Rock klasikle buluşunca
Pink Floyd, Gökçin'in projesi için, kendi sayfasından şu yorumu yaptı: Grubun üç parçasına getirilen yepyeni bir yaklaşım klasik müzik dünyasının ruhunu fethetti.
cumhuriyet.com.trİstanbul Müzik Festivali’nin en ilgi çekici ve dinamik konserlerinden biri olmaya aday “Pink Floyd Lisztified”, yaşamını Londra’da sürdüren piyanist Ayşe Deniz Gökçin’in son projesi.
Hem klasikçiler hem rockçıları buluşturacak bu konserde Gökçin, “Lisztleştirilmiş” Pink Floyd parçaları ile yarın 21.00’de Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’da olacak.
Michael Jackson, Piazzolla gibi müzisyenlerin bambaşka müziklerini de klasikle buluşturan Gökçin, “Yaptığım düzenlemeler bestecilik açısından değil yenilik, risk alma ve en önemlisi piyanonun tüm kapasitesini kullanma açısından Liszt’in izinden giden ve onu geçip bambaşka stillere yönelen çalışmalar” diyor.
Gökçin ayrıca, Pink Floyd’un kendi sayfasından şu yorumu yaptığını hatırlatıyor: “Yıllardır Pink Floyd şarkıları başkaları tarafından binlerce kez yorumlanmıştır, fakat grubun üç parçasına getirilen yepyeni bir yaklaşım klasik müzik dünyasının ruhunu fethetti.”
- Pink Floyd’un müziği ile Liszt’i buluşturma fikri nereden doğdu?
- 2011’de Liszt’in 200. yıldönümü nedeniyle onun hakkında birçok yazı okuyordum. Önceden müzisyenlere saray hizmetlisi olarak muamele eden Avrupalılar, Liszt’in baştan çıkarıcı performansları ve karizması ile “Lisztomania” dedikleri sendroma kapılmışlar.
Kadınlar onun kopardığı piyano tellerinden kendilerine bilezik yapar, mendillerini saklar, portresinin olduğu broşları takarlarmış. Liszt’e âşık birçok saraylı varmış. Yani müzisyenler ile aristokrasi arasındaki sınıf ayrımını Liszt yok etmiş.
Karavanı ile Rusya’ya kadar gidip turlayan, 3 bin kişilik (o zaman için devasa bir sayı) dinleyicinin önünde çalan ilk solistmiş. Bir nevi günümüzde kullandığımız “rock yıldızı” hayat tarzını Liszt’e borçluyuz.
Tüm bunları okurken aklıma en sevdiğim Rock grubu olan Pink Floyd geldi. Bir şekilde onların şarkılarını Liszt tarzı bir fantezi ile tekrar yorumlamak istedim.
- Pink Floyd’un “The Wall” filmindeki Pink karakterini de Liszt’e benzetiyorsunuz...
- Hem The Wall’daki ana karakter “Pink”, hem Franz Liszt’in kendisi, hem de Liszt’in etkilendiği romanların karakterleri etraflarına sosyal ve duygusal duvarlar örerek kendilerini dünyadan soyutlayan romantik kahramanlar. Popüler olmalarına karşı yalnızlığı bilen, melankolik, özel hayatlarında sorunları olan, derin ve felsefi kişilikler.
Konu olarak özellikle “Another Brick In The Wall” bence “İlahi Komedya”nın Cehennem’ine gönderme yapan Liszt’in “Dante Fantezisi”ne benziyor. Dante’de insanların günahlarından, Floyd’da ise yaşadığımız dünyada savaş, despotluk ve bozuk eğitim sistemi gibi yanlışlarımızdan söz ediliyor. Ben de bu aranjmanımda bunları ortaya çıkaran bir müzik yapmaya çalıştım.
- Bu iki isim arasında müzikal açıdan ne gibi benzerlikler buldunuz?
- Özellikle karakter olarak hem Liszt, hem de Pink Floyd kuralların dışına çıkarak yenilik yapan, çığır açan sanatçılar. Mesela Liszt, “program müziği” dediğimiz, bir hikâye anlatan besteler yapmıştır. Yani sesleri sadece “kulağa hoş gelsin” ya da “duygulara hitap etsin” diye oluşturmak yerine, tınıların her birine dramatik anlam verip onları bir konunun gelişmesi ve etkisini artırması amacıyla oluşturmuş. Buna gösterebileceğim en iyi örnek Liszt’in “senfonik şiir”leridir.
Pink Floyd’un “concept albüm”leri de tek bir konuyu ele alan çalışmalar. Nitekim “The Wall”, bir “rock opera” diyebileceğimiz, Pink karakterinin hayatı hakkındaki yapıttır. Bir başka örnek ise hem Pink Floyd’un, hem de Liszt’in geleneksel müzik yapmanın dışına çıkıp yeni seslerin arayışı içinde olmalarıdır.
- Bu projeden sonra sanırım sadece klasik dinleyenler değil sıkı rockçılar da takipçiniz olmuştur. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
- Müthiş tepkiler alıyorum. Özellikle Progressive Rock dinleyicileri çok açık görüşlü ve evrenseller. Hepsi yeniliğe açık ve klasik müziğin derinlikleri onlara da hitap ediyor. Yorumlar çok güzeldi, hatta evlilik teklifleri bile geldi!
Bir çapulcu piyanist
- Türkiye’de pek çok sanatçı Gezi Parkı direnişiyle ilgili besteler, uyarlamalar yaptı. Siz de ilk günlerinde bir video yayımladınız. Bu süreci İngiltere’den nasıl izlediniz?
- Türkiye’deki polis şiddetine karşı anında Londra’da da protestolar başladı. 1 Haziran’da Hyde Park’taki ilk protestoya gittim. Hyde Park Londra’nın ciğerlerinden biri. Türkiye’nin aslında çağdaş bir şekilde yönetilmediğine tüm dünya tanık oldu. Ben de gururlu bir “çapulcu piyanist”im. Protestolar sayesinde tencere tava gibi yeni enstrümanlar da çalmaya başladım. “Another Brick In The Wall” (Duvara Bir Tuğla Daha) şu anda turneye çıktığım Pink Floyd projemin içindeki sözlerinden ötürü en uygun şarkıydı. Bu nedenle onu seçtim ve bir video yaptım kendi kendime. Amacım, barışçıl eylem yapma haklarını kullanan gençlerin, polisin kullandığı orantısız şiddete ve gaz bombalarına mazur kalmasını protesto etmekti. Gezi Parkı’nın çevresindeki yapılaşmayı kaldırarak alanının daha da genişletilmesi, hatta birkaç alışveriş merkezinin de kapatılarak sanat merkezine çevrilmesi ne güzel olurdu!