Operatör cemaat göz yuman AKP
AKP-Cemaat koalisyonu mağdurlarından gazeteci Nedim Şener: Operatör cemaat göz yuman AKP.
Fırat Kozok/Cumhuriyet12 Eylül 2010 referandumunun ardından iki kesim arasındaki ilişkiler daha mesafeli bir hal aldı. 2011’deki büyük seçim zaferinden kısa bir süre sonra iktidar bloğunun bileşenleri resmen ayrışmaya başladı. Öyle ki, Erdoğan’ın seçimden önce cemaatin vekil yapmak istediği 30 ismin 26’sını geri çevirdiği ileri sürüldü. O döneme kadar devletin birçok kadrosu için aranan cemaat referansı, işlevini yitirmeye başladı. Devlette cemaat kaynaklı “bürokratik oligarşi” oluştuğunu düşünen AKP, kadrolarda temizlik yapmaya başladı.
Gözler göğe bakarken hesaplar yerdedir
ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasin Ceylan’a göre, stratejik işbirliği bir noktadan sonra güç mücadelesine dönüşüyordu: “Tüm inançlar, ideolojiler bunların hepsinin sonunda dayandığı nokta bir insanın ihtirası, arzuları ile ilgilidir. Yanigözler göğe bakarken, hesaplar yerdedir. Din ve inanç üzerine dayanışma, doğru bir dayanışma değildir. Dayanışma ancak temel insan hakları ve hümanist değerler üzerinde olur.” Cemaatle AKP arasında aslında seçimlerden ve referandumdan önce gerilimin ilk sinyallerinden biri de Mavi Marmara kriziyle verilmişti. İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketi’nin organize ettiği ve Gazze’ye insani yardım taşıyan 6 gemi, uluslararası tüm çağrılara rağmen yola çıktı. Gemilere Akdeniz’de, İsrail’den 70-80 mil açıktaki uluslararası sularda 31 Mayıs 2010’da İsrail Savunma Kuvvetleri müdahale etti. Olay; gemilerde bulunan aktivistlerden bazılarının öldürülmesi, bir kısmının yaralanması ve gemilerin yolcularıylabirlikte rehin alınmasıyla sonuçlandı. Fethullah Gülen’in olayla ilgili yorumu çarpıcıydı: “İsrail’den izin alınmalıydı.İsrail’in onayı olmadan hareket etmek otoriteye başkaldırıdır.” Bu olay, Erdoğan ile Gülen’in İsrail’e bakışlarında çok önemli farklılıklar olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştu. ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasin Ceylan,Gülen’in olaydaki tavrını şöyle yorumluyor: “ABD siyasetine uygun düşeceksen İsrail siyasetine aykırı düşemezsin.”
WikiLeaks: Cemaat tutuklattı
Mavi Marmara ile gerilen ilişkiler 2011 genel seçimlerinedek sürdü. Aradaki 1 yıllık dönemde ilişkileri daha da geren önemli iki gelişme daha yaşandı. Önce şubat ayında Odatv’nin sahibi Soner Yalçın, bir ay sonra da gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık tutuklandı. Bu gelişmeler, cemaatin AKP üzerinde baskı kurma planının bir parçası olarak yorumlandı. Hatta bu konu WikiLeaksbelgelerine bile yansıdı. Dönemin Stratfor Türkiye uzmanı ve dönemin TÜSİAD Washington Temsilcisi Emre Doğru’nun yazdığı e-postada “Gülen hareketi bu gözaltıları gerçekleştirerek AKP’ye baskı yapıyor” dediği medyaya yansıdı. Zaman gazetesinin 3 Mart’tan itibaren attığı başlıklara bakıldığında,cemaatin bu konuya nasıl yaklaştığıda net bir şekilde görülüyordu. Zamangazetesi, 5 Mart’ta, Erdoğan’ın “Bırakın yargı işini yapsın” manşetiyle çıkıyordu. Gazetenin manşetinde yer alan bir diğer başlıkta “Yargı sürecini beklemeden zanlıları suçsuz ilan etmek doğru değil” deniliyordu. O gün İstanbul’da bulunan Cumhurbaşkanı Gül ise, dönemin Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila ile Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ya konuyla ilgili değerlendirmeler yapıyordu. Bu sözler, 6 Mart 2011 tarihli Zamangazetesinin manşetinde, “Umarım, hiçbir gazeteci mesleğini başka amaç için kullanmaz” başlığıyla yayımlanırken, Milliyet’in manşeti Gül’ün “Kaygı duyuyorum” sözlerinden oluşuyordu. Haberde, Gül’ün şu sözleri yer alıyordu: “Savcılardan ve mahkemelerdensorumluluklarını yerine getirirken daha titiz davranmalarını; insanların ve kurumların onur ve hukuklarının zedelenmesine yol açmayacak şekilde davranmalarını beklemekteyim. ”Konuyu peş peşe manşetine taşıyan Zaman’ın 7 Mart’taki manşeti ise savcılıktan geliyordu. Gazete, savcı Zekeriya Öz’ün açıklamalarını “Savcılık: Gözaltıların gazetecilikle ilgisi yok / Açıklanmayacak deliller var” başlığıylaveriyordu. Öz, bu açıklamalarından birkaç gün sonra kızağa çekiliyordu.
