Rumelili inadım tuttu, derdim Grammy almak!
Buzuki Orhan Osman'ın "Turkophony" adlı projesi bu coğrafyanın caz müziğini dünya sahnesine çıkarmanın peşinde.
cumhuriyet.com.trBalkanlar’dan Anadolu’ya kadar çok geniş bir yelpazede yöresel ezgileri müziğine taşıyan Orhan Osman, buzukisindeki hünerini diğer telli çalgılarda da gösteriyor. Almanya’da başlayan müzik yolculuğunu, Yunanistan, Bulgaristan, Amerika, Fransa ve daha birçok ülkede sürdüren müzisyenin son durağı Türkiye. Yunanca’da bozuk çalgı anlamına gelen buzuki, Orhan Osman’ın ellerinde bir gökkuşağına dönüyor. Hem zaten onun meyhanesinde eğlendikten sonra müptelası olmayan da yok. Ama Orhan Osman yalnızca meyhane müziği yapmıyor. Dünya müziği sahnesinde de saygın bir isim. Hatta bestelerinden yola çıkarak şekillendirdiği “Turkophony” projesini de yıldızlar geçidine dönüştürdü. Şimdi de Orhan Osman, davulun efsane ismi Dave Weckl, bas gitarın dedesi Kai Eckhardt ve piyano sihirbazı Eric Levy ile 14 Ocak günü TRT Odakule Stüdyoları’nda, 15 Ocak günü de Maya World Music Club’ta buluşuyor.
- “Turkophony” özel ve sıradışı bir performans. Bu proje nasıl oluştu ve bu günlere geldi?
- Bu proje üç yıl önce gelişti. O güne kadar yapmış olduğum çalışmalarımı inceledim ve gözlemlerim esnasında ne kadar az şey yaptığımı fark ettim. İçimde daha fazlası olduğunu biliyordum ve bunu usta müzisyenlerle paylaşmaya, onlarla performans ve kayıt yapmaya karar verdim. Bu süreç benim için çok zordu. Neticede sahnede yapmış olduğum iş çok farklı, yapmak istediğim çok farklıydı. İki ruh haline girmek, evde ailenizle vakit geçirmek... Hele bir de sosyal bir insansanız, bu işler daha da zorlaşıyor hatta imkânsız bile olabiliyordu. Buna rağmen Rumeli inadımla bunu başardım.
- İşin zor kısmı derdinizi anlatmak olsa gerek!
- Evet, yapacağım işin en zor tarafı bunu tarif etmekti. Nasıl olacak diye soranlara cevap vermekti. “Aa çok güzel; ama, ben almayayım” diyen hayli fazla oldu. Çünkü “senin olayın taverna. Burada ne işin var” gibi söylemler geliyordu kulağıma. Elbette ben bu durumla çok eğleniyordum tabii. Sahnedeki yüzlerini görmek için sabırsızlanıyordum. Derken projeyi hayata geçirmek için kolları sıvadım, bestelerimi yaptım, çalış stilimi geliştirdim ve sponsor buldum. Tarkan Tüzmen ve Efsun Saraç en büyük destekçilerimdi.
- Dave Weckl, Kai Eckhardt ve Eric Levy usta isimler. Onlarla ilişkiniz nasıl?
- İlk kahramanımız Dave Weckl oldu. Bir arkadaşımla, bir akşam sohbet ederken “ben bu işi yapmak istiyorum” dedim, cevabı şuydu: “Ne olacak, atarız mail sitesine en fazla cevap vermez”. Gülüştük. Maili attık. Cevap geldi. Resmi bir cevaptı. “Şarkıyı gönderin” dedi. Bende en komplike olan zor bir bestemi gönderdim.
- Hangisini gönderdiniz?
- “Tadımlık Karadeniz” adlı eserimi. Şarkıyı dinlemiş ve bize inanamadığını söyledi. “Arkadaşlar bu çok zor bir eser. Benim bir hafta çalışmam lazım” dedi. Tabii bu durum biraz fiyata da yansıdı. Dave’in bu şarkı için çok zaman harcaması gerekiyormuş. Sonunda çaldı. Biz şoktaydık. “Evet!” dedim, “İşte bu!” Dave’in gönderdiği kayıtları dinlerken ben o akşam projenin sonundaki ışığı gördüm. İnsanlar bizi ayakta alkışlıyor; çığlıklar kulağımda çınlıyordu. Dave bize, “benim ufkumu açtınız” diyerek teşekkür etti. Zaman içersinde arkadaş olduk, işin maddi boyutunu atlatmıştık. Dave artık projenin bir parçası olmuştu.
- Ya Kai Eckhardt ile nasıl bir araya geldiniz?
- Yine İnternet! Kai, muhteşem bir insan ve müzisyen. Bana göre bas gitarın dedesi. Kai hemen projeye dahil oldu ve peşi sıra Sean Rickman, Eric Levyi Chris Robinson'u da getirdi. Onunla da kalmadı benim küçük kızım için bestelediğim bir eser vardı biraz Endulüs ezgilerini andıran. Eserin ismi “Derin”. Parçaya Sefarad Ladino dilinde söz yazılmasını istedim. Kai hemen ilgilendi ve böylece kadromuza konuk sanatçı Mor Karbasi de katıldı. İnanılmaz bir ses, çok doğal ve kendine has bir renk, yorum. Eser uçtu tabii. Bu tabloyla Grammy ödülünü alır gözü ile bakıyoruz.
