"Nesin Vakfı Türk solunun yüz akıdır"
Eğitim olanaklarından yoksun çocukların topluma yararlı bireyler olarak yetiştirilmesi amacına hizmet eden Nesin Vakfı, Aziz Nesin'in 5 Temmuz 1995'te yaşamını yitirmesinin ardından, oğlu Prof. Dr. Ali Nesin tarafından yönetiliyor. Vakfı yaşatmanın kendisi için tarihsel ve toplumsal bir görev olduğunu söyleyen Ali Nesin, "Türk solunun yüz akıydı vakıf. Ne yapıp edip yaşatmalıydım. Vakıf yaşamazsa ben de yaşayamazdım, hayat cehennem olurdu" diyerek vakfa verdiği önemin altını çiziyor. Hayattayken en önemli hedefinin Nesin Vakfı'nın bağışlardan bağımsız bir biçimde yaşamasını sağlamak olduğunu belirten Nesin, vakıfta çocuk ve gençlerin eğitimi ve barınmalarının yanı sıra, "Bir de sevgi sunuyoruz. Karşılıksız ve sonsuz sevgi..." diyor.
Tolga YenigünAziz Nesin tarafından 1973 yılından kurulan Nesin Vakfı'nı Ali Nesin şu sözlerle anlatıyor: ‘‘Aziz Nesin’in edebi eserlerinin yanı sıra bir başka eseri daha vardır. Son halini almamış ve hiçbir zaman da alamayacak olan, yaşaması için sürekli çaba gerektiren ve yaşadığı çağa ayak uydurması gereken bir eser: Nesin Vakfı. Hiçbir zaman bitmeyecek bir uğraştır Nesin Vakfı. Babam başladı, ben devam ettiriyorum, benden sonra da devam edecek…’’ Aziz Nesin 'in ölümünün 14. yıldönümünde, Prof. Dr. Ali Nesin, Nesin Vakfı'nın önemini, vakfın üstlendiği misyonu ve Aziz Nesin'e ilişkin unutamadığı anıları anlattı.
‘‘Benden sonra da devam edecek’’
Aziz Nesin’in edebi eserlerinin yüz binlerce basıldığını, tiyatro oyunlarının yüzlerce kez sahneye konulduğunu, şiirlerinin defalarca okunduğunu ifade eden Ali Nesin, ‘‘Bunlar son hallerini almışlardır ve artık herhangi bir değişime tabi olamazlar. basılmasalar bile kütüphanelerde, internette, orada burada kolaylıkla bulunabilirler. Aziz Nesin’in edebi eserlerinin yanı sıra bir başka eseri daha vardır. Son halini almamış ve hiçbir zaman da alamayacak olan, yaşaması için sürekli çaba gerektiren ve yasadığı çağa ayak uydurması gereken bir eser: Nesin Vakfı’’ dedi. Nesin Vakfı'nın hiç bitmeyecek bir uğraş olduğunu söyleyen Nesin, ‘‘Babam başladı, ben devam ettiriyorum, benden sonra da devam edecek… Umuyorum en azından. Benden sonra bu uğraşa girişecekler için de doğrusu üzülmüyor değilim. Hiç kolay bir iş değil çünkü. Bırakın çocuk eğitiminin zorluğunu, hele hele bakıma muhtaç çocukların eğitiminin zorluğunu, ve çağa uyabilmenin maliyetini, en temel ihtiyaçları karşılamak bile başlı başına bir sorun olabiliyor’’ diyor. Nesin, hayattayken en önemli hedefinin Nesin Vakfı’nın bağışlardan bağımsız bir biçimde yaşamasını sağlamak olduğunu önemle belirtiyor.
