Ötekileştiren zihniyet muhafazakarlık/ 1

Türkiye'de çoğu konuyla ilgili yapılan her tartışma bir şekilde ona çıkıyor. Hakkında anketler yapılıyor ve bu anketlerin kimi zaman birbirini çürüten, kimi zaman destekleyen nitelikteki sonuçları günlerce tartışılıyor. Muhafazakârlık, kendi başına bir sorun değil, ama bir politikayla birleştiğinde bir anda "yüzde 50'yi" bile azınlık haline getirebiliyor.

cumhuriyet.com.tr

Eğitimde “imam hatipleşme” artıyor. Sanayide taşeronlaşma... Zaten bilimsel üretim açısından pek de “velut” olmayan eğitim kurumları iyice zapturapt altına alınmış durumda. Sosyal politikalar çoktan “hayır işi”ne dönüştürüldü. “Azınlık”ların “güvercin tedirginliği” artadursun, geçen ay linç edilme tehlikesi yaşayan Malatya’nın Sürgü köyündeki Alevi ailenin “can korkusu”nu artık daha da çok taşıyor milyonlarca Alevi. Her gün neredeyse en az bir kadının öldürüldüğü Türkiye’de, bu cinayetler katliam boyutuna ulaştı bile. Bu yetmiyormuş gibi, şimdi bir de hükümet dizilerdeki evlilik dışı ilişkilere el attı, beyazperdenin “namus”unu bırakın, reklam bilbordlarındaki kadınların etek boyları bile onlardan soruluyor, modanın parlayan yüzünde bile “muhafazakâr”lığın yansımaları okunuyor. Muhafazakârlaşmanın neo-liberal politikalarla birlikteliğinin yarattığı bu sıkıştırılmışlığın arasında muhalif seslere düşense, faili meçhullerle değil belki ama “hukuki infazlar”la dört duvar arasında kaybedilmek oluyor.

Son yıllarda yaşamımıza iyice ağırlığını koyan muhafazakâr politikaların hem teorisine kafa yoran hem de bu politikaları hayatın içinde yaşayanlarla konuştuk. Feminist hareketin önemli isimlerinden, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Aksu Bora, Kürt sorunu üzerine çalışmalarıyla tanınan İsmail Beşikçi, Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu, Apoyevmatini gazetesinin genel yayın yönetmeni Mihail Vasiliadis, KAOS GL sözcüsü Remzi Altunpolat, gazeteci-yazar Dilek Zaptçıoğlu, gazeteci-yazar Ragıp Duran, modacı Yıldırım Mayruk, Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker ve oyuncu Mahir Günşiray anlatıyor.


Doç. Dr. Aksu Bora’ya göre iktidar, koyun sürüsünü güden ‘adil çoban’ rolü oynuyor

AKP ‘büyük şeytan’ değil ama başarılı bir aktör

Feminist hareketin önemli isimlerinden, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Aksu Bora. Haliyle muhafazakâr politikalar, AKP’nin icraatlarını yakından takip ediyor. İçinden geçtiğimiz dönemi daha önce Nazi dönemi Almanyası’nda gördüğümüzü söylese de, AKP’yi çok da gözümüzde büyütmememiz gerektiğini de ekliyor, çünkü ona göre, “bu yaşananlar onların çapını aşıyor”…

- Türkiye’de çoğu konuyla ilgili yapılan her tartışma bir şekilde ona çıkıyor. Hakkında anketler yapılıyor ve bu anketlerin kimi zaman birbirini çürüten, kimi zaman destekleyen nitelikteki sonuçları günlerce tartışılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, sizce Türkiye giderek daha mı muhafazakârlaşıyor?

Ümit Kıvanç’ın güzel bir saptaması vardır: Türkiye bir riya toplumudur. Hayatımda tanıdığım en ahlaklı ve ahlak meselelerini ciddiye alan adamlardan olduğu için, riya toplumu olmayı korkunç bir şey olarak görür. Bana ise en kötüsüne gitmeyi önleyen bir şey gibi gelir, ama evet, bence de Türkiye bir riya toplumu. Dolayısıyla, o anketleri pek ciddiye almamak daha doğru; yanıtlayanların aklında ne olduğunu hiç bilemezsiniz! Yani Türkiye’nin gittikçe muhafazakârlaştığı kararına varmak kolay değil, ama siyasal merkezin giderek sağa, daha da sağa, daha daha sağa kaydığını söyleyebiliriz. Bu da muhafazakâr politikalar anlamına gelir.

Hak aramak tehdit oldu

- Peki, bunların yarattığı tehlike en çok nerede kendini gösteriyor?

