Şairimiz Nazım Hikmet
Henüz ilkokuldayım, elimde tuttuğum bir şiir kitabı 'Şairimin adı Nazım Hikmet' Ben şiirin kapısını Nazım Hikmet'in kitabıyla aralıyorum, gözlerim parlıyor, yolumuz uzadıkça uzuyor... Çok sonraları daha iyi anlıyorum ki, Nazım Hikmet şiiri, bu memleketin en güzel resimlerinden biriymiş.
cumhuriyet.com.trİstanbul’da esintili bir bahar günü, annemin elinden sıkı sıkı tutmuş Cağaloğlu’na yürüyoruz. Kapalıçarşı’dan geçiyoruz. Çocukluktan kalma en güçlü vurgusudur bu cümlenin benim için: İstanbul… Bir şeylerden bahsediyoruz, güzel şeylerden… Mutlu insanların kitaplarındaki heyecanlı dünyalardan… Caddelerde vakur bir isyan çiçeği kadar renkli çocukluğum, içi içine sığmayan bir güneşin yüzlerimizdeki derin anlamı, ben ve annem; eski bir İstanbul sokağında anılarımıza yürüyoruz. Hayatımın o anı, sanki hep bir kesintisizlik içerir… Tarihi bir çeşmeyi, uzun tabureli bir semt büfesini, şark kahvelerini, üniversite kitapçılarını, eski usul simitçileri, Babıali’nin uzun gövdeli gölgesini yavaş yavaş geçiyoruz. Çelimsiz bacaklarıyla acemice şehri zıplayarak geçmeye uğraşan bir yaban geyiği gibiyim, annem elimden sıkı sıkıya tutmasa; içimdeki dünya bir şiir olmaktan çıkacak sanki. Sonunda bir sahafa geliyoruz. Kitapların tozlarını kendi elinizle silebildiğiniz, memleket meselelerini ayaküstü dillendirdiğiniz, babacan adamların tavşankanı çaylarıyla demlenen güzel yerlerdir o sahaflar.
Annem, söz verdiği gibi o kitabı alacak bana. Bunun için çok anlamlı bu kitapçı. Henüz ilkokuldayım, elimde tuttuğum bir şiir kitabı… Şairimin adı Nazım Hikmet… Ben şiirin kapısını Nazım Hikmet’in kitabıyla aralıyorum, gözlerim parlıyor, yolumuz uzadıkça uzuyor... Çok sonraları daha iyi anlıyorum ki, Nazım Hikmet şiiri, bu memleketin en güzel resimlerinden biriymiş. Esintili bir bahar havasıdır bazen, bazen darmadağın olmuş bir güz bahçesinde en anlamlı renktir, bir yurttaşın gözünün bebeğidir, bir çocuğun yüzündeki esindir, birçok insanın bir sevgiyi ortak dile dönüştürdüğü melodidir. Memlekete duyulan aşkın ödünsüz ve değiştirilemez yalnızlığıdır. Şiir derin duyuştur. Bu nedenle bütün büyük şairler biteviye yalnızdır ve bir o kadar da kalabalık… Tıpkı Nazım Hikmet gibi…
Salkımsöğüt
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!
Ağlama salkımsöğüt,
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!
Nazım Hikmet Ran, resmi olarak 1901 Selanik doğumludur. Ancak ailesinin de benimseyeceği doğrultuda doğum yılı 1902 olarak bilinmektedir. Nazım Hikmet’in dedesinin de şair kimliği olan biri olarak bilinmesi, annesinin resim tutkusu, şairin üzerinde önemli etkiler yaratmış özelliklerdi. Nazım Hikmet şiiri için dönüm noktası sayılacak milat 1918 yılı olmuştu. 1918 yılında Hala Servilerde Ağlıyorlar Mı şiiri Yeni Mecmua’da yayımlandıktan sonra hececi şairler arasında yer bulmaya başlamış, 1920 yılında ise bir gazetenin açtığı yarışmada birinci olduktan sonra, önemli usta kalemlerin ilgisini çekmeyi başarmıştı. Ülkenin işgal altında olduğu yıllarda şiirleriyle önemli bir kitleyi etkilemeyi başararak milli mücadeleye çağıran Nazım Hikmet’in yurduna duyduğu sevgi, şiirlerinin ana temalarını oluşturmaya devam etmişti.