‘‘Yarını da kurtarmak gerekiyordu’’
Nesin Vakfı’nın bağışlardan bağımsız yaşayabilmesi için babasının ölümünden hemen sonra Türkiye'ye döndüğünü belirten Ali Nesin, ‘‘Tek hedefim vardı: Nesin Vakfı’nı yasatmak. Bu tarihsel ve toplumsal bir görevdi. Türk solunun yüz akıydı Vakıf. Ne yapıp edip yaşatmalıydım. Vakıf yaşamazsa ben de yaşayamazdım, hayat cehennem olurdu’’ diye konuştu. Gel gelelim Aziz Nesin kitapları bir gün eskisi kadar satmayacaktı diyen Nesin şunları kaydetti: ‘‘Ve Türkiye’de edebiyattan, sanattan, kültürden, bilimden para kazanılmayacağı gün gibi ortadaydı. Bu konuda danıştıklarım, sergi açalım, konser düzenleyelim gibi günü kurtaracak öğütler veriyorlardı. Oysa sadece günü değil yarını da kurtarmak gerekiyordu. gayrimenkulün ne kadar karlı bir yatırım olduğunu hemen anladım. Ne de olsa 24 yılım yurt dışında geçmişti. Beyoğlu ve çevresinde - ucuza bile değil! – neredeyse bedavaya ne bulduysam aldım. Köpek kulübesi kadar bile olsa… 6000 dolara Galatasaray’dan kömürlük aldım! Bugün ayda 1000 liradan fazla kira getiriyor. Oturduğum daireyi 10.000 dolara aldım. Hemen karşımda dört katlı bir binayı 22.000 dolara aldım… Taksim’in göbeğinde bunlar. Bunun gibi 30 kadar daire aldım. Tabii ki her biri içler acısı bir durumdaydı, kimi hacizliydi, kiminin ruhsatı yoktu, hemen hemen hepsi yıkıntıydı, içinde oturulacak gibi değildi. O zamanlar bana çok kızdı yakınlarım parayı bu “beş para etmez” yerlere yatırıyorum diye. Çok değil, on yıl sonra aldığım her dairenin değeri 20-30 misli arttı! Keşke artmasaydı da daha fazla alabilseydim. Boş zamanlarımda emlakçilik yaptım yani…’’ Bugün bu evlerin bir kısmının kirada olduğunu, bir kısmında da üniversiteli vakıf çocuklarının oturduğunu belirten Nesin, ‘‘On yılda aldığım gayrimenkulün geliri Aziz Nesin’in elli yılda yazdığının gelirinin bir buçuk misli…’’ diyor. Daha çok ev almaları gerektiğine değinen Nesin, gayrimenkul fiyatlarının çok artmasından şikayet ederek, ‘‘Vasiyet, bağış falan bekliyoruz. Bir 30 evimiz daha olursa sırtımız yere gelmez’’ ifadesini kullandı.
"Varından değil yoğundan veren"
Artık ev satın alamıyorsam da inşaat yapıyorum! diyen Nesin, "Şirince’de Nesin Matematik Köyü'nü kurduk. 80 kişilik bir kapasitesi var. Matematik Köyü’nün de vakıfa önemli bir maddi ve manevi katkısı olacağını umuyorum" diye konuştu. Gayrimenkullerden elde ettikleri gelirin vakfa yetmediğini kaydeden Nesin, gayrimenkul gelirlerinin vakıf giderlerinin ancak dörtte birini karşıladığını söylüyor. Nesin Yayınevi'ni kurduklarını ifade eden Ali Nesin, "Hem babamın hem de benim kitaplarımı basıyoruz ve başka bir şey de basmıyoruz. Gayet sağlıklı yürüyor. Kitaplar gayet iyi satıyor. Vakıf çocukları çalışıyor. Yayın evi de giderimizin 6'da birini karşılıyor. Diğer telifler de eklenince bu miktar daha da artıyor" dedi. Vakıf giderimizin aşağı yukarı yarısını kendilerinin karşıladıklarını belirten Nesin, şunları kaydetti: ‘‘Bugüne kadar aç, susuz kalmadık, üşümedik… Halkımız sayesinde… Tam anlamıyla ve gerçekten halkımız sayesinde. Babamın deyimiyle “varından değil yoğundan veren” halkımız sayesinde. Bizim arkamızda büyük sermaye grupları, büyük siyasi güçler yok. Hatta tam tersine diyebilirim… Ama bizim arkamızda on kuruşunun üçünü bağışlayan milyonlar var. Ne kadar teşekkür etsek azdır. Öyle ya da böyle bu halk Aziz Nesin’in değerini anladı, anladı ki bugün hâlâ daha ayaktayız. Zor günler geçirmedik değil. Bazı dostlarımız bizi terk etti ve hâlâ daha terk edenler var. Ama ayaktayız. Mesela Matematik Köyü öğrencilerin, işçilerin, memurların, hemşirelerin, öğretmenlerin bağışlarıyla kuruldu. Gaziantep’ten bir hemşire on lira bağışta bulunup, “Çok özür dilerim, elimden bu kadar geliyor” diye özür mesajı yazıyor… Göz yaşartıcı değil hüngür hüngür ağlatıcı… Gururlandırıcı da aynı zamanda."
