Önce tarih değişti sıra coğrafyada

Kapanmayan inşaat iştahı nedeniyle İstanbul’un Çatalca ve Silivri taraflarındaki 51 köyü daha birkaç yıl içinde tarihe karışacak. Şehrin göller bölgesi, kara derili mandaları ve kimliğini yansıtan eski isimleriyle beraber...

Ersin Kalkan/Cumhuriyet

İstanbul’un kuzeyinde uzun süredir bir hareketlilik var. Üçüncü köprü yolu ve üçüncü havalimanı için binlerce araç ve on binlerce işçi harıl harıl çalışıyor. Ormanlara dalan dozerler yüz binlerce ağacı yerinden edip asfalt için, beton için, çelik için alanlar açıyor. Göller dolduruluyor, vadilere viyadükler yapılıyor.

Ve bu arada İstanbul’un köyleri arada kaynayıp gidiyor, kuş yuvaları dağılıyor, betonun ortadan yardığı yeni ve acayip bir tabiat ortaya çıkıyor. Bu alt üst oluştan en fazla İstanbul Trakya tarafındaki köyler ve doğa etkileniyor. Bu etki önümüzdeki dönemde geometrik bir şekilde artacağa benziyor. Bu gidişle Çatalca’nın 42, Silivri’nin 9 köyü önümüzdeki on yıl içinde inşaatın saldırısıyla yok olacak. Daha önemlisi Trakya bölgesinin en önemli doğal koruma alanı olan Çilingoz İstanbul’un ve insanlığın elinden çıkacak. Geçen hafta bu eşsiz güzellikteki bu coğrafyaya yolculuk yaptık. Korkunç manzaralarla karşılaştık.

 

Ne horoz kaldı ne de köy 

Göktürk’ten yola çıktık. 1958 yılına kadar bu yerleşim alanının adı ‘horozlu köy’ anlamına gelen Petnahor’du. Eskiden köydü, sonra belde oldu, şimdi Eyüp’ün bir mahallesi olarak görünüyor. Ne bir tane horoz kalmış bu beldede ne de köylükten bir eser. 

Üç-dört kilometre ilerde Ağaçlı yolu üstünde, yüzlerce damperli kamyonun tozu dumana katarak harıl harıl çalıştığını görüyoruz. Belgrad Ormanları’nı ortadan yararak üçüncü çevreyolunu açıyor bu kamyonlar, dozerler, kepçeler, vinçler ve envai çeşit iş makinesi. Bundan üç-dört yıl kadar önce bu bölgede irili ufaklı onlarca göl vardı. Bu göllerin bir kısmı doğaldı, çoğu ise eski kömür ocaklarının açtığı çukurlara dolan yağmur suyuyla ortaya çıkmıştı. Su kuşları inip kalkardı bu göllere, bir kısmında tatlı su balıkları yüzerdi. Küçükken bu göllere gelip balık yakalardık. Şimdi arazi kazanmak için bu göllerin birer ikişer doldurulduğunu gördük. Ne balıklar kalmış suda ne de balıkçıl kuşları. İstanbul’un kuzey batısında yapay ya da doğal bir göller bölgesi vardı, kaybolup gitmiş. 

 

Uçaktan önce fiyat havalandı

Haksızlık etmeyelim, Ağaçlı ile Odayeri arasında bir göl nasılsa varlığını sürdürüyor. Odayeri sakinleri buranın köyün ortak merası sınırları içinde kaldığını ve bu nedenle şimdilik kurtulduğunu söylüyor. Bundan en çok gölde yatan mandalar memnun gibi. 

Odayeri’nden başlayıp batıya doğru uzanan ve bir kısmı Eyüp, kalanları da Çatalca’ya bağlı olan bu köylerin çoğunda mandalar da yaşıyor. Daha doğrusu yaşıyordu. Son beş yıl içinde yeni çevre yolu ve havaalanı meselesi gündeme güm diye düşünce köy arazilerine kentli rantçıların akını başladı. Havalimanının adı duyulunca, uçaklardan önce fiyatlar havalandı. Köylüler önce arazileri sonra da manda sürülerini üçer beşer elden çıkarmaya başladı. Zaten yatacakları sular azalınca mandaların da keyfi kaçmaya başlamıştı. İstanbul köylerinin en önemli rengi olan bu kara derili mandalar da yavaş yavaş ortadan kalkıyor.

