Nedim Şener'in savunması / 3

Gazeteci Nedim Şener'in Odatv davasındaki savunmasının üçüncü bölümü:

cumhuriyet.com.tr

HANGİ “DELİL”, HANGİ TALİMAT…

Savcılık, bu bölüme, Hanefi Avcı’nın kitabının yazımına yaptığım iddia edilen katkıya ilişkin “deliller” demiştir.

Bu bölümün başlığı her ne kadar “deliller” şeklinde ise de Hanefi Avcı’nın kitabının hazırlanmasında nasıl bir görev aldığıma dair tek bir somut yasal delil yer almamaktadır. Savcılık tarafından delil bulunmaması doğaldır, çünkü Hanefi Avcı’nın “Kitabın hazırlanmasında benim katkım olmamıştır.

Savcılık ,”Avcı’nın “Kitap yazdığımı haber vermedim.” şeklindeki ifadelerini de dikkate almamıştır.”

Odatv isimli internet sitesine yapılan baskında bir bilgisayarda bulunan “Nedim.doc”, “Hanefi.doc” ve “Sabri Uzun.doc” adlı dökümanlardan benim hiçbir zaman haberim olmamıştır. Bu tür talimatlardan haberim olmadığı gibi bu içerikte bir talimat ya da yönlendirme kimse tarafından bana yapılmamıştır. Ayrıca 71 klasörü bulan ekler içinde yer alan binlerce sayfalık telefon görüşme kayıtlarında e-posta mesajlarında, MSN yazışmalarında veya başka bir belge de bu tür sözü edilen doküman içeriğine ilişkin bir delil, konuşma, tek bir kelime bile yoktur.

Dolayısıyla ne H. Avcı’nın kitabının yazılmasına yardım ettiğime dair ne de Soner Yalçın’dan talimat aldığıma dair tek bir delil yoktur.

“Nedim.doc”, “Hanefi.doc”, “Sabri Uzun.doc” isimli dokümanlardan haberim olmadığı gibi yine Odatv’de bulunan “Ulusal Medya 2010” isimli doküman hakkında da içeriği hakkında da bilgim yoktur ve olmamıştır.

Adı geçen “word” dokümanlarda “Nedim” şeklinde geçen kişinin ben olduğuma dair delil de yoktur. Bu dokümanlar 3 Mart 2011 günü gerçekleştirilen ev ve araba aramalarında bana ait dijital veri ve belgeler arasında yer almadı.

Ancak H. Soner Yalçın’ın mahkeme ifadesinde “Bu belgede ismi geçen Nedim olarak geçen şahıs gazeteci Nedim Şener olabilir.” Şeklindeki beyanı üzerine “word” dokümanlarda “Nedim” olarak adı geçen şahsın, ben olduğuma hükmedilmiştir.

Oysa ben bu ifadeden haberdar olduktan sonra H. Soner Yalçın hakkında “iftira” iddiasıyla suç duyurusunda bulundum. Soner Yalçın hakkında açılan soruşturmada, “Nedim olarak adı geçen ismin Nedim Şener olduğuna dair elinde bilgisi olmadığı , tahminen Nedim Şener dediği kabul edilerek takipsizlik kararı verilmiştir.

İddianamenin 99’uncu sayfasında ise Hanefi Avcı ile benim aramda geçen iki telefon görüşmesine yer verilmiştir. Görüşmelerden ilki 24.05.2009 tarihli ikincisi ise 20.10.2009 tarihlidir.

Her iki görüşmenin içeriği de haberle ilgilidir. Bu iki görüşmenin 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan “Haliçte Yaşayan Simonlar” isimli kitapla ilgisi yoktur. Zaten bu iki görüşmenin söz konusu kitabın basılmasından 1 yıl önce yapıldığı düşünüldüğünde suçlamayla ilgisi olmadığı da kolayca anlaşılmaktadır.

Savcılığın bu telefon görüşmelerine İddianamede yer vermesinin amacı , Hanefi Avcı ile benim aramdaki ilişkiye dikkat çekmektir. Evet ben Hanefi Avcı ile birçok kez yalnızca haber amacıyla görüştüm. Ve bu görüşmelerimin birçoğu da çalıştığım Milliyet Gazetesinde haber olarak yayınlanmıştır.

Hanefi Avcı özellikle 1990’larda ve daha sonra AKP iktidarı ile basında adından en çok söz ettiren polislerden biridir.