‘‘Karşılıksız ve sonsuz sevgi sunuyoruz’’
Kısa vadede planlarının Nesin Matematik Köyü'nün inşaatını bitirmek, vakıfta bir ‘‘sanatçı evi’’ yapmak ve çiftliği daha verimli hale getirmek olduğunu söyleyen Ali Nesin, uzun vadede ki planları düşündükçe ruhunun yorulduğunu, ‘‘Para para para...’’ diye hayıflanarak anlatırken ekliyor: ‘‘Gelecek planlarım mı? Para tüm iyiliklerin anasıdır. Gelecekte banka soymayı düşünüyorum!’’ Nesin Vakfı’nda bulunan çocuk ve gençlere sunduğu imkanlara ilişkin Nesin şunları söyledi: ‘‘Vakıfta onlara çok imkan sunuyoruz. Alabildiğine. Elimizden ne gelirse… En şanssız çocuklara, en az olanak sağlanmış çocuklara en çok olanağı sunuyoruz. Kötü koşulların telafisi kolay olmuyor ama oluyor. Hepsi adam oluyor. En önemlisi hepsi iyi insan oluyor. Bir de sevgi sunuyoruz. Karşılıksız ve sonsuz sevgi… O sevgiyi reddetse de… Bir zaman sonra yola giriyor. Bu işi yapmayan işin zorluğunu bilemez."
‘‘O köy hepimizin’’
Matematik Köyü'ne 70 kadar lise öğrencisinin geldiğini ve iki haftalık programa başladıklarını söyleyen Ali Nesin, Matematik Köyü'nü coşkuyla anlatmaya başlıyor: ‘‘Öğrencilerin gelmesiyle 'Köy'de her yer cıvıl cıvıl oldu. Çok hoşuma gidiyor. Muhteşem çocuklar. Nasıl oluyor da böyle bir sistemden böyle çocuklar çıkıyor şaşırıyorum. Olmaması gerekir… Bir tür mucize… Bir kısmı geçen yıl da gelmişti. Doyamamışlar, gene geldiler. İki genç geldi bir gece yarısı. Uyku tulumlarını almışlar, köyümüzü özledik, bir gece kalabilir miyiz diye… Üç eski öğrenci geldi başka bir gün çadırlarıyla, bir gün kalıp inşaata yardım edeceklermiş. Bir gruba 'Köy’ü gezdiriyordum, arazimizi gösteriyordum. İçlerinden biri, 'Bu ağaçların olduğu yer bizim mi?' diye sordu. 'Bizim' kilit kelime burada. Her adımını atan ‘Köy’ü sahipleniyor. Çünkü ‘o köy gerçekten hepimizin’ ve bu bir biçimde kendini gösteriyor. Patronu yok, müdürü yok, ağası yok… Özgür ve içten. Palavrasız, fiyakasız, cakasız ama olağanüstü bir güzellikte ve sadelikte. Köy özellikle ve herkesten çok gençlerin, zaten en çok da onlar sahipleniyorlar. Çok mutluyum, benden mutlusu yoktur diye düşünüyorum.’’ Basının vakfa olan ilgisizliğine ve vakıf hakkında çıkan olumsuz haberlere kırgın olduğunu anladığımız Ali Nesin, ‘‘Basın hakkındaki düşüncelerim, yayınlayabileceğiniz cinsten şeyler değil!’’ diyor.