İstanbul’un işgali sırasında Anadolu’da bir süre öğretmenlik görevi ve çeşitli görevler üstlenerek bu mücadelenin bir parçası haline gelmek ve bir tarafıyla toplumu bu mücadeleye şiiriyle müdahil edebilmek misyonlarını başarıyla üstlendi. 1920’den sonra öğrenimine devam etmek için Moskova’ya gitti ve orada toplumbilim ağırlıklı dersler almaya başladı. Serbest ölçüyle bu dönemde şiirler yazmaya devam ederken, siyasi ve toplumsal ağırlıklı şiirleri ve dünya görüşüyle; şiirinin felsefesini dolayısıyla hayattaki tavrını da netçe belirlemiş oluyordu. 1924’de üniversiteyi bitirdikten sonra ülkesine geri döndüğünde, Aydınlık dergisi için yazılar yazmaya başlamıştı. Bir süre sonra 1925 yılında Şeyh Sait isyanının başlamasının ardından bir çok dergi ve gazetenin kapatılması ve yazarlar hakkında çıkan kararların ardından, 15 yıl hapse mahkum olduğunu öğrenmesiyle yurt dışına gitme kararı aldı. Bu yıldan sonra Nazım Hikmet’in hayatı, hayatını kaybettiği 1963 tarihine kadar son derece zorlu, inişli çıkışlı ve özlem dolu geçmiştir. Tutukluluk günleri, aşkları, memleketine duyduğu sevgi ve özlem, düşünen bir adam olmanın getirdiği yükler ve ihtiraslarla dolu gerçek bir hayat hikayesine sahiptir Nazım Hikmet.
İlk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü ardından 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-u,Varan 3, 1+1=1, Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü,Gece Gelen Telgraf, Taranta Babu’ya Mektuplar, Portreler, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı, Saat 21-22 şiirleri, Kurtuluş Savaşı Destanı, Şu 1941 yılında (Memleketimden İnsan Manzaraları), Dört Hapishaneden, Rubailer, Kuvayi Milliye yapıtlarını kaleme aldı. Tiyatro oyunları ve makaleleriyle de önemli metinler ortaya çıkaran Nazım Hikmet, yaşamı boyunca savaş karşıtı, insanın insana kulluğunu eleştiren, eşitlikçi, memleket sevgisinin en büyük aşkla yaşandığı, insanının kederlerine dokunabilen, duyarlı, estetik açıdan dünyada örnek teşkil edecek ve barışa dair çok önemli eserleri geriye bırakmıştır. Kitapları ve şiirleri dünyada bir çok dile çevrilen bir dünya şairi olan Nazım Hikmet, Uluslararası Barış Ödülü sahibidir ve şiirleriyle yakalamış olduğu evrensel dili belirleyen ve onun şiirini yetkinleştiren en önemli nokta, içinde ölünceye dek taşıdığı vatan aşkı ve insana duyduğu sevgidir. Büyük şairimizin bu kadar çok sevilmesinin nedeni olan olağanüstü şiirlerinin arkasında, insanının ruhuyla ve aşkla kurabildiği o inanılmaz temasın ve iç görünün etkisi tartışılmaz. Bu yıl şairimizin doğumunun 108. yılı Küba’da düzenlenecek bir törenle kutlanıyor. Türkiye’den Küba’ya giden sanatçılar arasında Füsun Akatlı, Mehmet Aksoy, Genco Erkal, Zeynep Irgat, Zehra İpşiroğlu gibi isimler bulunmakta. Bu vesile ile ölümsüz şairimizi, şiirleriyle bir kez daha aramıza davet ediyor olmak bize buruk bir sevinç yaşatacak. Küba’da, şairimiz Nazım Hikmet’i anacağız…
Bir kenara atabiliyorsak paranın pulun egemenliğini ve statülerin yırtıcı çağrısını, gerçek bir vatanseverliğin doğru dürüst bir insan olmaktan geçen herkesin kolayca katlanamayacağı ama göze alındığında yüceltilebilecek en doğru gösterge olduğunu anlayabiliyorsak, bu geriye bırakılmış öncelikle onurlu bir yaşamdır; onurlu bir yaşam ise her şeydir. Gerçek bir şair, gerçek bir aydın, gerçek bir değer olabilenler tartışmasız olarak bunun hayalini savaşa ve entrikaya rağmen kurmayanlardan çıkarlar. Mutlu Yıllar Nazım Hikmet!