Ruh sağlığımız bozuk

Psikiyatrist Kuzeymen Balıkçı: Koruyucu ve rehabilite edici hizmetler ülke genelinde henüz istenilen düzeyde değil. Ruh sağlığı ciddi anlamda bozuk her 4 kişiden 3’ü hiçbir tedavi almıyor. Acilen Ruh Sağlığı Yasası çıkmalı.

SİBEL BAHÇETEPE

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre tüm dünyada ruhsal rahatsızlığı olan 500 milyona yakın kişi bulunuyor. Bu, her 7 kişiden birinin tedavi gerektirecek derecede ruhsal sorunu olduğu anlamına geliyor. Ülkemizde ise nüfusun yüzde 18’i yaşam boyu bir ruhsal hastalık geçiriyor. Toplumda en sık karşılaşılan hastalıklardan olan kalpdamar rahatsızlıklarından sonra, ikinci sırada psikiyatrik hastalıkların geldiği belirtiliyor. Psikiyatrist Kuzeymen Balıkçı, araştırmalara göre ruh sağlığı ciddi anlamda bozuk olan her 4 kişiden 3’ünün hiçbir tedavi almadığına dikkat çekerek, “Dünya genelinde ruhsal sağlık sorunları olan milyonlarca kişi ise önyargı, ayrımcılık, damgalanma ve marjinalleştirmeyle mücadele etmek zorunda kalıyor. Ülkemizde ruh sağlığı hizmetleri çoğunlukla tedavi ağırlıklı yürütülüyor. Koruyucu ve rehabilite edici hizmetler ülke genelinde henüz istenilen düzeyde değil” diyor.

En sık depresyon

10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü nedeniyle sorularımızı yanıtlayan Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Kuzeymen Balıkçı, her 4 kişiden birinin yaşamının bir döneminde ruhsal rahatsızlıklardan etkilendiğini söylüyor. Balıkçı “Yetişkinlerde en çok fobiler, madde bağımlılığı, depresyon ve obsesif kompulsif bozukluk görülürken, çocuklarda ise yaygın olarak dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ile karşılaşılıyor” diyor. Depresyonun günümüzde en sık karşılaşılan ruhsal hastalık olduğunu vurgulayan Balıkçı “Mutsuzluk, güçsüzlük ve aktivasyonda azalma ile seyreden bu hastalıkta, insanların duygu durumları ciddi olarak değişiyor ve süreğenleştiğinde de bu yakınma, belirtiler kalıcı hale geçiyor” değerlendirmesini yapıyor.

Çevresel etkenlere dikkat

Balıkçı, son yıllarda psikiyatrik hastalık sıklığının artması konusunda ise “Birincisi, psikiyatrik hastalık sıklığında artış olmasından çok, farkındalığın artması nedeniyle hastalık sıklığında artış olduğunu düşündüğümüz yönündedir. Diğeri ise değişen yaşam biçimlerinin insanlarda psikiyatrik hastalık sıklığını artırdığı yönündedir” diyor. Psikiyatrik hastalıkların oluşmasında genetik ve çevresel birçok faktörün bulunduğunu anımsatan Balıkçı, “Ancak genetik yatkınlığımız olsa bile tüm çalışmalar hastalığın ortaya çıkmasında çevresel etkenlerin önemli olduğunu göstermiştir. En önemli çevresel etmenler; ülke ve dünya ekonomisindeki bozukluklar, politik hayatın belirsizlik içinde olması, yaşanılan kentlerin çevresel ve ulaşımsal problemlerinin olması, teknolojik gelişim hızının insanın adaptasyon hızından fazla olması, hızla değişen sosyal ve kültürel şartlar nedeniyle kuşak çatışmasının artması sayılabilir” ifadelerini kullanıyor.

‘İlaçlar bağımlılık yapmaz’

Araştırmaların ruh sağlığı ciddi anlamda bozuk olan her 4 kişiden 3’ünün ise hiçbir tedavi almadığını gösterdiğini dile getiren Balıkçı, dünya genelinde bu sorunları yaşayan insanların önyargı, ayrımcılık, damgalanma ve marjinalleştirmeyle mücadele etmek zorunda kaldıklarını da vurguluyor. Ruh sağlığı tedavisinde kullanılan ilaçların halk arasında bağımlılık yaptığına dair yanlış inanışın olduğunu kaydeden Balıkçı, özetle şu bilgileri paylaşıyor: “Bu inanış eski nesil ilaçlara aittir. 1950’lere kadar sinir ilaçları bağımlılık yaratan bir tür uyuşturucu etki yaparak hastaları sakinleştirici işlevi vardı ve gerçekten de yan etkileri çoktur. 1980’lerden sonra sinir sistemi ilaçları bilimsel gelişmelerle birlikte yan etkileri çok aza indirildi. Temelde bu inanış psikiyatrik hastalıkların doğal seyrini bilmemekten ve ilaçların etkilerini yanlış yorumlamaktan kaynaklanır. Psikiyatrik hastalıklarda da sık yapılan bir yanlış var ki o da şikâyetlerdeki düzelmeler başlar başlamaz ilacın kesilmesidir. Oysa her şey düzeldikten sonra bile bir süre ilaç kullanmak zorundayız. Bu süre depresyonda tam düzelmeden sonra hiçbir belirti yokken bile 6 aydır. Psikiyatrik hastalıklarda hekimin önerdiği uygun doz ve uygun sürede kullanılan ilaçların bağımlılık yapma ihtimali neredeyse yoktur.”

'Kamu kaynakları yeterli değil'

Dr. Balıkçı, DSÖ raporunda yer alan ülkelerin üçte birinde, ulusal sağlık bütçeleri içinde ruh sağlığına ayrılan payın yüzde 1’den daha az olduğunun saptandığını belirterek, şöyle devam ediyor: “Bütün dünyada yaygın olan utanç ve korku, yardıma muhtaç kişilerin profesyonel yardım almalarını engelleyebiliyor. Ruh sağlığı hastanelerinde insan haklarına gösterilen özensizlik, şiddet kullanımı, akıl sağlığı hizmetleri vermekte yetersiz olan halk sağlığı servisleri, sağlık sigortasındaki bu hastalığa ayrılan miktardaki haksızlık bu hastalıkla yüz yüze olan kişilerin karşılaştıkları zorluklar arasında. Ülkemizde ruh sağlığı hizmetleri çoğunlukla tedavi ağırlıklı yürütülüyor. Koruyucu ve rehabilite edici hizmetler ülke genelinde henüz istenilen düzeyde değil. Türkiye, her 100 bin kişiye 8 akut psikiyatri yatağı düşen İtalya’dan sonra 100 bin kişiye 10 psikiyatri yatağı ile Avrupa’da ikinci en az yatak sayısına sahip ülke. Ülkemizde temel bir ruh sağlığı eylem planı olmakla birlikte bu planın pratik uygulamada çok işlemediği de açık. Son olarak tüm bu sorunların yanında ülkemizde bir ruh sağlığı yasası olmaması, kargaşanın daha da büyümesine yol açmaktadır. Hastalarımızın hakları, sağlık sisteminin işleyişi ve gelişimi ve de biz psikiyatristlerin ve çalışma arkadaşlarımız ruh sağlığı alanı çalışanlarını için günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir ruh sağlığı yasasının zorunluluğu aşikârdır.”