‘‘Onlar bizim çocuklarımız’’
Vakıfta yetişen çocukların mesleklerini sorumuzu Nesin şu şekilde cevaplıyor, ‘‘Belli bir mesleğe yoğunlaşma yok. Son yılların mezunlarından söz edeyim: Matematikte yüksek lisans yapmış bir gencimiz var, yeryüzü kesmedi, şu an pilotluk eğitimi alıyor. İki öğrencimiz fizikte yüksek lisans yaptı. Bunlardan biri üniversitede araştırma görevlisi ve doktora yapıyor; diğeri inşaat sektöründe çalışıyor ve Nesin Vakfı Yönetim Kurulu’nda. Bir başka mezunumuz resim bölümünü bitirdi; şimdi Nesin Yayınevi’nde yönetici ve aynı zamanda Nesin Vakfı Yönetim Kurulu üyesi. Bir başka çocuğumuz heykel bölümünü bitirdi, şimdi yüksek lisans yapıyor. Bir diğeri Tarih Bölümü’nü bu yıl bitirdi, şimdilik Nesin Matematik Köyü’nde çalışıyor. Bir başkası İktisat Bölümü’nü bu yıl bitirdi, yüksek lisans yapacak. Bir çocuğumuz marangozluk eğitimi aldı, bir başkası kız enstitüsünden mezun oldu, bir diğeri stilist oldu, bir başkası işletme okudu. Bir başkası üniversite bitirmedi ama hayatını idame ettirecek kadar para kazanabiliyor.’’ Şimdilik vakfın yönetim kurulundaki 7 üyesinden sadece ikisinin vakıf mezunu olduğunu kaydeden Ali Nesin, ‘‘Bir gün bütün Vakfı eski mezunlar yönetecek. Birkaç avukat mezunumuzun olması gerekiyor. Mali müşavir, muhasebeci, çocuk eğitmeni, pedagog, aşçı, bahçıvan, işletmeci, yönetici… Matematikçi dışında her meslekten mezuna ihtiyacımız var. Ama mezunlarımızın hemen hemen hepsi hafta sonları ve tatillerde vakfa gelirler, kardeşlerine yardım ederler’’ diyor. O çocukların kendi çocukları olduğunu ve hayatları boyunca da öyle kalacaklarını söyleyen Nesin, ‘‘Nesin Vakfı onların evi. Biz, bir ana babanın yapması gerekeni yapıyoruz. Herhangi bir ana babaya 'Çocuğunuza kaç yaşına kadar bakıyorsunuz?' diye sorulur mu? Ne kadar bakılması gerekiyorsa o kadar bakıyoruz’’ ifadesini kullandı. Vakıf için bağışların önemine dikkat çeken Ali Nesin, ‘‘İsteyen yurttaşlar aylık bağışlarda bulunabilir. Vakıf dostu 300 kişiden ayda 100 lira bağış almayı hedefliyoruz, ki önümüzü görebilelim. En büyük sıkıntımız bir iki ay ötesini göremememiz. Sürekli bir tedirginlik… Çok yıpratıcı. www.nesinvakfi.org adresinde nasıl bağış yapılabileceği yazıyor.’’ diye ekliyor.
‘‘Keşke birkaç dakikalığına görebilse’’
Vakfın babası Aziz Nesin için önemini sorduğumuz Ali Nesin, ‘‘Aziz Nesin, vakfı bu topluma olan borcunun bir kısmının, çok küçük bir kısmının ödenmesi olarak algılardı. Kendisinden sonra yaşamayacağından korkardı. Keşke birkaç dakikalığına görebilse Vakf’ın bugünkü halini. Nasıl daha güzel, daha rahat yaşadığımızı, nasıl büyüdüğümüzü… Çok hoşuna giderdi. Bir beş dakika daha kalıp doğrumuzu yanlışımızı bize anlatsa…’’ diyor. Aziz Nesin’in çok iyi bir baba olduğunun altını çizen Ali Nesin, aralarındaki baba-oğul ilişkisini şu ifadelerle anlatıyor: ‘‘Ama bunun da ötesinde biz çok yakın iki arkadaştık. Çok dertleşir, çok konuşur, çok tartışırdık. Keşke birileri babamla kimi zaman sabahlara kadar süren tartışmalarımızı videoya filan çekmiş olsaydı da, saygı nedir, sevgi nedir, nasıl tartışılır, nasıl konuşulur, nasıl karşı çıkılır, bir düşünce nasıl savunulur, doğruya nasıl ulaşılır, okullarda diyalektik dersi olarak gösterilseydi… Genellikle o konuşurdu tabii ki. Ben çoğu zaman kuşkularımı soru sorarak dile getirirdim. Pek enderdi babamla aynı fikirde olmayıp iki üç dakika kadar ara vermeden kendi düşüncemi savunduğum. Çoğu zaman o haklı çıkardı. Ama anlaşamadığımızda da en azından tam nerede anlaşamadığımızı anlardık. Çok da gülerdik birlikte. Kasıklarımıza ağrılar girerdi gülmekten. Güneşi doğurduğumuz geceleri çok özlüyorum. Genellikle yazları bir arada olurduk; ben yurt dışındaydım, yazışırdık. 30 yıllık mektuplaşmalarımız yayımlandı. Toplam 1300 sayfaya sığdı, ki kaybolan mektuplar da vardır."