Birçok gazeteci ve yazar Hanefi Avcı ile görüşür ve haber olarak yayınlar. Haber kaynağı, gazeteci ilişkisinin iddianameye “geçmişe dayalı bağlantı” şeklindeki yorum kötü niyetli bir değerlendirmedir.

İddianamede Hanefi Avcı ile benim aramdaki ilişkiye örnek olarak halen tutuklu olan Ergenekon davası sanığı İsmail Yıldız’ın bilgisayarında bulunan iki adet doküman olarak gösteriliyor. Bu belgelerden ikisi de bir başka Ergenekon sanığı Hayrullah Mahmud isimli gazetecinin bana hakaret etme kastıyla yazdığı yazı ve
bir internet sitesine verdiği röportajdan oluşmaktadır.

İsmail Yıldız’dan ele geçirilen ve iddianamede yer alan birinci dokümanın tam metni 40’ıncı Delil Klasörünün 41-40’ıncı sayfalarında yer almaktadır. Bu metnin başlığı şöyledir;

“Kimin hususi yazarı ya da Ahmet Kekeç başta olmak üzere tüm Tayipçi yazarları, entelektüel anlamda düelloya davet ediyorum.

Bu başlık altındaki yazıda ben, Ahmet Kekeç, Nazlı Ilıcak gibi isimlerle birlikte “Tayipçi yazar” olarak nitelendiriliyorum.

Yine İsmail Yıldız’dan ele geçen ikinci doküman olarak “HMMEDYA FARESİ” isimli belge örnek gösteriliyor. İddianamenin 40’ıncı Delil Klasörünün 51 ve 44’üncü sayfalarına bakıldığında bu belgenin Hayrullah
Mahmud isimli kişinin “medya faresi.com” isimli internet sitesinde 23.11.2004 günü yayınlanan röportajı olduğu görülecektir. Polis tespit tutanağında bile benim aleyhimde bir yazı olduğu belirtilen bu röportajda bir önceki yazısında olduğu gibi Hanefi Avcı’nın benim adımı kullanarak kitap yazdığı yalanını
ortaya atmaktadır.

Aslında bu yazılarla bugün yapılan suçlamaya bakıldığında ortada tuhaf bir durum olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Şöyle ki: Savcılığın benim ile Hanefi Avcı arasında geçmişe dayalı ilişki olduğunu göstermek istediği ve İsmail Yıldız isimli kişinin bilgisayarında bulunan aleyhimdeki iki yazıda Hanefi Avcı’nın
kitap yazdığı ama bu kitapların benim adımla yayınlandığı gibi gerçekdışı ve saçma bir iddia ortaya çıkmaktadır.

İşin tuhafı ise bu dava kapsamında da benim katkıda bulunduğum ya da yardım ettiğim iddia edilen bir kitabın Hanefi Avcı adıyla yayınlanmış olması. Ancak her iki iddia da gerçek dışıdır. Ne Hanefi Avcı’nın yazdığı kitaba ben adımı koydum ne de Hanefi Avcı benim katkım olan bir çalışmaya adını koydu. Hem
Hayrullah Mahmud’un hem de Savcılığın iddiası gerçek dışıdır.

İddianamesinde belirttiği gibi 2009 yılına ilişkin iki telefon görüşmesi ya da İsmail Yıldız’ın bilgisayarındaki iki yazı “geçmişe dayalı bağlantı” olarak yorumlanamaz.

Hanefi Avcı ile ilişkim, gazeteci-haber kaynağı ilişkisinden başka bir şey değildir. Nitekim AKP hükümetinin iş başına gelmesinden kısa süre sonra İmar Bankası yolsuzluğu nedeniyle Uzan ailesine yönelik operasyon gerçekleştirilmiş ben de gazeteci olarak bir meslektaşım gibi gazeteme haber yapmıştım. Daha sonra Uzan ailesi hakkında “Uzanlar Bir Korku İmparatorluğu’nun Çöküşü” isimli kitabı yayınladım.

