Rusya Kafkasya’da ön aldı
Dağlık Karabağ meselesinin Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir sorun niteliğine dönüşmesinin temeli 19. yüzyılda Ruslar tarafından atılmasına rağmen zaman zaman bölgede yaşanan gelişmeler meseleyi farklı yönde etkiledi. Bu bağlamda Ağustos 2008’te yaşanan Rusya-Gürcistan Savaşı’ndan sonra “sorunun çözümüne” ilişkin adımların hızlanması yeni bir dönem başlattı.
cumhuriyet.com.trBu açılımlardan özellikle Rusya’nın tarafları bir araya getirme çabası dikkat çekici olmaya başladı. Rusya’nın bu çabası taraflar arasında bir bildirgenin imzalanmasıyla sonuçlandı. Bölgesel ayrılıkçı hareketleri jeopolitik mücadelenin bir aracı olarak değerlendirdiğimiz zaman Abhazya ve Güney Osetya’yı tanıyarak bu konuda öne geçen Rusya, Dağlık Karabağ konusunda da yeni bir adım atarak Batı’nın birkaç adım önüne geçti.
2 Kasım 2008’de Rusya’nın arabuluculuğu ve Minsk Grubu’nun da katılımıyla Rusya Federasyonu, Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ “sorununun” çözümüne ilişkin 5 maddelik “Moskova Bildirgesi” imzalandı. Bildirgenin maddeleri şöyle:
1. Sorunun uluslararası hukuk ilkeleri ve normlarına uygun, bu bağlamda kabul edilen kararlar ve belgeler ışığında barışçıl yollarla çözümlenmesi Güney Kafkasya’da istikrarın ve güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Çözüm, ayrıca bölgede ekonomik gelişmişlik ve çok taraflı işbirliği için fırsat yaratacaktır.
2. Meselenin barışçıl yollarla çözümü için Kasım 2007’de AGİT Minsk Grubu tarafından Madrid’de hazırlanan ve daha sonraki tartışmaları dikkate alarak eşbaşkanların arabuluculuklarının devamı son derece önemlidir.
3. Barışçıl yollarla elde edilecek çözümün her aşaması ve bütün yönleri uluslararası garantilerle gözlemlenmelidir.
4. Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanları meselenin barışçıl yollarla çözümü için en yüksek düzeyde görüşmeleri devam ettirmeli ve ülkelerin dışişleri bakanları AGİT Minsk Grubu ile birlikte görüşmeleri aktifleştirmelidir.
5. Cumhurbaşkanları sorunun çözümüne ilişkin atılan/atılacak olan adımlar çerçevesinde karşılıklı güvenin artırılması ve kararların uygulanması için uygun ortamın yaratılmasını teşvik etmelidirler.
Bildirgenin önemi
Bildirge, iki ülkenin devlet başkanları tarafından imzalandığı için önemli kabul edilmektedir. Fakat bildirgenin önemini ve gücünü anlamamız açısından “sorunun” çözümüne ilişkin neleri içermediğine dikkat çekmemizde fayda vardır. Moskova’da yapılan üçlü görüşmeden önce basında işgal altındaki Azerbaycan topraklarında Rus “barış birliklerinin” yerleştirilmesinden, Rusya’nın garantörlüğüne kadar birçok konu konuşuldu fakat bu hususlara bildirgede yer verilmedi. Ayrıca Karabağ “sorununun” nihai çözümündeki püf noktalar olan Dağlık Karabağ’ın statüsünün yanı sıra Kelbecer ve Laçin’in durumuna ilişkin en ufak bir vurgu yapılmadı. Zira “sorunun” çözümüne ilişkin de temel ilkeler konusunda genel ifadeler kullanılmaktadır ki bu ifadeler Minsk Grubu eşbaşkanları tarafından basın aracılığıyla sık sık duyurulmaktadır. Bu nedenden dolayı birçok Azerbaycanlı siyaset adamı, uzman hatta dışişleri bakanlığı bile bildirge hakkında “değişen bir şey yok” yorumunu yaptı. Azerbaycan’a göre “sorunun" çözümünde ikinci aşamaya geçilirse ancak o zaman bildirge önem kazanacaktır.