Oğul Nesin'den Baba Nesin'e ilişkin bir kaç anı
Babasına ilişkin bir kaç anıyı bizimle paylaşmasını istediğimiz Ali Nesin başlıyor anlatmaya: ‘‘On yaşında ya varım, ya yokum. Sovyetler Birliği'ndeyiz. Kaldığımız otelde bir yaramazlık yapmışım. Ne yaramazlığı yaptığımı şimdi anımsayamıyorum. Babam kızmış bana. Çok kızmış. Çünkü salt yaramazlık yapmakla kalmamışım, yaramazlık yaptığımı da kabullenmiyorum... Babam haklı olarak kızmış, ama kızgınlığının ölçüsünü kaçırmış, bağırıyor. Sustum. Babama çok darılmıştım. Biraz sonra otel odasından çıktık. Önde yürüyorum. Arkamda babam, annem, kardeşim Ahmet, çevirmenimiz Vera ve daha başkaları var. Küsmüşüm önden yürüyorum. Babam, küstüğümü anlayıp, ‘Ali!’ diye çağırdı. Hiç yanıt vermedim. Bunun kolay olduğunu sanmayın. Babama yanıt vermemek... Olacak iş değil. Demek çok kırılmışım. ‘Ali!..’ diye seslendi. Benden gene yanıt yok... Babamın sesi gittikçe sevecenleşiyor ve ben kendimde gittikçe daha az dayanma gücü buluyorum. Biraz daha üstelerse ağlayarak boynuna sarılacağım. Kendimi zor tutuyorum. Koştu yanıma geldi, sarıldı. Zayıflığımı belli etmemeye çalışarak ve kendimi zorlayarak, ‘Ben seninle konuşmuyorum’ dedim. Özür diledi babacığım benden...’’
‘‘Demek ki çok işim varmış’’
Bir başka anısını anlatmaya başlayan Ali Nesin, ‘‘Çok küçüktüm. İlkokul birinci sınıfa daha yeni başlamıştım. Babamın kocaman bir odası vardı. Kitaplarla, gazetelerle, kâğıtlarla, dosyalarla dolu kocaman bir oda, daha doğrusu bir salon... Sabahtan akşama çalışırdı odasında. Bir aslanı andırırdı dağınık saçlarıyla... O kocaman odada bir de şömine vardı. Pazar günleri, yanan şöminenin başına bir iskemle çeker, ateşin karşısında kitap okurdum. Sırtım babama dönük... Arkamda sürekli bir daktilo sesi... Bir de elma yerdim. O elmanın tadı... Ah! o elmanın tadı... O elma bana çok güzel gelirdi. Öbür günler yediğim elmaların tadına benzemezdi tadı kesinlikle. Bir gün gene böyle şöminenin karşısında, elimde elmayla kitap okurken, elmanın tadına dayanamayıp babama sordum: ‘Babacığım, pazar günleri elmanın tadı bir başka oluyor değil mi?’ dedim. Başını daktilodan kaldırdı. Gözlüklerinin üstünden bana gülümseyerek bakarak, ‘Evet, pazar günleri elmanın tadı bir başka olur’ dedi. Yıllar sonra bunu kendisine anlattığımda bana şöyle dedi: ‘Demek ki çok işim varmış ki sana işin doğrusunu anlatmamışım...’ cevabını aldığını söylüyor.
