Özgür basın olmadan başka özgürlük olmaz
Dünyada gazetecilik nereye gidiyor diyorsanız, “dibe” diyecek çok insan var. 2015’in ilk üç ayında 25 gazeteci öldürüldü. Düşünceleri yüzünden içeri tıkılanlar sayısız.
Pelin BatuPek çok şeyin sıfırlandığı gibi muktedirin papağanları sayesinde gazeteciliğe güven de sıfırlanmış vaziyette. Tam da bu yüzden Tim Sebastian’ın Türkiye’ye gelmesini önemsiyorum zira o, cesur ve tarafsız gazeteciliğin simgelerinden biri. Bu adam ki BCC’nin efsaneleşmiş “Hard Talk”larını başlatıp konunun özüne, kuyunun gözüne inmiş bir gazeteci. Bu adam ki İsrail devlet yetkililerine “Nasıl oluyor da Almanların size yaptıklarını siz Filistinlilere yapıyorsunuz” gibi sorular sorabilmiş, her kesime eşit yaklaşıp gazeteciliğin ne olması gerektiği göstermiş biri.
Bugün, Ortadoğu’nun muhtelif ülkelerinde açık platformlar yaratıp insanların özgürce konuşmasına önayak oluyor. Her ülkeye münasip soru başlıkları bulup tarafları tartıştırıyor, öğrencilerin fikirlerini beyan etmeleri için zemin hazırlıyor. Bizim için kararlaştırdıkları konu pek manidar: “Türkiye’de demokrasi tehlikede mi?” Boğaziçi Üniversitesi’ndeki tartışmadan bir gün sonra Tim ile buluşup konuşuyoruz. Nasıl geçti diye soruyorum: “Polis basmadı, kafamıza gaz fişeği yemedik, tutuklanmadık” diye lafa giriyor. Şükür. Ne de olsa cumhurbaşbakanımızın dediği gibi bir demokrasi cennetiyiz ya.
Cevap: Hayvanat bahçesi
Tim Sebastian gibi dünyanın dört bir tarafında çalışmış bir gazetecinin diğer Ortadoğu ülkelerindeki gençleri ve bizimkileri kıyaslamasını istiyorum. Soruya beni çok rahatsız eden bir soruyla cevap veriyor. Gittiği her yerde öğrencilere şunu soruyormuş: “Bir hayvanat bahçesinde mi, ormanda mı yaşamayı tercih edersiniz?” Cevap neredeyse hep aynıymış: Hayvanat bahçesi. Bu da “demokrasilerimizi” çok iyi anlatıyor; zira insanlar, istikrar diyor başka bir şey demiyor. İfade özgürlüğü, çevre hakları, kadın meseleleri... Bunlar ikincil. Siz bize fıstığımızı verin, hasırımızı temizleyin, bu yeter. Dolayısıyla, demokrasi, bize asgari konforları sağlayıp Tim’in deyimiyle, gangsteri andıran Âdemlerin kukla oyunundan başka bir şey değil. İnsanlar fişlenmişmiş, büyük birader mahremimize girmişmiş... Kimin umurunda!
Peki o zaman neden bütün bu gençler sokakta diye soruyorum. Çeşitli “baharların” hiç de “bahar” olmadığını görüyoruz, ama yine de dünyanın dört bir tarafında insanlar ayaklanıyor, bu yeni bir arayışın göstergesi değil mi? Tim bu konuda benden daha pesimist; diyor ki Mısır’da da olduğu üzere, insanlar daha iyi bir siyasi oluşum, daha şeffaf bir düzen için Tahrir’e dökülmediler. Ekonomi daha iyi idare edilseydi, 3 gün sonra dağılırlardı.
Gençler siyasete girmeli
Bu demek değil ki yan gelip yatalım, gazetecilik bitti diye üç maymunu oynayalım, Gezi gibi direnişlerle içimize dikilen tohumları ağaçlandırmayalım. Tim, gençlerin siyasete girmesi gerektiğinin altını çiziyor. Basına gelince, insanların kahraman olmasını beklemiyorum. Gazetecilik, hiç olmadığı kadar tehlikeli bir mesleğe dönüştü, deyip ekliyor: “Ben şanslıydım. Otuz yıl boyunca bana neyi sorup soramayacağımı bir kez bile sorgulamayan bir kurumda çalıştım. Batı’dan gelip demokrasi dersi veren bir insan olmak istemiyorum. Burada koşulların ne kadar zor olduğunu biliyorum”; ama seçim bir diktatörün maşası ya da bir kralın soytarısı olup maaşını garantiye almak ya da almamak ise bir zahmet başka iş bulsunlar, başka bir sektöre geçsinler diyor. Muktediri, polis devletini suçlamak kolay: Onlara silah verin vururlar; yasa döşeyin, içeri atarlar. Bugün bizim meslektaşlarımızı sorgulayıp “Ne yaptınız bu gazetecilik denen şeye” dememiz gerekiyor. Tim, özgür basın olmadan başka hiçbir özgürlük olmaz diyor. Doğru; çünkü bu dengesizlikler dünyasında, özgür basın, kuvvetler ayrılığını gözetecek yegâne güç. Az da olsa ilham kaynaklarımız da mevcut. Hamd olsun. Devam.