Nietzsche ve Komünizm
cumhuriyet.com.trDünyanın bedeni ve insanın bedeni üzerine bir yörünge tasarlamalıyız. Komünizm kavramını ise, taşıdığı bütün ağırlıkların farkında olmaya çalışarak ama onlardan sıyrılmaya çalışarak da başka türlü ortaya koyabilir miyiz sorusunu deşmeliyiz. Radikal bir yolla, Nietzsche’nin bizi esinleyebileceği bir yerden denemeliyiz bu sefer de: bedenimiz ile dünya arasındaki ilişkiyi oradan düşünmeliyiz.
Nietzsche’nin yapıtlarına ya da komünizm kavramına tam bir uygunluk sergilemek tasasını taşımıyorum. Yazının savları bakımından, Nietzsche ile ya da komünizmin tarihi ile çelişen bir perspektif ortaya konuluyorsa; bunun yaşamlarımız için yeni sorular ve yeni düşünüşler üretmekten başka bir amacı yoktur.
Nietzsche’nin beden ile, vücut ile ilişkisini; bu ilişkiye verdiği yaşamsallığı anlıyoruz. Dünya-ötesi olana, aşkın olana, ölüm yayan hakikat rejimlerine ve dinsel dogmalara karşı bedeni, maddeyi, hissi ve ruhun tutkularını, farklılıklarını öne çıkarıyor. Geçmiş ile değil yaşam ile yaşamayı, yaşam ile düşünmeyi ve hissetmeyi salık veriyor. Ben bu yaşamsallığı beden düşüncesinden dünyanın bedeni düşüncesine kadar genişletmek istiyorum. Bir üretim mekânı olarak kendi bedenimizden, bir ortak-varoluş, ortaklıkta-olma uzamı olan dünyanın bedenine: bizi kendi bedenimizle ve diğer bedenlerle ilişkimizde konuk eden dünyanın bedenine. Nedir dünyanın bedeni? Bitimsiz bir coğrafyalar topluluğu? Yaşayan bedenlerin toprağı ya da hareketli uzamların bir temeli?
Kendi bedenimizle kurduğumuz ilişkinin bugün ne halde olduğunu bir düşünelim. Bugün bedenimize neler yapıyoruz? Onu duygularını, itkilerini, arzularını kapatan, kendi kendini tüketen bir aygıt haline getirmekten başka. Onu kozmetiğe, kıyafetler karmaşasına, cerrahi operasyonlara boğmanın ötesinde bir yerlere götürebiliyor muyuz? Dünyanın bedenini sezmeden, hissetmeden, onunla bir yaşam birlikteliği kurmadan, kendi ruhumuzu bedenimizden kopartmak için ayartan düzenlerden çekilip kurtulmadan özgür olabilir miyiz? Tekil bir bedene sahip olmadan, dünyanın ortak bedeni ile gerçek, sahici bir yaşam ilişkisi kurabilir miyiz? Çoğul bedensel ilişkilerde kendimiz olmak, kendi bedenimiz olmak: bize kendi bedenimizi, kendi ruhumuzu her yaşamsal durumda yeniden üretmeyi yasaklayan her değere, her hakikate, her değişmeze, her iktidara, her geçmiş-tapıcılığa direnmek! Bu değil miydi Nietzsche'nin haykırdığı?
Peki ya komünizm, ölüm arzusunun ve şiddetinin oyun alanı olmuş bu tüketici dünyanın, bedensizliğin, tekilsizliğin ve dünyasızlığın neresine düşüyor? Komünizm, ortak olanın, dünyanın bedeninin ortakça ve adilce yaşanması, bir birlikte-olma hali değilse nedir? Dünyanın bedeninin huzuruna birlikte çıkıyoruz, bizim ortaklığımız bu, onun karşısına birlikte çıkmak. Başka bir ortaklığımız daha var: Tekil bedenlerimizin birbirleriyle kurduğu ilişki. Bizler, o ortaklık-ta var oluyoruz. Ortaklıkta nasıl varoluruz sorusunu sorduğumuzda, bu soru bizi bir paylaşım, adalet, kardeşlik ve eşitlik coğrafyasını sorgulamaya çağırıyor. Burada dünyanın bedeninin, tekil bedenlere olanak ve temel olması anlamında, tekil bedeni özgürleştiren ve onun temelini çizen olması anlamında komünizmin kökenselliğini vurguluyorum. Bu anlamıyla komünizm, devlet ya da iktidar aygıtı eliyle gerçekleştirilen bir ütopya değildir, bir özgürlük felsefesidir, yaşamın kökenindedir. Her türlü tekilliği dünyanın bedeniyle ilişkili olarak veren çoğulluğun kendisidir. Yaşamın ta kendisi olarak dünyanın bedeninin özel adıdır. Nietzsche’nin felsefesinin tikel bedenimizin özgürlüğüne denk düştüğü yerde, komünizm bizi tikel bedenin üstünde hareket ettiğin dünyanın sosyal, politik ve ekonomik bedeni ile ilişkiye sokar. Nietzsche ile Marx’ın bu bağlamda birlikte okunması yeni bir komünizm ufkunu şekillendirebilir.