‘‘Çocuklar için nice harcansa azdır’’
Ali Nesin çocukluğuna ait başka bir anısını ise şöyle anlatıyor: ‘‘Gene Sovyetler'deyiz. Bir çocuk parkına gitmişiz. Çocuk parkı demek yanlış, bir çocuk cenneti... Atlı karıncalar, sihirli aynalar... Daha neler neler... Anlatılır gibi değil. Belli ki çok para harcanmış. Çocuklar için bunca para harcanmasını yadırgadım. Babama dönüp, ‘Baba, çocuklar için bu kadar para harcanmış. Bu para daha ciddi işlerde kullanılsaydı daha iyi olmaz mıydı?’ dedim. Babam, ‘Çocuklar için nice harcansa azdır’ dedi. Küçüktüm, ama bu sözlerdeki gerçeği kavramış olmalıyım ki babamın yanıtı otuz yıldır aklımdan çıkmamış.’’
‘‘Bozuk kahve ve bozuk süt bileşimini sevmesini öğrenmişti’’
Nesin unutamadığı bir diğer anısını daha anlatmaya başlıyor: ‘‘Vakıf'ta, Dereboyu'ndaki evdeyiz. Akşam yemeğinde içmişiz, sohbet etmişiz, dereye bakan balkonda, kavaklar arasında sohbeti sürdürüyoruz. Bir ara babam, ‘Oğlum, hadi bize bir kahve yap da içelim...’ dedi. Kırk yıllık babam... Ağzına kahve koymazdı. Ne oldu birdenbire? ‘Ne zamandan beri kahve içiyorsun?’ diye sordum. Babam, ‘İçiyorum işte’ diye geçiştirdi sorumu. ‘İşte şurada kahve var, neskafe... Koy cezvenin içine...’ dedi. Gittim baktım. Neskafe taş gibi olmuş. kim bilir kaç yıldır içilmeden bekliyor. Vakfa gelen konuklar getirmişlerdir, babam da kahve içmediğinden hiç kullanılmadan beklemiştir yıllarca. Sonra, günün birinde kahvenin kaya gibi sertleştiğini görüp, kahveyi kimseye veremeyeceğinden, kahvenin ziyan olacağından korkmuş ve birdenbire kahve içmeye başlamış olmalı... Bu kesinlikle böyle olmuştur. Yeter ki kahve ziyan olmasın! ‘Baba, bu kahve taş gibi’ dedim. ‘Orada bıçak var oğlum, bıçakla kazı...’ diye yanıtladı. Gülmeye başladım. O da kıs kıs gülüyor. Bıçakla olacak gibi değil... Uğraşa didine biraz kahve parçalayabildim. Babam, ‘Buzdolabında süt vardır, üstüne süt koy...’ diye ekledi. Dediği gibi yaptım. ‘Şimdi cezveyi ocakta ateşin üstüne koy, köpürsün...’ dedi. Ocağın başına geçtim. Babam balkonda, ben içerdeyim. Beş dakika bekledim. Kahve köpürmüyor... Mutfaktan, ‘Baba, bu kahve köpürmüyor’ diye bağırdım, ‘Galiba bozuk...’ diye ekledim. ‘Ateşi yaktın mı!’ diye sordu. ‘Yaktım tabii ki, ama köpürmüyor...’ diye cevapladım. ‘Köpürür oğlum, köpürür, kahve köpürmese süt köpürür...’ dedi. Beş dakika daha bekledim. ‘Baba, ne kahve köpürüyor ne de süt!’ dedim. ‘Peki, peki... Olduğu kadar, getir artık’ diye cevap verdi. Kahvelerimizi iki bardağa koyup getirdim. Önce o bir yudum aldı. Çok sevdiği belli oluyordu. Ohluyordu her yudumdan sonra. Ben de bir yudum aldım... Bir rezalet! Kahve bozuk olduğu gibi süt de bozukmuş. İçemedim. Babama göstermeden kahveyi balkondan aşağı döktüm. O ise, kahveyi sonuna dek ohlaya ohlaya çok nefis bir şeymiş gibi içti. hiçbir şeyi ziyan etmezdi. Bozuk kahveyi ve sütü ziyan etmemek için, bozuk kahve ve bozuk süt bileşimini sevmesini öğrenmişti!
