Regresif bir aşk hikayesi “Bir Başkadır”
Birinci ‘Türkiye Sosyal Sınıfları Contemporary Sergisi’ Berkun Oya’nın ‘Bir Başkadır’ dizisi. Bir ilk sergi olarak ‘her şeyi koyalım sergiye’nin aceleciliğiyle eksikleri de var.
cumhuriyet.com.trDr. Alper Hasanoğlu, Cumhuriyet Cumartesi eki için yazdı.
Buruk bir aşk hikayesinin nihayete ermesi ve bir rüyadan uyanma vaktinin gelmesiydi Meryem’in bayılması. Hangi dünyaya ait olduğunu anımsaması ve şöyle bir silkelenip kendine gelmesi için kendinden geçmesi gerekiyordu ve öyle de oldu. Ah bir de bilebilseydi, Sinan’ın yalnızken onun o sakil terliklerini ayağına geçirdiğini, banyoda klozetin üstünde saatlerce oturup yemenisini koklayarak, kim bilir neler hayal ettiğini.
Birinci ‘Türkiye Sosyal Sınıfları Contemporary Sergisi’ Berkun Oya’nın ‘Bir Başkadır’ dizisi. Bir ilk sergi olarak ‘her şeyi koyalım sergiye’nin aceleciliğiyle eksikleri de var. Bazı çok önemli konulara şöyle bir dokunup geçmiş örneğin. Zaten neden her konuyu derinlemesine işlemek zorunda olsun ki yönetmen? O zaman hiç değinmeseydi mevzuya denebilir bu durumda. Milletine ihanet edip iktidara yaklaşan Kürtlerin de olduğunu, bazılarının göç ettikleri Batı şehirlerinde genç kızlara tecavüz edebildiğini göstermesi, Oya’nın bütün Kürtler'in ‘kötü insanlar’ oldukları mesajını vermek gibi bir kaygısı olduğunu mu gösterir? – biliyorsunuz yönetmene neyi çekip neyi çekemeyeceğini de söylemek isteyen bir kesim var, onlara soruyorum bu soruyu.
Peki neden herkes bu kadar etkilendi bu diziden? Kimisi hiç ama hiç beğenmedi, kimisi ekran karşısında gözyaşı döktü, bir başkası Oya’nın Türkiye gerçeklerini bilmediğini iddia edip sinirlendi. Sanırım bazıları da haksızlığa uğradıklarını ve anlaşılmadıklarını hissetti. Bir dizi, örneğin hayata esas olarak benzer ideolojik gözlüklerle bakan iki sosyal bilimler profesörünün birbirine zıt yorumlar yapmasına neden olmuşsa, insanların akıl ve duygularıyla oynamayı başarabilmiş demektir. Üstelik hepimiz kendi çapımızda birer ‘Peri’ iken – “bir Türk dizisini sonuna kadar seyredecek halimiz yok herhalde!”
Peri dedik, değil mi? Robertliler niye bu kadar alındı hiç anlamadım. Bu kadar mı soyutlama becerileri yok bu arkadaşların? Sembolize etmek ne anlama gelir öğretmedi mi edebiyat öğretmenleri onlara? ‘Robertli olmak’ bir sembol olarak kullanılıyor dizide. Türkiye gerçeğinden uzak bir dünyada büyümüş ve kendini aydınlanmış, özgürlükçü ve gerçekleri herkesten daha çok görebildiğini sanan, oysa Türkçe dışında bir dili çok iyi konuşmak dışında hiçbir artıları olmayan, zekalarını insanlık için değil de kendi bencil çıkarları için kullanmaya alışık üst orta sınıf Türk insanını anlatmaya çalışıyor Oya Peri üzerinden. Kızmak yerine, “Acaba ben de mi biraz böyleyim?” diye sorsak kendimize ne kadar hayırlı bir iş yapmış oluruz oysa.
Ah Türkiye’nin zavallı Sinanları. Bir gün kaslarını şişirmek için gittikleri ‘gym’de yüzlerine çarpıverirler işte, aslında sadece şişme bir cinsel nesne olduklarını. Oysa onlar kendilerini ‘özne’ sanıyorlardı, ne acayip. Annelerinin, kavrulmuş kıyma sevmediğini bile bilmedikleri bir duygusal boşluktan geliyor onlar ve mümkün olduğu kadar çok kadınla yatarak kırıntı halinde de olsa bir anne sevgisi arıyorlar. Yoksa donlarını yıkayıp yemeklerini hazırlayan ve ona sabah kahvesini – biberonla da olsa sütünü veren – ‘basan’ Meryem’e neden âşık olduğunu zannetsin ki Sinancık? İskambil kağıtlarından inşa ettiği hayatı yıkılıverince, bir bebek gibi anne kokusunu araması, kim bilir ekran başındaki kaç gerçek Sinan’ın yüzünü kızartmıştır?
Çizim: Özge Ekmekçioğlu
Meryem’e mi gelsek yazının sonlarına doğru? Bütün yaşadıklarına rağmen güçlü kalabilen, neşesini, espri yeteneğini yitirmeyen, kendisine neyin iyi geleceğini sezip ‘Hoca’sından neyi saklaması gerektiğini Peri’den daha iyi bilen – elbette Sinan’ı değil Peri’yi saklaması gerekiyordu –her eve lazım bir Anadolu kadını. Donunu bile yıkadığı, yemeğini pişirdiği, yatağını topladığı erkeğin, gerçekten ‘erkeği’ de olması gerektiğini düşünmesinden ve hayal etmesinden daha doğal ne var ki? Erkeğinin arada yaptığı yaramazlıklara da göz yumar elbette bütün cefakâr ve fedakâr eşler gibi. Hayatına anne çırağı olarak başlayan, eş olarak yaşamaya devam edip sonunda kocasının da annesi olan milyonlarca Türk kadınından biri değil mi Meryem?
‘Ethos’ mu dedi birisi? Ethos, Yunanca bir kelime olup alışkanlık, gelenek, örf, adet, karakter anlamlarına gelir. Etik ethos’tan türer. Kişinin, ahlâkî değerlerinin bilinciyle şekillenen tutumudur ethos. Felsefedeyse, bireylerin geçmişe ait olan ve onların dünya görüşünü belirleyen hayati alışkanlıkları olarak tanımlanır. Ve sonuçta belirli bir sosyal topluluğun birliğini inşa eder, onun sınırlarını netleştirerek diğer topluluklardan ayırır – altını ben çizdim. Berkun Oya bize bir ‘Ethos Sergisi’ düzenlemiş ama çok sert kaçmasın diye, tatlı çağrışımları olan sevgi dolu bir şarkının adıyla sunmuş.
Ha, neden mi Ferdi Özbeğen? Yahu yabancı parçaların üzerine Türkçe söz yazan, o Doğulu şarkı sözlerini Batılı müzik aletleriyle bize sunan en önemli figür o değil mi? Daha ne yapsın Berkun Oya Allah aşkına?
Ben ne istiyorum biliyor musunuz? Bu pandemi belası geçsin, tiyatrolar açılsın ve Berkun Oya’nın ‘Dünyada Karşılaşmış Gibi’ adlı müthiş oyununu ikinci kez ama bu sefer karakol sahnesinden başlayarak izleyeyim.