Maddelerinde de görüleceği üzere bildirgede Azerbaycan’ın ısrar ettiği “toprak bütünlüğü” ilkesine vurgu yapılmıyor. Aynı zamanda Ermenistan’ın tezi olan “halkların kendi kaderini tayin hakkı”na da değinilmiyor. Ancak meselenin uluslararası hukuka uygun olarak çözülmesi gerektiğine vurgu yapılması Azerbaycan açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Çünkü Azerbaycan uluslararası hukukta devletlerin toprak bütünlüğünün halkların kendi kaderini tayin hakkından üstün olduğunu savunuyor. Kısaca meselenin uluslararası hukuka göre çözümlenmesi tezi Azerbaycan’ın tezidir ve adil bir şekilde uygulanırsa eski Dağlık Karabağ özerk bölgesi dahil işgal altındaki bütün topraklardan Ermenistan ordusunun çekilmesi gerekecektir. Fakat ayrılıkçı Dağlık Karabağ Ermenileri “uluslararası hukuk” ibaresini farklı yorumlayarak bu hususun bildirgede yer almasının bu bölgeye kendi kaderini tayin hakkı vereceği düşüncesindedir. Görünen o ki, bu husus taraflar arasında ciddi bir tartışmaya neden olacaktır. Ayrıca Mayıs 1994’te imzalanan Ateşkes Anlaşması’ndan farklı olarak bu bildirgede ayrılıkçı Dağlık Karabağ Ermenileri ile ilgili hususlar yer almamaktadır. Bu nokta Dağlık Karabağ Ermenilerinin görüşmelere katılma talebine karşın Azerbaycan’ın elinde büyük bir kozdur.
Sigortalama çabası
Beş maddeli bildirinin dört maddesinde “sorunun” barışçıl yollarla çözümüne direk; son maddesinde ise dolaylı yolla vurgu yapılmaktadır. Meselenin barışçıl yollarla çözüme kavuşturulması Azerbaycan’ın aleyhine olan bir gelişmedir. Ermenistan, diplomatik görüşmelerde Azerbaycan’ın silahlı kuvvetlerini bir baskı aracı olarak kullanmasına karşı duyduğu rahatsızlığı her ortamda ifade ediyordu. Bu bildirge sonrası Azerbaycan liderleri askeri yolla çözümü dile getirmeyecek veya dile getirdiği zaman Ermenistan bildirgeyi araç olarak kullanacaktır. Zira bu bildirgeden sonra açıklama yapan Amerikan Ermenileri Asamblesi, barışçıl çözüme atıfta bulunarak Azerbaycan’ın elinden silahlı kuvvetler kozunu aldığı için bildirgeyi olumlu buldu. Bu bildirgede “barışçıl yollar”ın özellikle vurgulanması Ermenistan’ın, meselenin çözümünde kuvvet kullanma yasağını öngören bir anlaşma imzalanması talepleri ile benzerlik arz etmektedir. Fakat bütün anlaşmaların üstünde olan BM Antlaşması Azerbaycan’a meşru müdafaa hakkı verdiği ve bu bildirgede de hala kuvvet kullanma direk olarak yasaklanmadığı için Ermenistan’ın bu konuda kesin zafer kazandığı söylenemez.
Bildirgede 29 Kasım 2007’de Madrid’de Minsk Grubu arabuluculuğuyla yapılan görüşmelerin yer alması Azerbaycan’ın aleyhindedir. Madrid’de taraflara sunulan belgenin ayrıntıları açıklanmamasına rağmen Ermenistan belgeyi şiddetle savunurken Azerbaycan karşı çıkmaktadır. Moskova Bildirgesinde Ermenistan’ın lehine daha somut hususlar bulunurken Azerbaycan lehine olan noktalar yoruma açıktır. Diğer taraftan bu bildirgeyle Rusya-Gürcistan Savaşı sonrası kaderi tartışılmaya açılan Minsk Grubu’nun devamına karar verilmesi de önemli bir husustur.
Böylece taraflar ortak noktalarda buluşmak yerine giderek daha çok ayrışmaktadırlar. Ermenistan Moskova Bildirgesi’yle bir koz daha elde etmiş oldu. Azerbaycan’ın elinde ise 1992–93 yıllarında BM Güvenlik Konseyi ve 14 Mart 2008 BM Genel Kurulu kararı vardır. Azerbaycan BM kararlarına Ermenistan ise Madrid Belgesi ve Moskova Bildirgesi’ne vurgu yapacaktır. Bu ise çözüme biraz daha uzaklaşmak anlamına gelmektedir.
Ancak Azerbaycan’ın pek göze batmasa da bir avantajı da yapılan bu tür anlaşmaların sonradan unutulmasıdır. Meselenin barışçıl yollarla çözümlenmesi için ilk anlaşma daha savaş genişlemeden 23 Eylül 1991’de Rusya Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin ve Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in arabuluculuğuyla Rusya’da imzalanmıştı. Fakat anlaşmadan hemen sonra Ermenistan birlikleri saldırıya geçerek Azerbaycan’ın iki vilayetini işgal ettiler. Dağlık Karabağ meselesinin barışçıl yollarla çözümlenmesi için ikinci anlaşma ise Mayıs 1992’de İran’ın arabuluculuğuyla Tahran’da yapıldı. Anlaşmadan sonra 8 Mayıs’ta Ermeni birlikleri stratejik öneme sahip Şuşa şehrini daha sonra ise Laçın koridorunu işgal ettiler. Hatta bu anlaşmalardan çok daha önemli olan bağlayıcı özelliğe sahip Rusya’nın da imzaladığı BM Güvenlik Konseyi kararlarına bile uyulmadı.