 

 

Ben ölene kadar Terkos dieceğim

Yeni durağımız Terkos Gölü. Türkçe deyimler sözlüğüne Terkos suyu diye geçen, binlerce yıldır adı hep aynı olan bu gölün ve yerleşim alanının adı 12 Eylül sonrasında apar topar değiştirildi. Durusu oldu. Gerekçe olarak da Terkos’un Türkçe olmaması gösterildi. Ailesi Balkan Savaşı’nda göçüp Terkos’a yerleşen Mehmet Serik köylerinin isminin değişmesinden dolayı çok öfkeli. “Ben ölene kadar Terkos demeye devam edeceğim” diyerek noktayı koyuyor. Zaten halk Durusu ismini pek kullanmıyor. Hâlâ çok sayıdaki işletmenin adı Terkos ile başlıyor.

 

1500 YILLIK SURLARI KAMYONLA TAŞIDILAR

Kendimizi Kestanelik, Karacaköy yoluna vuruyoruz. Varış noktamız  Yalıköy Ama yol boyunca uğrayacağımız çok önemli bir tarihi nokta var: Anastasios Suru. Bu sur Bizans imparatoru I. Anastasios tarafından 507-512 yılları arasında yaptırılmış. Karadeniz kıyısındaki Evcik koyundan başlayıp Silivri’de Marmara’ya kadar iniyor. İstanbul’un 65 kilometre batısında Bulgar akınlarına karşı kenti korumak amacıyla yapılan bu surlar asırlar içinde defalarca aşılmış. Ama her seferinde yeniden onarılıp ayakta tutulmuş. 6. yüzyıldaki tarihçilerin Uzun Duvar adını verdiği bu kalenin uzunluğu 52 kilometre, yüksekliği ise 5 metreye ulaşıyormuş. 

Evcik İskelesi’nde başlayan sur önce Hisartepe’ye varıyor, buradan Karacaköy, Balçıkdere’ye, ardından Kurfallı, Çilingirtepe, Fener yolunu takip ederek Parapettepe ve Sancaktepe üzerinden Karınca Burnu’ndan Marmara Denizi’ne kavuşuyor. Fetihten sonra pek önemi kalmayan bu uzun duvarın onarımına son veriliyor. Ama kesme küfeki taşından muntazam yapılan ve Çin Seddi’ni andıran bu eser, asırlar boyunca ayakta kalmayı başarıyor. 

Çocukluğumda Silivri ve Çatalca’nın köylerine gittiğimde bu görkemli suru görürdüm. Ama yıllar içinde yok oluşuna tanıklık ettim. Sur duvarları parça parça sökülüp bölgede sonradan görme zenginlerin yaptırdığı çiftliklerde kullanılmaya başlandı. Bölge halkı 1990’da bir müteahhitin gelip surun Karacaköy civarındaki büyük bir bölümünü sökerek damperli kamyonlarla aylarca bir yerlere taşıdığını söylüyor.

Tarih boyunca yapılan bütün bu yağmalara rağmen surun bir bölümü hâlâ ayakta duruyor. Istranca’dan başlayıp Yalıköy’e kadar uzanan ormanlar bu tarihi eseri bir nebze olsun korumuş. Anayol’dan ayrılıp Evcik Plajı yoluna saparsanız yaklaşık iki kilometre boyunca yanınızdan Karadeniz’e doğru zarif bir şekilde süzülen bu tarihi şaheserin görüntüleriyle kucaklaşabilirsiniz.

 

ŞİMDİLİK İYİ KORUNUYOR YARIN NE OLUR BİLİNMEZ

Çevre ve Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne bağlı Çilingoz Yaban Hayatı Geliştirme Sahası avlanmak ve izinsiz ağaç kesmenin cezası çok ağır. Hem tazminat ödüyorsunuz hem de hapse giriyorsunuz. Bu sebeple olsa gerek bölge çok iyi korunmuş!  

Çilingoz İstanbul’un doğal hazinesi. Yalıköy Muhtarı Fehmi Kaçar’la ormanın içinden geçerken ansızın karşımıza bir çakal çıkıyor, biraz sonra bir karaca sıçrıyor yavrusuyla ağaçların arasında. Tavşanlar, tilkiler, kirpiler cirit atıyor. Bu alanda ayrıca geyik, gelincik, ağaç sansarı, kurt, sincap ve köstebekler yaşıyor. Birkaç sene önce orman içinde kayın ve gürgen ağaçlarının altında küçük bir yaban kedisi kolonisine rastlanmış. Eski çağlarda binlerce yaban kedisi yaşarmış bu ormanlarda. Sonradan kaybolup gitmişler. Bu koloni ise büyük bir sürpriz olmuş. 

