'Sabotaj'...
cumhuriyet.com.trAvrupa’nın vebadan uygarlığa geçişi, kolay olmadı. Yüzyıllar aldı dersek, abartı sayılmaz. İlk ve en büyük adım, akıl için atıldı. Din tacirlerinin elinden çekip aldı. Akıl özgürleşince, süreç hızlandı. Ötekiler, sıra yarışına girdi: Bilgi, buluş, sanayi, gönenç. Biz bilimden uzaklaşıp, karanlığa sürüklenirken…
Yıllar öncesiydi Tokyo’da. Japon meslektaşım “minimarket” makineyi gösterirken, şöyle demişti: “Onu sevmiyoruz. İnsanımızı işsiz bırakıyor.” Harakiri çizgisinde bir ulusta, sabotaj olamazdı.
Avrupa, aynı incelikte değil. Sanayileşirken, en temel kavramı yok saydı. Makine, işçiyi evine gönderdi. İşsiz bir babanın kırılan onuru, göz ardı edildi. Çalışanlar, bunun öcünü almaya kalktı. Tahta ayakkabı “sabo”yu, makine dişlileri arasına fırlattı. İçinde “insan” olmayan yaklaşıma, yapacak başka şeyin olmadığı dönemde. Bu, sabotaj diye bildiğimiz, baltalamanın öyküsü. Aradan 250 yıl geçti de, aynı “insansız politika”nın sancıları sürüyor. Avrupa titriyor, ABD çözüm arayışında. Biz mi? Akşam televizyon haberlerini izlemekten, çekinir olduk. Ya ocağımıza ateş düşecek diye ya da evdekilere, ince ince süzülen gözyaşımızı, göstermemek için...
Bu bir sabotaj. Üstelik sabosu da yok. Ustabaşısı kim? Kim kimi işten çıkarmış? Asıl eylem yapanlar, şu kadarmış da, şu dili konuşurmuş. Uyruğu da şuymuş ve bu devletler destek verirmiş. İhale bile alırmış.
Bunların tümü ayrıntı. Dillendirmek bile, Türkiye Cumhuriyeti için ar, yani ayıp. Taştan sert, bıçaktan keskin olması beklenir. Biz ne yapıyoruz? İyi niyet yumrukla desteklenmezse, maydanoz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gider.
Terör toplantısı günlerini yaşıyoruz. Son model zırhlı otomobil tekerlekleri, dönüp duruyor. Sanki ilk kez karşılaşıyoruz. Selanik valisi Mehmet Tevfik Paşa, bugün olsa ne derdi? Amerikalı rahibe Stone, Bulgar teröristlere gönüllü kaçarak, bizi ABD ile krizin eşiğine getirirken...
Sanayileşen Avrupa, değerli maden yoksunu. Biz bu süreci tamamlayamadık. Yeraltı kaynaklarımız, ağzını sulandırıyor, insansız politikaların. Arkasında, kendi insanı kaybolup giderken.
Halkalı’da eşini teröre kurban veren, Muşlu Elif öğretmen haykırıyor: “Ben de Kürt’üm. Size mi kaldı hakkımı savunmak?” Biz çoktan, gelin-damat olduk. Boyumuzdan büyük, milyonlarca çocuğumuz var.
Bu saatten sonra, dağ fare doğurmaz.
Yurdumuzun dört bir yanında, ayrımsız yaşıyoruz. Gün, asıl sorumluların, bir adım öne çıkma günü. Yoksa? Yoksası yok! Nâzım Hikmet’in güzel deyişiyle: “Tavşan, korktuğu için kaçmaz. Kaçtığı için korkar.”