Patronla baş başa yemek bile yemedik
Türkiye'de gazeteci olmak artık daha zor, daha tehlikeli. CNN Türk'te 13. yılına giren Cüneyt Özdemir ve '5N 1K' da bu fırtınalı denizde yol almaya çalışıyor. Kimseye yaranmaya çalışmadan haberin peşinde koşuyor. Bu yüzden de başbakanın öfkesinden payına düşeni alıyor.
cumhuriyet.com.tr- Türkiye’de gündem mahşer yeri. Gazetecilik de bıçaksırtı bir iş. İdam sehpaları hazır, kurtlar da sisin inmesini bekliyor. Burada kendinizi nerede hissediyorsunuz?
- Öyle bir dönemden geçiyoruz ki bir grubun kahramanı olduktan sonra hemen can düşmanı olabiliyorsunuz. Nefret toplamak an meselesi. Bu dönemde en kolay şey bir gruba, cemaate, görüşe sadık ve sadakatli olmak. Elbette gazetecilik bu değil. Tarafsızlık zordur, bir gün o tarafı yoklarsınız bir gün diğer tarafı. Sormaktan, sorgulamaktan çekinmemeniz gerekir. Ne muhalefet, ne de iktidar bunu kabul etmek istemiyor. Herkes tarafındaki gazeteciyi sahipleniyor ya da taraf olmayı dayatıyor. Benim durmaya çalıştığım yer, “haberciliğimi” koruyabilmek “haymatlos kalabildiğim” yer diyorum çünkü bir taraflara savrulduğumu, ötekileştirildiğimi, içselleştirildiğimi görüyorum. Gazeteciliğin ince kırmızı hattında duruyorum.
- Sansür, otokontrol derken televizyon gazeteciliği köşeye sıkıştı. Ama “5N 1K” ilk yayınlara inat uzun bir süredir “gazetecilik” yapıyor. Bu durum omuzlarınızda başka bir ağırlık yaratıyor mu?
- Bana değil de başbakana bir yük gibi geliyor. Ne zaman TEKEL işçilerinin yanına gitsem başbakan kızıyor, ne zaman deprem çadırlarına gitsem kızıyor, ne zaman tinerciyi ekrana çıkarsam çok kızıyor! Başbakanın beni beğenmeme hakkı elbette var ama sonra ekliyor; “zaten bu medya patronları da bize neler diyor!” Zurnanın zırt dediği yer işte burası. İş gazeteciden ya da gazetecilik tarzından çok medya patronuna gazeteciyi şikâyete gidiyor. Bu bir uyarı demek. Tehdit başbakandan; başbakanı seçen kim? Başbakan hep diyor ki “yüzde 50 oy aldık”. O zaman dönelim her iki kişiden birisine kızalım. Bu öylesine zincirleme bir durum ki, kime kızacaksın şaşırıyorsun !
- Tehlikeli bir durum değil mi bu, “Tinerci” polemiğinden sonra siz de geri adım atmıştınız, bir anlamda özür dilemiştiniz?
- Tutarlılığı bir günde sınamamak lazım. Aylarla, yıllarla, on yıllarla sınamak gerekir. O ekranda bugün tutunabilmek önemli. Bazen ileriye doğru bir adım atabilmek için arada bir geri adım atmak her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Ben bunu “restleşme” ya da “dönmek” olarak algılamıyorum. Birilerinin kahramanı, başbakanın düşmanı olmak gibi bir duruşum da yok ya da tam tersi. Ben o gün geri adım atmasaydım belki de dün 11 işçi cayır cayır yandığında ekrana çıkan tek inşaat işçisi de o ekranda çıkacak program bulamayacaktı. Zaten üç beş haber programı kaldı, o da olmayacaktı.
Gitmek benim için başlangıç olur
- Çok badireler atlatıyorsunuz. Ceketi alıp gitme durumuna geldiğiniz olmadı mı hiç?
- Hep oluyor ama gitsek, 28 Şubat’ta giderdik. Bizim daha meslekte olmadığımız 12 Eylül, 12 Mart’ta kolay mıydı gazetecilik? Ben yirmi yıldır ne kazandıysam biriktirdim ve bu yaşta hem maddi hem tecrübe birikimimle ceketimi alıp gitmek işin en kolay yolu. Ayrıca gitmek benim için olsa olsa yeni bir başlangıç olur. Ben bunu 23 yaşımdayken 32. Gün’de yapmıştım, ceketimi alıp çıkmış altı ay işsiz kalmıştım. 30 yaşımda da “Hayata Dönüş Operasyonları”nı işlediğimiz için ekibim işsiz kaldı, ben de istifa ettim. Marifet gitmekte, bu zor dönemin mazlumu olmak da değil, marifet bu dönem yazmakta, ayakta kalabilmekte. Ben o ekranda kendim için değil, tekel işçisi için, Vanlı depremzedeler için duruyorum. Hayatını yangında kaybeden 11 işçi için de, tutuklu öğrenciler için de duruyorum. Bakın ana akım medyaya, başka tek bir mecra kaldı mı onların seslerini duyurabileceği?
- Eğer programınızı yapamaz hale gelirseniz, başka bir program formatı için düşünceniz ya da hobiniz var mı? Motorsiklet ya da erkek dergisinin başına geçmek gibi...