Operasyon büyük ölçüde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildi. Ve ben de İstanbul’da çalışan bir gazeteci olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri ile görüşerek haber yazdım. Bu konuda en büyük yardımı o dönem Kaçakçılık, Mali Şube, Organize Şube ve İstihbarat Şube’den Sorumlu Müdür Yardımcısı Ş. O’dan ve Mali Şube Müdürü M. A’dan yardım aldım. Hanefi Avcı’nın katkısı ise olmamıştır. Hanefi Avcı’dan daha sonraki yıllarda, Edirne Emniyet Müdürü olduktan sonra bu ildeki yolsuzluk
operasyonları hakkında haber yazmak üzere bilgi aldım röportaj yaptım. Ama bunlar “bağlantı” değil haber amaçlı görüşmelerdir.

Savcılık iddianamenin 99’uncu sayfasında, “…. Nedim Şener’in hazırlanmasında bizzat görev aldığı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabın….” ifadesini kullanmakta ancak “……… bizzat görev aldığıma……”
dair tek bir doğrudan ya da dolaylı somut delil koymamaktadır.

Yalnızca Odatv’de bilgisayarda bulunan iki “word” notu ve Hanefi Avcı ile iki yıl önce yapılmış iki telefon görüşmesi ile aleyhimde ve beni karalamak amacıyla iftira atılan iki internet metnini alt alta koyarak Hanefi Avcı ile geçmişe dayalı bağlantısı var yorumuyla “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabın yanında “bizzat görev almakla…” suçlamaktadır.

İddia edilen bu görevin hangi yolla kim tarafından nerede, ne zaman verildiğine dair tek bir delil bulunmamaktadır. Ayrıca adı geçen kitabın hangi bölümünün ne zaman nerede yazdığıma ya da ne tür bir katkı ve yönlendirmede bulunduğuma dair tek bir delil, telefon konuşması, belge, yazışma, mesaj vs. 71 klasör içinde yoktur.

“Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının dijital halinin Odatv bilgisayarında bulunması ile hiçbir ilgim yoktur olamaz. Dolayısıyla bu dijital hali ile kitabın basılmış hali arasında farkların olması birinci bölümüyle ikinci bölüm arasında düşünce ve görüş farklılıkları iddiaların muhatabı da, kitabın yazarı olan Hanefi Avcı’dan başkası olamaz.

Öte yandan Ergenekon’un zararları konusunda birinci bölümde görüş bildirilirken ikinci bölümde Ergenekon’un varlığının inkarı değil, Ergenekon operasyonlarının yapılış biçimine ilişkin eleştiriler dikkati çekmektedir.

Ben yaklaşık 20 yıllık gazetecilik hayatım boyunca 10 kitap ve yüzlerce belki de binlerce haber yaptım. Bugüne kadar yazdıklarım nedeniyle yüzlerce kez mahkemeye çıktım. Her yazdığımı savundum. Hayatımda ilk kez yazmadığım şeyler hakkında yargılanıyorum.

Tüm meslek hayatım boyunca hiçbir habere politik açıdan bakmadım ANAP, DYP, MHP, CHP, gibi AKP’li siyasetçilerin de yolsuzluklarını yazdım. Hiçbir zaman kara propaganda gibi bir kavramı duymadım böyle davranan gazeteci de tanımadım. Yazdığım, haber, kitap ve yazıların hiç birisinde Ergenekon
operasyonlarını yürüten adli makamlarla ilgili konular yer almamıştır.

Benim gazeteci olarak ilgilendiğim konulardan birisi de Hrant Dink cinayetidir.

Ben ,huzurunuzda Ergenekon Örgütüne yardım iddiasıyla yargılanıyorum ancak Ergenekon ile Dink cinayeti arasındaki bağlantıyı ortaya koyan şemaları yayınladığım için de Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde
“Ergenekon soruşturmasında gizliliği ihlal” iddiasıyla yargılanıyorum. Yani mevcut durum göz önün alındığında, “ben yardım ve yataklık yaptığım bir örgütü deşifre eden ve bu örgütün Dink cinayeti arasındaki bağlantıyı gösteren şemaları yayınlayan bir kişiyim.” Bu durumun makuliyetini takdirinize bırakıyorum.

İddianamenin 100’üncü sayfasında da, Hanefi Avcı ve benim ifadelerimden bazı satırlara yer verilmiştir. Burada Hanefi Avcı, kitabından benim haberim olmadığımı ve yayınlandıktan sonra bilgim olduğunu beyan etmiştir. Aynı şekilde benim ifademden alıntı yapılmış ve Hanefi Avcı’nın kitabını basıldıktan sonra ilk kez gördüğüm ve böylece haberdar olduğum bilgisi verilmiştir.