Maya bir Buzuki Orhan Osman mekânı!
- “Maya World Music Club” bir Orhan Osman mekânı. Yeni açıldı sayılır. Nasıl programlar ve özel geceler yapıyorsunuz?
Mekânı ortağım Bahadır Akın ile beraber işletiyoruz. Kendisi eski ve büyük bir meyhaneci. Fakat bu world music tarzına hiç girmemiş. Sağolsun akışı bana bıraktı, ben de tüm enerjimi, bilgimi oraya aktarıyorum. Renkli programlar hazırlıyoruz. Çok sevilen ve sahne almayan, işinde çok başarılı olan müzisyenler; iyi orkestralar performans verebiliyor. Çok kısa zamanda insanların beğenisini kazandı. Çünkü orası bizim aile yerimiz. Samimi. Sahnede bir disiplin var. İyi müzik ön planda. Fiyatlarımız çok makul, kimsenin cebini yakmıyor. Malum, 15 Ocak cumartesi akşam saat 22.00’da Turkophony konserimiz var. Kadromuzda Dave Weckl, Kai Eckhardt, Eric Levy, Stavros Pazarentsis, Mısırlı Ahmet, Göksel Baktagir, Nedim Nalbantoğlu, Oğuz Büyükberber, Cenk Erdoğan, Umut Hoşgör olacak.
- “Maya World Music Club” haftanın beş günü canlı müzik yapıyor. Küba, Afrika, Balkan, tüm dünyadan müzisyenler geliyor. Bunu organize etmek kolay olmasa gerek.
- Evet bayağı zamanımızı alıyor. Şu an zor olması çok normal. Çünkü, biz para kazanan bir yer değiliz. Az bütçelerle çok büyük işler yapmaya çalışıyoruz. Bu işin zorluğu bu. Ama sağolsunlar bütün müzisyen dostlar ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar.
Bir tahta parçası, dört çivi ve çamaşır ipi
- Müziğe başlama hikâyeniz de enteresandı öyle hatırlıyorum...
- Bir tahta parçası, dört çivi ve çamaşır ipinden bir enstrümanla başladım. Hatta yaptığım bu isimsiz çalgımı çantamda saklayıp altı ay boyunca okula götürdüm ve gizli gizli çaldım. Sonra buzukiye âşık oldum. Ama müzik yolculuğum kolay olmadı. Enstrümana eli değmemiş bir insanın bunu anlaması zor. Herkes “çalgı bu, çal gitsin” der. Ailem de böyle düşünüyordu, müziği onlara kabul ettirmek için çok çalıştım. Atina’ya geldiğimde 15 yaşındaydım. Çok iyi buzuki çalmama rağmen kimse beni ciddiye almadı. Çünkü bu tarz enstrümanla sahnede bir orkestrayı sırtlayabilecek şekilde çalabilmek için en az 10 yıl tecrübe gerektiğini düşünüyorlardı.
- Sahneye çıkma fırsatını nasıl yakaladınız?
- Garsonluk yapıyordum. Çalıştığım restoranın müzisyeni bir gün gelmedi. Hiç beklemeden sahneye fırladım. Patron, “dur, otur yerine, sen işini yap” dedi, ama dinlemedim. Önlüğümü attım, fırsat bu fırsat diyerek sahneye koştum. Patron beni biraz dinleyince “Sen kal orda, çalmaya devam et, servisi ben yaparım” dedi. O gün eski müzisyen işinden oldu ve ben çalmaya başladım. O günden beri sahneden hiç inmedim.
Bir nota daha bulursam...
- Birçok ülkede müzik yaptınız. “Kâşif müzisyen” hayatına başlama kararını nasıl verdiniz?
- Müzisyenlerin çoğunda gezgin ya da kâşif ruhu vardır. Bazıları bunu belli eder bazıları edemez. Benim ruhum gezgin ve aç bir adamım. Bu çocukluğumdan beri hep vardı. Müzik öyle bir şey ki, bizim seviyemizdeki müzisyenler için notalar sonsuzluğu ifade eder. Sürekli ararsın; frekanslarla, ezgilerle, ritimlerle, armonilerle... Çok uğraşırsın. Müziği göremez, elinle tutamazsınız; sadece duyarsınız ve hissedersiniz. Dolayısıyla bu keşif sonsuz. Giriş var çıkış yok. Sonsuzluğun peşindeyiz. Bir nota daha bulursam, o zaman gezginliği bırakırım.
- Neydi Türkiye’de olup diğer ülkelerde olmayan?
- Mücadele, enerji, mozaik, enstrüman ve melodi zenginliği. Müziğin kaynağı burasıydı ve çok derin bir kültürle beslenmişti. Ayrıca buradaki samimiyet farklıydı. Çalıştığım insanlarla çok çabuk kaynaştık ve uyum sağladık. “Buzuki Orhan” ismim de bu samimiyet ve sevgiden doğdu. İlerleyen dönemde Sezen Aksu‘dan Yeni Türkü’ye kadar birçok isimle çaldım. Sayısız stüdyo kaydı yaptım. Zaten bu sıralarda da füzyon müziğine ilgi duydum. Bu da dünya müziği yapmak istediğimi anlamamı sağladı. Artık, İrlanda’dan, Balkanlar’dan ve Anadolu’dan izler taşıyan caz kökenli bir müzik yapmak istediğimin farkına varmıştım.