Jeopolitik mücadele aracı
Rusya, bu bildirgeyi imzalatarak iki önemli mesaj vermeye çalıştı. Rusya, Gürcistan saldırısı sonrası bölgede bozulan imajını düzelterek sorunların çözümünde yıkıcı değil yapıcı rol alabileceği imajını yaratmaya ve Batıya Güney Kafkasya’da ikinci bir darbe daha vurduğunu göstermeye çalıştı. Böylece Gürcistan Savaşı’yla başlatmış olduğu süreci Moskova Bildirgesi ile devam ettirdi.
Bu bildirgeyi sadece içeriği ile değil öncesi ve sonrası yaşanan gelişmelerle değerlendirdiğimiz zaman farklı sonuçlara da varılabilir. Bildirge imzalanmadan önceki süreçte Ermenistan hala Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığından vazgeçilmeyeceğinden bahsederken, Azerbaycan tarafı kesinlikle bu bölgenin bağımsızlığına karış çıkacağını yüksek sesle söylüyordu. Belgede Azerbaycan’ın taleplerinin yer almaması Rusya’nın baskısıyla imzalanan bir bildirge olduğunu ortaya koymaktadır. Rusya Dağlık Karabağ’ı savaş yoluyla kurtaracağız, açıklamasını yapan Azerbaycan’a “aba altından sopa” göstermektedir. 4 Temmuz 2008’te Medvedev’in Azerbaycan ziyareti sırasında taraflar arasında imzalanan Hükümetler arası anlaşmada Rusya’nın Azerbaycan toprak bütünlüğünü tanıması ve Ermenistan’ın bu anlaşmadan rahatsız olması ise Rusya’nın Azerbaycan toprak bütünlüğünü destekleyeceği duygusunu yaratmaktadır. Ancak unutulmamalı ki Rusya, tarafları, daha farklı bir anlaşmaya da zorlayabilir. Rusya’nın Dağlık Karabağ açılımlarının ana hedefi Azerbaycan’ın Batıya yakınlaşmasını engellemek ve Kafkasya “sorunlarının çözümüne” olumlu katkı yapıyor görüntüsü vermek olabileceği gibi, Abhazya ve Güney Osetya’yı tanımayarak Rusya’yı yalnız bırakan veya son dönemlerde Batı ile ilişkilerini geliştiren Ermenistan’a karşı baskı aracı da olabilir.
Rusya’nın ön ayak olduğu yeni bir sürecin başlatılmasına rağmen bu sürecin Dağlık Karabağ “sorununun çözümüne” olumlu katkı yapacağını söylemek için henüz erken. Bu süreç en fazla eski Dağlık Karabağ özerk bölgesi çevresinde 7 vilayetin boşaltmasına kadar gidebilir. “Sorunun” çözümü açısından kritik role sahip statü meselesinde ise yaşanacak olumlu bir gelişme sürpriz olur. Bu süreç “sorunun” çözüm anahtarını elinde bulunduran Rusya tarafından başlatıldığı için izlenmesi ve takip edilmesi gereken bir süreçtir. Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin Ağustos 2008’te yaptığı taktiksel yanlışlık sadece Gürcistan’a değil bütün bölgeye pahalıya mal olmaktadır. Azerbaycan’ın uygulayacağı en akıllıca taktik Rusya’yı rahatsız etmeden bu geçiş sürecini en az zararla atlatmaktır.
Bu süreçte Rusya, Dağlık Karabağ’a karşılık Azerbaycan’ın bağımsızlığını isteyebilir. Azerbaycan’ın kontrol altına alınması Hazar kaynaklarının tamamen; Rusya’ya alternatif enerji projelerinin kısmen kontrol altına alınması anlamına geldiği için Rusya bu fırsatı elden kaçırmak istemeyecektir. Rusya’nın askeri başarısını diplomatik zafere dönüşmesini engellemek için ABD’nin yaptırımları ise yeterli olmadı. Daha sonra ise ekonomik kriz nedeniyle kendi kabuğuna çekilince Rusya bölgede tek başına kaldı. Bu durum Birinci Dünya Savaşı sonrası Batılı müttefiklerin bölgeyi Bolşeviklere terk etmesine benzemektedir. Bu fırsatı iyi değerlendiren Rusya bu çıkışını enerji projelerinde de sürdürerek etkinliğini Azerbaycan’ın ötesine de taşıyabilir.
(Cavid VELİEV, TUSAM Kafkasya ve Yakındoğu Masası)