Popülizm ve Sağlık...
cumhuriyet.com.trSağlıktaki popülist uygulamalar kısa dönemde halkın hoşuna gidip oy olarak siyasetçilere geri dönebilir. Ancak siyasi iktidarlar sağlığı bir insan hakkı olacak şekilde planlamak ve uygulamakla yükümlüdürler.
Bazı insanlar ekonomi, sanat, astronomi ve akla gelebilecek birçok konu ile hiç ilgilenmeden yaşamlarını sürdürebilirler ama sağlık ister istemez her kişinin hayatının her bölümünün önemli ve akılda tutulması gereken bir parçası olmaktadır. Kişisel ve toplumsal zeminde bu kadar önemli bir konunun siyasetçilerin gündeminde olmaması da elbette düşünülemez. Ayrıca sağlık sektörünün dünyada enerji ve silah sektöründen sonra üçüncü büyük sektör olması, konunun ekonomik yönden de önemini ortaya koymaktadır. Bu toplumsal ve ekonomik yönden önemli sektörün yönetimi, ülkelerin kendi yönetimlerine bırakılmayacak kadar önemli olduğundan uluslararası dev şirketler ve IMF ile Dünya Bankası gibi parayı kontrol eden kuruluşlar ülkelerin sağlık politikalarını etkilemeye çalışmaktadırlar.
Özelleştirmenin önü açılıyor
Halen ülkemizde Sağlıkta Dönüşüm olarak adlandırılan sistem de hazırlanarak AKP hükümetinin önüne konulmuş ve uygulanması istenmiştir. Sağlığın özelleştirilmesi anlamına gelen bu uygulamada tüm sağlık hizmetlerinin ödenen primlerle oluşacak Genel Sağlık Sigortası havuzundan karşılanması planlanmaktadır. Elbette bu hizmetin, sadece primini ödeyebilenlere havuzdaki paranın yettiği oranda verileceği açıktır.
Devlet sağlığa hiç para ayırmayacağı gibi yasalaşmayı bekleyen “Kamu Hastane Birlikleri Yasası” ile devlet hastanelerinin de özelleştirilmesinin önü açılmaktadır. Bu dönüşüm tamamlandığında sağlığa erişimin zorlaşacağı gerçeği yanında toplumda herkes sağlık için cebinden daha fazla para ödeyecektir. AKP bu sistemi yerleştirmeye çalışırken politik olarak popülist uygulamalar ve yanıltıcı bilgilerle toplumun önemli bir kesimini etkilemeyi başarmış ve seçimdeki başarısına sağlıktaki uygulamaların önemli bir katkısının olduğu da sıklıkla vurgulanmıştır.
Bu popülist uygulamalardan birincisi ve belki de en önemlisi, sigortalı her bireyin ilaçlarını istediği eczaneden alabilmesidir. Uzun kuyruklarda bekleyen insanlar için elbette büyük bir kolaylık yaratılmış ve ilaca erişim kolaylaştırılmıştır. Ama bu uygulama ve koruyucu değil, tedavi edici hekimliğin öne çıkarılması ile ilaç harcamalarımız tüm sağlık harcamalarının yüzde 42’sine ulaşmıştır. Düzgün sağlık sistemlerinde bu oranın yüzde 15-20 arasında olmasına çalışılmaktadır. Ayrıca tüm ilaç sektörümüz uluslararası sermayenin elindedir.
Herkesin özel hastaneler ve üniversite hastaneleri de dahil olmak üzere istediği hastaneye gidebilmesi de vatandaşların hoşuna giden bir uygulama olmuştur. Ancak bu uygulama üniversite ve Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma hastanelerini, üçüncü basamak hastaneler olarak en karışık hasta ve hastalıklara bakma özelliğini yok ederek rutin sağlık hizmeti veren kuruluşlar konumuna sokmuştur. Tedavi edici hekimliği ön plana çıkaran bu uygulama sağlık harcamalarımızı 2004 yılından 2008 yılına kadar iki mislinden daha fazla arttırarak altından zor kalkılacak bir miktara ulaştırmıştır.