Bir tehlikeden söz edeceksek, bu politikaların yarattığı risklerle başlamamız doğru olur: Toplumu adil çoban(lar) tarafından idare edilecek bir koyun sürüsü olarak görmekten tutun da her türlü hak arayışını iktidarına bir tehdit olarak algılayıp cezalandırmaya kadar, son derece antidemokratik bir yönetim anlayışı; sosyal politikaların giderek daha fazla hayır işi zihniyetine oturması. “Kutsal aile” anlayışı bütün bu silsilede beni en çok rahatsız edeni. Hem riyanın büyüğü, hem bu kutsiyetin yükünün tamamen kadınların sırtında olduğunu bildiğim için. Kadınlar, kendilerinin, kızlarının, gelinlerinin... namusuna sahip çıkarak, hayat boyu ücretli ve ücretsiz çalışarak, kazandıklarına el konmasına göz yumarak, kocalarının her türlü keyfini kollayarak, bu riyanın yükünü taşırlar.

- Başbakan’ın üç çocuk emri, kürtaj yasağı, hükümetin dizilerde dahi evlilik dışı ilişki yaşayan çiftleri eleştirmesi... Bunlar hayatta nasıl tezahür ediyor?

Kürtaj yasağı, sezaryenle doğumun cinayet olarak nitelendirilmesi, en az üç çocuklu ailenin idealleştirilmesi… bütün bunları biz Nazi dönemi Almanyası’nda da görmüştük, 1940’lar Türkiyesi’nde de. Şimdi ise trajedinin fars halini izliyoruz. Bana öyle geliyor ki, asıl yaratılmak istenen ideolojik iklimle ilgili bir söylem bu: Hayatın nasıl yaşanması gerektiği belli, bu kalıbın dışına çıkmak, dinen de ahlaken de uygun değil, devlet olarak bunun takipçisi olacağız. Tamamen sürü/çoban algısı. Ne var ki, -ya da “çok şükür ki!” mi demeliyim bilmem!-, riya burada da devreye giriyor: üçüncü sayfa haberleri, itiraf.com gibi dehlizler, hepimizin “bir tanıdığının” başına geldiğini bildiğimiz bazı şeyler sürünün pek de çobanın istediği gibi davranmadığını gösteriyor. Her şeyi yapabilirler, yeter ki söylemesinler!

Kadın haklarına tahammül yok

Bu adamlar taşralı, sağcı ve piyasacı adamlar. Kadınların eşitlik yolunda attıkları her adım onlara ters gelir tabii, çünkü eşitliğe inanmazlar.

- Türkiye’de hükümetlerin hiçbir zaman doğru kadın politikası olmadı, ancak AKP’nin muhafazakâr politikaları kadınların derin mücadeleyle elde ettiği kazanımlara bile tahammül edemiyor artık. Siz bu gidişatla devam edilirse nasıl bir gelecek tablosu görüyorsunuz?

Bu adamlar taşralı, sağcı ve piyasacı adamlar. Kadınların eşitlik yolunda attıkları her adım onlara ters gelir tabii, çünkü eşitliğe inanmazlar. Ama doğrusunu isterseniz, AKP karşıtlığının onları olduklarından daha etkili, daha güçlü gösterdiği düşüncesindeyim.

Adamlar politikayı biliyor, süreçleri yönetebiliyor ya da yönetiyor gibi yapıyor, ama Türkiye’nin dünya küresel sisteminin bir parçası olduğunu unutmadan başka yerlerde olup bitenlerle görmeye çalıştığınızda, AKP’nin bir tür “büyük şeytan” olmaktan çok, akıllı bir aktör olduğunu fark ediyorsunuz.

Kadın hakları konusunda onların da bir fikri ve politikası var, bu daha önceki hükümetlerden tamamen farklı değil, ama görebildiğim kadarıyla güçlü bir kadın örgütlenmeleri var, kadın seçmenlerle yakın temas halindeler. Gelecek seçimlerde daha fazla kadın milletvekili çıkaracaklarını düşünüyorum mesela. Yani, kadın haklarının tırpanlanması meselesinde haklısınız, ama bunu tek boyutlu ve tek yönlü bir karanlık gidişat olarak görmek mümkün değil.

 

Dönüşümün köşe taşları

FIRAT KOZOK


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “usta”, AKP’nin de “ustalık dönemi” diye nitelendirilen 12 Haziran seçimleri sonrasında Türkiye’nin demokratik ve laik kimliği hızla erozyona uğradı. İktidar, “dindar nesil” yetiştirme hedefiyle eğitimin aksını bozdu, ülkede alkol ve kürtaj yasağı en önemli gündem maddeleri haline geldi. Kritik konularda Diyanet’ten görüş alınırken muhalif sesler göz göre göre susturuldu.