‘‘Babamın bize anlattığı masalları ben de çocuklarıma anlattım’’
Ali Nesin, babasına ilişkin bir diğer anıyı ise şu şekilde anlatıyor: ‘‘Akşam yemeklerine ve hafta sonu sabah kahvaltılarına çok önem verirdi. Bir ailenin bir arada olmasında sofranın önemini sık sık vurgulardı. Sofrada hep neşeliydi. Kimi zaman, sofrada kardeşimle birlikte, ‘Baba, hadi bir fıkra anlat’ diye tuttururduk. Hoşuna giderdi, ama, ‘Öyle durup dururken fıkra anlatılır mı yahu, yeri gelir öyle anlatılır...’ derdi. Biz üstelerdik: ‘N’olur anlat baba, n’olur...’ Babam nazlanırdı: ‘Yahu durup dururken fıkra anlatanlara deli denir, ben deli miyim?’ Nazlanırdı ama fıkra anlatacağı da yavaş yavaş belli olurdu. Biz kardeşimle gelecek fıkrayı hisseder hissetmez, birazdan çok güleceğimizi anlar ve dayanamayıp kıkırdamaya başlardık. Hele babam, ‘Peki, anlatayım’ der demez, kendimizi tutamaz, makaraları koyverirdik. Babam kızmış görünürdü, anneme döner, ‘Yahu Meral, bunlar ne terbiyesiz çocuklar, daha ben fıkrayı anlatmadan gülmeye başlıyorlar, belli ki numaradan, ayıp olmasın diye gülüyorlar’ derdi. Babam böyle dedikçe biz daha çok gülerdik. Fıkra boyunca da gülmekten kasıklarımıza ağrılar girerdi. Akşam yattığımızda babamdan bize bir masal anlatmasını isterdik. Babam birimizin yanına uzanır ve repertuvarındaki masallardan birini anlatırdı. kim bilir kaç kez anlatmıştı aynı masalı, ama bayılırdık. Masal bittiğinde bir tane daha anlatması için üstelerdik. Genellikle kırmazdı. Ama bu masal anlatmanın bir sonu olmalıydı elbet... Babamın bize anlattığı bu masallardan birçoğunu ben de çocuklarıma anlattım.’’
‘‘Buzacı geldiiii...’’
Ali Nesin'in bizimle paylaştığı son hikayesi ise şöyle: ‘‘Hepimizin takma adları vardı. Ablam Muşmula, ağabeyim Ayva’ydı. Ama onlar artık büyük olduklarından bu takma adlar kullanılmazdı. Benim takma adım ‘kadife tenli çingene palamutu’, kardeşiminki de ‘katırcık topuz’du. Babam takma ad bulmakta gerçekten ustaydı. Hamdi Avcıoğulları’ndan dönerken içi kocaman avizelerle dolu ışıl ışıl bir ev görürdük. Babam hep, ‘İşte, Avizeci Hacı Hafız Mustafa Efendi’nin evine geldik’ diyerek gösteriş meraklısı görmemişle alay ederdi. Bu ad, kardeşimle beni çok eğlendirirdi. O yol boyunca bizi eğlendirecek çeşitli hokkabazlıklar yapardı. Genellikle gece geçerdik o yoldan. Yolda bağırarak boza satardı: ‘Buzacı geldiiii, iyi buuuzaaaa!’ Ya da yoğurt, tahin helvası satardı. Ahmet’le ben utanırdık, ama çok da gülerdik. Söylediğine göre o yolda tek başına giderken bir gün gene boza satmış ve üçüncü kattan, ‘İşte şu pencereden’ bir kadın boza satın almak istemiş kendisinden! Bunun doğru olduğuna inanmak istemezdik ama babam da doğru olduğuna yemin ederdi!’’
Nesin Ailesi'nin fotoğraf albümü için tıklayın: www1.cumhuriyet.com.tr/