Birinci basamak sağlık hizmetlerini özelleştiren aile hekimliği sistemini tanıtırken Sağlık Bakanımız, “Herkesin bir aile hekimi olacak ve size evde ve ofiste 24 saat hizmet verecek, bir telefonla ulaşabileceksiniz” demişti. Bu uygulamayı kim istemez. Ancak bir aile hekimine üç bin kişinin bağlı olacağını ve yemeyen, uyumayan, yorulmayan süper hekimlerin nereden bulunacağını sayın bakan belirtmemektedir. Genel Sağlık Sigortası tanıtılırken herkesin sigortalı olacağı ve sağlık hizmetini bu şekilde alacağı belirtilmekte ancak cümlenin arkasına “primlerinizi öderseniz ve paranın yettiği kadar” bilgileri eklenmemektedir.
Altyapıları yok
YÖK tarafından uygulamaya konulmaya çalışılan ve Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan yerleşik tıp fakültelerinden, hiçbir altyapısı olmadan kurulan tıp fakültelerine öğretim üyelerini rotasyona gönderme fikri tanıtılırken hocaların 6 ay içinde bu fakültelerde eğitim ve sağlık hizmetini çözeceği çekinmeden söylenebilmiştir. Bu arada yetkililer neden 70 tıp fakültesi ile Avrupa’da en fazla tıp fakültesine sahip olan ülke olduğumuzu açıklamamakta ve yeni kurulan bunca tıp fakültesinin hiç altyapısı ve öğretim üyesi olmadan öğrenci alarak hekim yetiştirmeye başlaması ile nasıl hekimler yetişeceği konusunda açıklayıcı bilgiler vermemektedirler. 2006 yılında Türkiye’de tıp fakültelerine 4 bin 500 öğrenci alınırken bu sayı 2009’da 7 bin 500 olmuş ve 2013’te 13 bin 500 rakamına ulaşılması hedeflenmektedir. Halen mevcut sayı ile eğitim sorunları yaşanmakta iken sayı iki misline çıktığında eğitimin ve mezun olan hekimlerin yeterliliği elbette tartışmalı olacaktır. Yapılan uygulama kalitesiz bir hekim enflasyonu yaratmaktan öteye gitmeyecektir. Sağlık sorunlarının hekim sayısını arttırarak çözülemeyeceği gerçeğini Sağlık Bakanlığı ve YÖK anlamalıdır.
Araştırma yapanı cezalandırıyor
Tam gün yasası da toplumun kulağına hoş gelmektedir. Hocaların bütün gün hastanede oturarak hastalara bakacağı fikri toplumu heyecanlandırmaktadır ama bu işi yapacak “hocaların” kaç tane olduğu, ne zorluklarla yetiştiği ve o pozisyona ulaşmak için nasıl bir süzgeçten geçtiği unutulmaktadır.
Yasa üniversitelere de performans sistemini, yani parça başı işe karşı para sistemini getirmekte ve hocalardan eğer para kazanmak istiyorlarsa, bütün gün hasta bakması ve ameliyat yapması istenmektedir. Bu arada tıp fakültelerinin esas görevlerinin eğitim ve araştırma olduğu, hizmetin en sonda geldiği unutulmuş gözükmektedir. Tam gün yasası bu hali ile eğitim ve araştırma yapanı cezalandırmakta ve tıp fakültelerini artan öğrenci yükü ile birlikte saygın bir eğitim kurumu olma özelliğinden tümüyle uzaklaştırmaktadır.
Sağlıktaki popülist uygulamalar kısa dönemde halkın hoşuna gidip oy olarak siyasetçilere geri dönebilir. Ancak siyasi iktidarlar sağlığı bir insan hakkı olacak şekilde planlamak ve uygulamakla yükümlüdürler. Halen ülkemizde sistemsizlik hüküm sürmekte ve sağlığa ulaşım gittikçe zorlaşmaktadır. En kötü sistem bile sistemsizlikten iyidir.
ABD ve birçok ülkenin başarısızlığını görerek geri dönmeye çalıştığı bir sistemi Türkiye’ye yerleştirme çabası daha iyi bir sağlık sistemine ulaşamayacağımız anlamına gelmektedir.
Gözü kara bir şekilde hekim sayısını arttırma çabası ise bu sistemi uygulayacak hekim kalitesini bozacağından, 10 yıl sonra sorunların içinden çıkılamayacağı bir sağlık sistemi ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır. Popülist uygulamalardan ve söylemlerden vazgeçilerek ülkemiz gerçeklerine uygun bir sağlık sistemi oluşturmak üzere ilgili tüm taraflar, birlikte, uzun vadeli bir sağlık politikası oluşturulmalıdır.
Prof. Dr. A. Özdemir Aktan / İstanbul Tabip Odası Başkanı