Din adamları siyasetçilerin yerine konuşuyor. Bu zamana kadar AKP’nin hangi konuda bir şey yapmak istediğini tam anladık ki bunu anlayalım. Alevi açılımı da AKP’nin anlaşılamayan politikalarından birisi. Alevilerin ibadethanesinin cemevleri olduğu konusunda hâlâ bir somut adım yok. Olmadığı gibi de inkâr ediyorlar.

Selahattin Özel (ABF Başkanı):
AKP, bugüne kadar izlediği politikalarla bizi mahçup etmedi. Zira biz ilk günden beri AKP’nin samimiyetsiz olduğunu, insan hakları ve eşit yurttaşlık temelinde rahatlıkla çözebileceği bu sorunu siyasallaştırarak çözümsüzlüğe mahkûm etti.