- Bunu ben geçen yıl kanala önerdim. “5N 1K Dünya” yapmak istiyordum. Mesela Suriye, Gana, Uganda’ya gideyim; “Haberci” ile “32. Gün” arası bir formatta belgesel çekmek hayalim var. Türkiye’deki iç politikadan içim bunaldı. Zaten yalnızca biz konuşuyoruz ama eskisi kadar da net konuşamıyoruz. Nedensiz yere kimseyi övmek ya da yermek ekranda benim işim değil. Başbakanı övünce hayatımda bir şey değişmiyor. Eleştirince de değişmemesi gerekiyor. Ama bu ülkede işler böyle yürümüyor! Gel de dünya programı yapma.
- 2000 yıllardan sonra gazeteciler çok göze batmaya başladı sanki...
- O dönemde dünyayı takip ediyorduk, Irak ve Afganistan’da savaş vardı. Dış haberler yapıyorduk ve kimsenin ayağına dolanmıyorduk. Gazeteci arkadaşlarımız tutuklu, içeride kalmışken ve kalacakken bazı şeyleri daha cesur söylüyorsunuz. Hrant Dink’in vurulması bizi çok daha cesur yapmıştır diye düşünüyorum.
Sosyal medyanın tek eksiği gelir modeli
- Herkese haddini bildiren bir başbakanımız var. Sizi de en iyi o izliyordur sanırım. Hükümet kanadından dava açan oldu mu?
- Dava açan olmadı. Başbakandan bire bir bir şey gelmedi. Ama medya patronları çekiniyor. Nasıl çekinmesinler dünyaya emsal vergi cezalarını gördük. Ben de diyorum “kendi işimizi kendimiz yapalım”, o yüzden Dipnot TV’ye varımı yoğumu yatırıyorum. Sosyal medyanın gücüne inanıyorum tek eksiği gelir modelinin olmaması.
- Sosyal medyada da “Kurumunun temsil ettiği değerlere bağlı konuşmalısın” anlayışı yapılandırılmaya çalışılıyor. Riyakârca bir durum değil mi bu?
- Kurumların sıkıntısı anlaşılır bir durum aslında. Sorun bunun sınırları nasıl çizilecek? Benim sınırım da programımda konuşamayacağım, köşemde yazamayacağım bir şeyi, sosyal medyada da yazmamak. Mesela ben siyasi kampanyaları desteklemiyorum, aktivist bir kişilik olmuyorum çünkü akşam programda tarafsız olmamı engeller bir anlayış bu. Bir olayın hem bir parçası olup hem de bunu sunamam. Şizofrenik bir durum bu.
Biliyoruz ama konuşamıyoruz
- Her doğrunun her yerde söylenmeyeceği bir ülke olduk mu?
- Hepimiz biliyoruz ama konuşamıyoruz, yazamıyoruz. Ya temellendiremeyeceğimizi düşünüyoruz, belki de belgelendiremiyoruz ama bu sessizliği yöneten bir korku elbette var. Bazen de patron, “buna girmeyin, bir daha bunu yapmayın” diyebiliyor. Gerçi beni Aydın Doğan 13 yıldır ne bir kez aradı böyle bir şey söyledi, ne de uyardı. İnanır mısınız baş başa yemek yemişliğimiz bile yoktur!
- Programınızda dilinizin varmadığı konu, sormaktan çekindiğiniz ve içinizde kalan soru olmadı mı?
- Konuk çıkıyorsa sormaktan çekindiğim soru olamaz ama bazen “bu konuğu çıkartmayalım başımıza iş açılabilir ya da kanal rahatsız olur” diye bir otosansür uyguladığım oluyor, bu son bir yılda çok arttı. En zoru köşe yazısında, bildiğim pek çok şeyi yazmıyorum, otosansürün ağır bastığı oluyor.
Birand’la aramızda ciddi rekabet var
- Mehmet Ali Birand şöyle demiş bir röportajında; “Cüneyt küçük kazıklar atar, niyeti kötü olmasa da”.
- Bizim aramızda özel bir jargon o. Dışarı taşınca yanlış anlaşılıyor. Aramızda hâlâ ciddi bir habercilik rekabeti var. Hatta ben onun yaşına geldiğimde böyle olur muyum diye de düşünüyorum, korkuyorum. Onu ayakta tutan ise bu rekabet. O da bana atıyor “küçük kazıklar”; benim konuğumu aldığı olmuştur, ben de yapmışımdır. Habercilikte bazı şeyler mubahtır. Eleştiririz ama kırmayız birbirimizi.
- “Yatırımımı Dipnot TV’ye yaptım” diyorsunuz. Nasıl bir gelecek var yeni medyada?
- Dipnot tablet çıkardık ve yaklaşık 40 bin indirim oldu. İngilizce ve Arapça dil seçenekleri sunuyoruz.
- Arapça enteresan bir seçim olmuş. Neden?
- Şimdi Arap Baharı var, yükselen bir dönem. Körfez ülkeleri Türk dizilerini kaçırmıyor. Bu bir fırsat. Yalnızca Türkçe konuşan bir coğrafyaya ulaşmak değil amacım, bu dil bariyerini kırıp pek çok kültüre ulaşmak istiyorum. Değişik bir anlayış bu, yeni bir yayıncılık, yeni medya geliyor.
Fotoğraf: VEDAT ARIK