Savcılık, birbirini doğrulayan bu ifadeleri aktarırken benim kitaptan alıntı yaparak yazdığım haber ve yazılardan örnek vermek suretiyle “kitaptan alıntılar” ile kitabın basılmış nüshasındaki farklar olduğu dolayısıyla kitabın taslak halinin bende bulunduğu iddiasında bulunmuştur.

Bunu da iddianamede şöyle ifade etmiştir: “Ancak Nedim Şener her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de; “HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitaptan alıntılar yaparak köşe
yazıları yazdığı, ancak yazılarındaki “kitaptan alıntılar” bölümlerinin kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu durum “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının taslak halinin daha önceden Nedim
Şener’de bulunduğunu, söz konusu kitap çalışmasının Nedim Şener ile birlikte yapıldığını açıkça göstermektedir.”

Savcılığın bu iddiasının somut hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü Hanefi Avcı’nın kitabı 19 Ağustos 2010 günü öğleden sonra gazeteye gelmiştir.Bu konuda Yayınevi tarafından adıma kesilen fatura ve 19.8.2010 tarihli kargo teslim belgesini ekte sunuyorum. (EK : 4)

Kitabın bana ulaşmasından sonra kitabın yazıldığını öğrenince hızlı bir çalışma yaparak Kitap hakkında, 20 Ağustos 2010 Milliyet’te ve aynı gün Posta Gazetesindeki köşe yazılarımı yazdım.

20 Ağustos 2010 günü, hem Hürriyet hem de Vatan Gazetesi’nde de kitap ile ilgili geniş haberler yayınlanmıştır. Kitabın basılmadan önceki halinin bende olduğu varsayılıyorsa benim söz konusu kitapla ilgili haberi diğer gazetelerden önce yapmış olmam gerekirdi. Yani diğer gazeteleri “haber atlatmam” gerekirdi.

Diğer gazetelerde de kitap ile ilgili haberin aynı gün yani 20 Ağustos 2010’da yayınlanmış olması, kitabın benim ve diğer gazetecilerin eline aynı tarihte geçtiğini göstermektedir. Dolayısıyla kitabın taslağının benim elimde önceden bulunduğu iddiası somut gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

Nitekim kitabı basan yayınevinin elinde olan ve bize gönderdiği kargo ulaşım bilgileri kitabın 19 Ağustos 2010’da teslim edildiğini göstermektedir.
 
MEHMET BARANSU’NUN TEMELSİZ KASITLI İDDİALARI , SAVCI TARAFINDAN İNCELEME YAPMADAN AYNEN İDDİANAMEYE ALINMIŞTIR.

Öte yandan Savcılık, kitap ile ilgili yazdığım haber ve yazılardaki “alıntıların” kitabın basılmış nüshasında bulunmadığını iddia etmektedir. Bu durumun da elimde kitabın taslağının bulunduğu anlamına geldiğini kabul etmektedir.

Ancak Savcılığın Hanefi Avcı’nın yazdığı ve halen piyasada satılmakta olan “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının yazımına katkı yaptığıma dair delil kabul edilen bu iddiaları, ilk kez Taraf Gazetesinde çalışan Mehmet Baransu’nun 14 Mart 2011 günkü yazısında dile getirilmiştir.

Tarihe özellikle dikkat çekiyorum; 14 Mart 2011!

Yani 3 Mart 2011’de gözaltına alınmamdan 11 gün, 6 Mart 2011’de tutuklanmamdan 8 gün sonra, iddianamede delil diye gündeme getirilen konu ne hakkımdaki soruşturma ne gözaltı ne de tutuklandığım tarihte ortada yoktu ! Nitekim Mehmet Baransu’nun 14 Mart’ta gündeme getirdiği konu polis sorgusunda, savcılık sorgusunda ve mahkeme sorgusunda bana yöneltilmemiştir. Bu konuda Savcılık ilerleyen aşamada da ifademe başvurmamış ve Mehmet Baransu’nun gündeme getirdiği gerçekdışı iddialar hakkında savunma hakkı tanınmamıştır.