İşte 12 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye’nin gündeminde günlerce tartışılan konulardan bazıları:

Kesintisiz eğitim parçalandı: Hükümet muhalefetin tüm itirazlarına rağmen eğitimde 4+4+4 sistemini öngören kesintili eğitim modelini yasalaştırdı. Yasayla ilköğretim kurumları, 4 yıllık zorunlu ilkokullar, 4 yıllık zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar ile imam hatip ortaokullarından oluşan bir yapı ortaya çıktı. Önümüzdeki yıldan itibaren Kuranıkerim ve Peygamberin hayatı, ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak okutulmaya başlanacak.

Kutlu Doğum şova döndü: Her yıl nisan ayında yapılan Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri 2012’de şov aracına dönüştürüldü. Okullarda ilahi yarışmaları düzenlendi. Din görevlileri ilköğretim okullarını ziyaret ederken iller birbirleriyle yarıştı.

Öğrencilere umre turu: Diyanet’in dindar nesil projesinin bir diğer adımı da ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerine özel umre programı oldu. Yüzlerce öğrenci, veli ve öğretmen Mekke ve Medine turuna çıkarıldı.

Diyanet’ten kürtaj fetvası: Hükümet dindar yurttaşların kürtaj konusundaki desteklerini alabilmek için Diyanet’i de devreye soktu. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, kürtaj konusunda “Dinen meşru bir sebep olmadıkça çocuğu aldırmak haramdır” fetvasını verdi.

İçki yasağı: Afyon Valiliği yayımladığı bir genelgeyle, kent içindeki parkların yanı sıra kent dışındaki piknik alanlarında da içkiyi yasakladı. Yükselen tepkiler üzerine geri adım atan valilik, yasağın piknik alanlarını kapsamadığını açıkladı. Son alkol skandalı da Santraistanbul müzik festivalinde yaşandı. İki günlük müzik festivalinde işletmeler anlaşmaya rağmen alkollü içki vermeyince, kapıda 6 liraya bira satıldı. Olayın ardından sponsor festivalden adını çekti, sonra da Alperenler tekbir getirerek alanı bastı.

Gençlik kampları harem-selamlık: Hükümet, bugüne kadar kızlı-erkekli kamp yapan gençlerin ayrı dönemlerde kamp yapmasına karar verdi.

Televizyon dizisine rekor ceza: Hükümetin alkol takıntısı televizyon dizilerine de yansıdı. Milyonların beğenisini toplayan Behzat Ç. adlı diziye alkolü özendirdiği gerekçesiyle 273 bin TL para cezası kesildi.

Tiyatro özele teslim: Başbakan Erdoğan, partisinin gençlik kolları büyük kongresinde yaptığı konuşmasında şehir tiyatrolarının özelleştirileceğini açıklayarak yeni bir skandala imza attı. Erdoğan’ın, “Gelişmiş ülkelerin hiçbirinde devletin tiyatro işlettiği görülmemiştir, ben de o yüzden Kadir Bey’i tebrik ediyorum. Yeni bir teklif getireceğim tiyatroları özelleştireceğiz” sözlerinin ardından Bakanlar Kurulu, özelleştirme için hemen düğmeye bastı.

Çizgi roman bile sansürlendi: Bir yayınevi Zülfü Livaneli’nin kitabını “Harem” adıyla çizgi roman yaptı. Tanıtım için afişler bastırıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, metroya asılacak afişleri müstehcen olduğu gerekçesiyle geri çevirince, afişler sansürlenerek yenilendi.

Camilere vergi dopingi: Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Yasa ile Bazı Yasalarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı’yla, yapılan bağış ve yardımların vergiden düşürülebildiği okul, hastane ve öğrenci yurdu gibi yapılar arasına camiler de eklendi.

Taksim ve Çamlıca’ya cami: AKP tandansındaki partilerin yıllardır hayalini kurdukları Taksim’e ve Çamlıca’ya cami projeleri de AKP’nin “ustalık dönemiyle” hızlandı. Başbakan Erdoğan’ın, “Çamlıca Tepesi’ne dev cami” yapılacağını duyurması üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı planı çıkardı. Bakanlığın imar planına göre yaklaşık 250 bin metrekarelik alana dev cami, dini tesisler ve işletmeler inşa edilecek. Sırada ise Taksim projesi var.


Yazıdizisinin ikinci bölümü yarın Cumhuriyet gazetesi ve haber portalında.