Koruma alanı yeşilbaş, bıldırcın, çulluk, üveyik, karabatak, leylek, ağaçkakan, çilkeklik, saksağan, atmaca, ispinoz, saka gibi kuşlara da ev sahipliği yapıyor. Alanın kıyı şeridinde balık yakalamak yasak. Çilingoz’da dere ile denizin birleştiği nokta bu sebeple bir akvaryum gibi. Tepeden bakınca çıplak gözle istavrit, kalkan, kefal, palamut, kırlangıç, vatoz ve barbun gibi balıkları izleyebiliyorsunuz. Derelerde de tatlı su balıklarını.

‘İnşaat ya resulallah’ diye yola çıkan bazılarının bu bölgeye göz diktiği biliniyor. Sık ağaçlı geniş alanları, bakım yapacağım diye Orman Bakanlığı’ndan kiralama girişiminde bulunuluyor. Bakanlıktaki iyi kalpli bürokratlar bu talepleri şimdilik geri çeviriyor ama sonrası bilinmez.

MEŞHUR PODİMA TAŞINI BİLEN YOK

Çilingoz Koruma Alanı’nın içinde kalan Yalıköy’de de Kilyos’takine benzer bir hikaye yaşanıyor. Bu köyün eski adı Podima. Bu ismin mimarlık tarihinde de büyük bir önemi var. İstanbul’un eski bahçelerinde yol ve ada zemin süslemesi olarak kullanılan rengarenk çakıl taşlarıyla yapılan işlemelere ‘Podima döşeme’ adı veriliyor. Çünkü bu köyün kıyılarına dünyanın en güzel çakıl taşları dökülüyor. Eskiden kıyıdaki çakıl taşları renklerine ve ebatlarına göre tasnif edilip küfelere yüklenerek İstanbul’a taşınıp evlerin, sarayların bahçelerinde kullanılırmış. Şimdi kıyıda öylece yatan bu taşların yüzüne bakılmıyor. Geçenlerde genç bir mimar grubuyla sohbet ediyordum. Onlar bile Podima’nın İtalya’da bir yer adı olduğunu sanıyorlarmış. 

Haksız da sayılmazlar. Yalıköy Muhtarı Fehmi Bey yer isimlerinin değiştirilmesine karşı çıkıyor. İsmi değiştirmenin tarihi gerçeklerle oynamak olduğunu savunuyor. Podima’nın adı 1954’te değiştirilerek Yalıköy’e dönüştürülüyor. Köy kahvesinde sohbet ettiğimiz İsmail Süzgün 1951 doğumlu. Onun kimlik kartında doğum yeri olarak Podima yazıyor. İsmail Kızıler 1955’te aynı köyde dünyaya gelmiş, onun nüfus kağıdına ise Yalıköy kaydı düşülmüş. Binlerce yıldır adı Istranca Dağları Yıldız Dağları’na dönüşüyor, Ganos Dağı’na Işık adı veriliyor. Kilyos artık Durusu, Petnahor artık Göktürk, Podima artık Yalıköy… Birileri bir zamanlar tarihi değiştirdi, şimdikiler de ormanları, meraları, gölleri ele geçirip, surları yağmalayıp coğrafyayı değiştiriyor. 

 

O TREN ARTIK HİÇ GELMEZ 

Bir zamanlar Silahtarağa’dan başlayıp Ağaçlı’da denize inen bir trenyolu vardı. Haliç’le Karadeniz’i birbirine bağlardı. Silahtarağa Elektrik Santrali’ne Kemerburgaz ve çevresindeki kömürü taşırdı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kömür tekrar Zonguldak’tan gelmeye başlayınca 69 kilometrelik bu tren hattına ihtiyaç kalmadı. Ama cumhuriyetin ileri görüşlü kadroları bu yolu yok etmedi. Bu hatta uzun yıllar yük yerine insan taşındı. Belgrad Ormanları’ndan ve 12 köyün ortasından geçen ve iki denizi birbirine bağlayan bu demirden yol 1964’te kapatıldı. Raylar sökülüp talan edildi, güzelim ahşap köprüler gümbür gümbür yıkıldı. 

 

BİR KUŞ MASALI

 Evcik yol ayrımından birkaç kilometre ileride geniş bir sulak alanla karşılaşıyorsunuz. Buraya Çatalca Kaymakamlığı tarafından kuş gözlem kuleleri inşa ettirilmiş. Binlerce kuş havalanıp iniyor. Kendinizi bir masalın içindeymiş gibi hissediyorsunuz. Gölün kıyısında birkaç lokanta var. İnsanlar ellerinde dürbünlerle oturmuş kuşları izliyor. Bazıları İstanbul’un son kuşlarını gösteriyorlar çocuklarına.