Mehmet Baransu’nun gündeme getirdiği gerçekdışı iddialar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Nazmı Ardıç imzasıyla 02.08.2010 günü Savcılığa gönderilen 23 sayfalık “Tespit Tutanağı”nda aynen yer almıştır. Savcılıkta iki komiser yardımcısının imzasını taşıyan “Tespit Tutanağı”ndaki iddiaları aynen iddianameye almıştır.(40 no lu ek delil klasörü)

ELİNDE YASALARIN VERDİĞİ HER TÜRLÜ TEKNİK VE İSTİHBARAT İMKANLARI BULUNAN VE SAVCILIK TARAFINDAN GÖREVLENDİRİLEN EMNİYET MAKAMLARI, DELİL OLARAK MEHMET BARANSU’NUN 14 MART 2011 VE 28 MART 2011 GÜNKÜ YAZILARINA TESPİT TUTANAĞINDA YER VEREREK GERÇEKDIŞI KASITLI İDDİALARIN SAVCILIĞIN İDDİANAMESİNE” DELİL” DİYE GİRMESİNE NEDEN OLMUŞTUR.

Savcılık, Baransu’nun yazılarındaki gerçekdışı ve yalan iddiayı bu konuda savunmama başvurmadığı halde İddianamesine aynen almıştır.

Savcılık iddianamesinde aynen şöyle denmektedir;

“Ancak Nedim Şener her ne kadar kitaptan yayınlandıktan sonra haberinin olduğunu beyan etse de “HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitaptan alıntı yaparak köşe yazıları yazdığı ancak yazılarındaki “kitaptan alıntılar” bölümlerinin kitabın basılmış nüshalarında bulunmadığı anlaşılmıştır.

Savcılığın bu iddiasını, yine bizzat Savcının hazırladığı iddianamenin ilerleyen satırları yalanlamaktadır ;

Örneğin : 20 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesinde benim imzamla yayınlanan haberden bazı satırlar iddianameye alınırken Savcılık bu satırların kitabın basılmış nüshasında 583’üncü sayfasında olduğunu yazmıştır.

Yine aynı haberin başka bir bölümünden örnek verirken bu satırların kitabın 480-481’inci sayfasında bulunduğunu belirtmiştir. Yine 20 ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki yazımdan örnek verirken alıntı yaptığım satırların kitabın basılmış nüshasında 569-570’inci sayfalarında olduğunu yazmıştır.

31 Ağustos 2010 günü Posta gazetesindeki yazdığım yazıdan örnek verirken de benim alıntı yaptığım satırların kitabın 480-481 ve 432-433’üncü sayfalarında olduğunu ifade etmiştir.

Yalnızca bu ifadeler, benim haber ve yazılarımda yaptığım “kitaptan alıntıların”, kitabın basılmış nüshasında “bulunmadığı” tespiti ile çelişmektedir. Bu çelişki de 02.08.2011 tarihli Polis Tespit Tutanağı’ndan
kaynaklanmaktadır. Oysa haber ve yazılarımdaki alıntılar ile kitabın basılmış nüshası karşılaştırıldığında, yalnızca “bazı farklardan” söz edebiliriz. Yani kitaptan alıntı yapılırken, okur için okunup anlaşılmasını
kolaylaştıracak kısaltma, düzeltme ve anlamı bozmayacak ifade değişiklikleri yapılmıştır.

Savcılık “kitaptan alıntıların” kitabın basılmış nüshasında bulunmadığı iddiası yerine “Kitaptan alıntılar yapılırken bazı cümleler çıkartılmış, düzeltme yapılmış ve anlamı bozmayacak biçimde cümle değişiklikleri yapılmıştır” demesi doğru olurdu. Çünkü yapılan tam da budur. Bunlar, bütün dünyadaki gazetelerde
yapılan rutin “editöryal faaliyetlerdir.”

Elbette ideal olan bir yazılı metinden yapılan alıntın birebir aynı şekilde yazılmasıdır. Ancak özellikle günlük gazetelerde yer darlığı, sürat ve kısa ama öz bilginin aktarılması amacıyla editöryel faaliyetler önemlidir.

Bir gazetede benim gibi bir muhabir haberini yazdığında bu haber sırasıyla servis şefi, haber merkezi editörleri, haber merkezi müdürü ve yazı işleri sorumluları tarafından okunur, düzeltilir, kısaltılır ya da uzatılır içeriğinde detay bilgi vermek amacıyla değişiklikler yapılır ve yer alacağı sayfa sorumlularına
teslim edilir.