Kendi farklılıklarımızda eşit olmak. Dünyanın bedeni ile uyum içinde olmaya çalışan kendi bedenimiz. Nietzsche yaşamı her an koklamak, her an ondan yeni bir nefes çekmek derdi belki ama şundan kaçınmayabiliriz: o, dünyanın bedeninde kendi bedenini keşfeden insanlara seslenmek istedi. Özgür ruhlulara yüzünü ödünç verdi. Bu yaşamsal-yüzün değersizliğin bir dünyası olduğunu düşünmek kolay ama aldatıcı, doğruluktan uzak bir yargı olur. Mevcut yaşamın, geçmişin ve onun bütün temsillerinin ötesinde yaşamın kendisinin her türlü söylemi tazelediği, her türlü düşünceyi genişlettiği, her türlü yeni duyguyu bize verdiği yerde Nietzsche var. Öyle ki bu yeniliği, eski yaşamların ölçüleri ile eleştirmek nihilizme düşmenin başka bir yolu olabilir ancak: eskinin tapıcılığıdır değersizlik, yaşamdan yoksunluk, oysa Nietzsche'nin tamamen karşı olduğu da budur. O ortak-varoluşumuzun şimdisi ile kendi bedenimizin geleceği ile duygudaş ve zamandaştır. Dünyayı duyan bedenlerin ince ruhlu bestecisidir; ve müziği yaşam devam ettikçe sonsuzca sürer.
Dünyanın bedeni, yaşamın ta kendisi değilse nedir? Ve bizler bu yaşamı her seferinde yeniden keşfetmesi, büyütmesi, genişletmesi gereken yaşayanlar değilsek neyiz? Ve Nietzsche, neyi bize durmaksızın deneyimlememizi, onun ardında olmamızı söylerdi? Ölümün değil, durmanın değil, sabitliğin ya da ideolojinin değil her zaman kendi kendini ve ruhunu yeniden üreten bir gövdenin, bir bedenselliğin ve duyarlı devinirliğin peşinde olmamızı isterdi: güçlü bir insaniliğin kıyılarında dolaşmamızı isterdi. Tekil gövdelerimizi bu dünya için birleştirmemizi, bu dünya için gözlerimizi hep açık tutmamızı, yaşamlarımızın bütün geleceği için dikkatle uzakları dinlememizi isterdi. Dünyanın bedenini duyma çabası, sanırım kendi bedenimizi duymaya başlamak için de en iyi yol. Kendi bedenimizi duyamadığımız her anda, gündelik pratiğin bizi iktidarın mekanizmalarıyla bastırdığı ve boğduğu her anda komünizmi düşünmek ve onu istemek, kendi bedenimizin özgürlüğünü istemektir. Bu bizi kendi tekil ruhumuza, sınırların sürekli genişlediği özgür bir ruha ve insaniliğe götürebilir. Tam da orada işte, Nietzsche’nin kelimeleriyle, tekbaşınalıkların ve ikibaşınalıkların zamanı yeşerecek belki de. Bu geleceği hayal etmekten çok onu yapmanın yolu olarak yeni bir komünizm anlayışına hayat vermek gerekecek belki de! Dünyanın duyusu olan bir komünizm anlayışına.
O duyu üzerinde, insanın gündelik gerçekliğinde yok olmadığı ve sömürülmediği o yerde; denizi, rüzgârı duyduğumuz her seferinde hissettiğimiz o iyi-olma ve özgür-olma halini deneyimleyeceğiz: bedeni ve dünyayı, Nietzsche’yi ve komünizmi düşüneceğiz...