İlk çatlak Mavi Marmara
Hüseyin Gülerce, Aralık 2013’te New York Times’a verdiği röportajda, Mavi Marmara gemisinin hükümet ile aralarındaki ilk çatlak olduğunu doğrulamıştı. Gülerce, New York Times’a şunları söylüyordu: “İlk çatlaklar Mavi Marmara krizi ile çıktı. Sayın Gülen’in tutumu çok netti. Türkiye’nin dış politikasında maceraya atılmaması, Batı’ya yönelimini sürdürmesi ve dış politika meselelerini diyalogla çözmesi gerektiğini hep söyledi.” Mavi Marmara’daki kriz nedeniyle cemaatle arasında ciddi bir hat çeken Erdoğan, yıllar sonra 30 Mart 2014 yerel seçimlerine hazırlanırken, Gülen’e Mavi Marmara üzerinden sesleniyordu: “Ey Fethullah Gülen, o 9 tane şehidimizle ilgili ağladın mı? Onların vurulmasını haklı çıkaracak açıklamalarda bulundular.”
Nedim Şener: Kendilerine kelepçeyi düşünmediler
AKP-cemaat koalisyonunun mağdurlarından gazeteci Nedim Şener, kendi öyküsünün Hrant Dink cinayetiyle bağlantılı olduğunu belirtirken, şunları kaydediyor: “Çünkü Hrant Dink cinayetinin arkasında cemaatçi polislerin rolü vardı ve bu polisler aynı zamanda Ergenekon operasyonunu yürüten en önemli şahıslardı. Ben, onların Ergenekon’u yaptıklarını bildiğim için değil, Dink cinayetinde olgular beni nereye götürdüyse onu araştırdım. Böyle bir komplo kuracakları aklıma bile gelmiyordu. Türkiye’de polis, jandarma komplo kurar, bir halt karıştırır ama en azından bir hukuk vardır. Savcı hukuka uysa bize hiçbir suç isnat edemeyeceklerini görürler diye düşünüyordum. Ama bu polisle başlayan, savcıyla devam eden, mahkemeyle sonuçlanıp bir anda kendimizi cezaevinde bulduğumuz bir süreçmiş ve bu zincirin tüm halkaları da oluşmuş. Gardiyanlara kadar cemaatin gücünün bu kadar etkili olduğunu,
insan ancak yaşayınca anlayabiliyor.” Hükümetin yaşanan tüm süreçlere “göz yumduğunun” altını çizen Şener, şöyle devam ediyor: “Çünkü hükümetin derdi asla adalet, kanun değil. O sadece iktidarının peşindeydi. Cemaat de ona bu iktidarı sınırsız olarak sağlıyordu. Ama tabii o sırada cemaat hükümetin de altını oyuyormuş. Başbakan’a kelepçe takma planları yapıyormuş. Başbakan da bunu fark edememiş. Hani Başbakan ‘aldanmışız’ diyor ya, burada söylediği şey aslında, ‘Nedim Şener’e terörist diyerek beni de aldattılar’ değil, ‘Bunlar bize de bunu yapabileceklerdi’ diyor. Bunun şaşkınlığı içerisinde. Cemaatin kendilerine de kelepçe takabileceklerini düşünemediler, ama onların düşman belirlediği herkese kelepçe takabileceklerini biliyorlardı, yaptırıyorlardı, yapıyorlardı. Beraberlerdi yani...”
AHMET ŞIK: Kontgerilla yapı
Fiili olarak 2006’da başlayan ve günümüze kadar gelen sürecin arkasında yüzlerce, hatta binlerce mağdur bıraktığının altını çizen Ahmet Şık ise şöyle konuşuyor: “Oluşturulan koalisyonun gerekçesi nedir? Ortak, doğal düşmanları temizleme operasyonu. Bu işin sahadaki tetikçi gücü, kontrgerillavari yöntemler kullanan bir cemaat. Ama hangi güç olursa olsun, arkasına siyasi güç almadan bunu yapmaları mümkün değildi. Tüm bu süreçlerin ortak bir mutabakatla yapıldığını düşünüyorum. Bana sorarsan, bu sürecin en faydalı kısmı, ordunun olması gereken sınırına çekilmesi oldu. Ama bu hukuku işleterek, demokratik teamülleri gözeterek yapılmadı. Yine kontrgerilla yöntemleriyle yapıldığı için bugün biz ülkede demokrasi olup olmadığını tartışıyoruz.” Tutuklanmadan bir süre önce Gülen cemaatinin Emniyet’tekive yargıdaki unsurlarının soruşturmalardaki etkisini mercek altına alan Dokunan Yanar adlı kitap çalışmasına başladığını anlatan Şık, şunları kaydediyor: “Kitabı yazarken şunu fark ettim; örümcek ağı gibi her şeyi kapsayan, devletin güvenlik bürokrasisinde örgütlenmeyi hedef edinmiş ve bunu da başarmış bir yapının hedef aldığı herkesi çok doğal biçimde ortadan kaldıracağına tanık oldum. Cezaevlerine atarak, karakter suikastları ve haysiyet cellatlığı yaparak bunu yaptılar. Kitabı yazarken ‘Acaba hedef olur muyum’ diye düşünmedim değil. Çünkü kitapta öyle çarpıcı hikâyeler var ki, tarihsel süreci kronolojik biçimde ele alıp, o dönemin siyasi unsurlarıyla bağdaştırıp günümüze kadar getirecektim. Kitabı yazarken eşime ‘Adamlara dokunan yanmış’ dedim. Beni götürürlerken de aklıma gelen o oldu. Kirli, alengirli, her taşın
altında cemaatin olduğunu söylemem mümkün. Ama çok açık söyleyim, beni Ergenekoncu diye alabileceklerine ihtimal vermedim, çünkü benim duruşum netti. Ama o ahmaklığı da yaptılar ve bunu da kimseye anlatamadılar. Beni hedef haline getiren şeyler belki bir nebze kitapta anlatacağım şeylerdi ama bir de şu var; Cemaatin, eriştiği gücün kibiriyle önüne gelen herkesin tutuklanabileceği korkusunu yaymak üzere beni tutukladılar.”