Sayfa sorumluları kullanılacak görsel malzeme ve fotoğrafların seçimini yapar önceden belirlenen yere haberi yerleştirir. Ancak haberin macerası burada bitmez. Kullanılacak görsel malzemenin büyüklüğüne bağlı olarak haber metninde kısaltma yapılır. Haberin başlığının bir ya da iki satır olmasına bağlı olarak haber metni kısaltılabilir.

Ve tüm bu aşamalarda haberi yazan muhabirin etkisi sıfıra yakındır. Tüm bu safhalar muhabirin bilgisi ve etkisi dışında gerçekleşir. Muhabirin haberde çok önemsediği bir cümle ya da bölüm ertesi gün gazetede yer almayabilir. Bu durum bütün günlük gazetelerde bu şekilde gerçekleşir ve bu şekilde yapıldığı için de kimse terör örgütüne yardım ve yataklık ile suçlanamaz.

Nitekim Milliyet Gazetesi gibi Vatan ve Hürriyet Gazetesi de Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında 20 Ağustos 2010 günü geniş birer haber yayınlamış, her iki gazetede de kitaptan yapılan alıntılar ile kitabın basılmış nüshası arasında fark ortaya çıkmıştır.

Uzun bir bölüm iki cümlede özetlenmiş kitabın içerisinde soyadından bahsedilen kişilerin isimleri haberde yer verilmiştir. Yapılacak karşılaştırmada bunlar rahatlıkla görülebilecektir.

HATTA MİLLİYET, VATAN VE HÜRRİYET GAZETELERİNDEKİ HABERLERDE, KİTABIN AYNI BÖLÜMÜNDEN ALINTILARA YER VERİLMİŞ, ANCAK AYRI METİN HALİNE GETİRİLMİŞTİR. SAVCILIĞIN İDDİANAMEDEKİ YAKLAŞIMI İLE BAKILDIĞINDA HER ÜÇ GAZETEDE AYRI BİRER TASLAĞIN OLMASI GEREKİRDİ.

Yalnız günlük gazeteler değil haftalık yayın organları, televizyon ve radyolar hatta internet siteleri bile alıntı yaparken orijinal metinden farklı metinler oluşturabilirler.

Hatta ve hatta aynı konuda haftalar ve aylar sonra kitap yazanlar bile alıntı yaptıkları kaynaklardaki orijinal metinden farklı bir metin yazabiliyorlar.

**Konunun anlaşılması için İddianameden önce benim hakkımdaki bu iddiayı ortaya atan Mehmet Baransu’nun MÖSYÖ isimli kitabından (Karakutu Yayınları 2. Baskı Aralık 2010) bir örnek vereceğim

Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında onu eleştiren bir kitap yazan M. BARANSU kitabının 358’üncü sayfasında aynen şunları yazmaktadır :

“….

Hanefi Avcı kitabının ‘Neşter-2” bölümünü ele aldığı 264’üncü sayfasında da bir çelişkiye imza atmıştı.

Avcı, “HSYK eski Başkanvekili ve o zaman Yargıtay üyesi Ergün Güryel de grubun içindeydi. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki biz de bu görüşe katılıyoruz), Yargıtay üyeleri de sanıktı ve onlara da işlem yapmalıydı ama bu daha önce yapılmış bir şey değildi. “diye yazacaktı.”

Baransu , Avcı’nın kitabının 264. sayfasından yaptığı alıntıyı kendi kitabının 358. sayfasında bu şekilde aktarmıştı.

Şimdi Baransu’nun kitabında “alıntı” olarak aktardığı bu bölümün, Avcı’nın kitabının basılmış nüshasında bu şekilde olup olmadığına bakalım ;

Avcı’nın kitabının 264. sayfasında bu bölüm şöyle kaleme alınmış ;

“HSYK Başkanvekili ve o zamanın Yargıtay üyesi Ergün Güryel ve iki üç kişi ile irtibatları vardı. Bir zaman sonra tahkikat belli bir olgunluğa gelmiş ve operasyonun yapılması gerekiyordu. Savcı Aldan’ın değerlendirmesine göre (ki ben de bu görüşe katılıyordum), Yargıtay üyeleri de bu, daha önce yapılmış
olan bir şey değildi.”

Şimdi Baransu’nun alıntı şeklinde kitabında yer verdiği bölümü Avcı’nın kitabındaki bölüm ile karşılaştırdığımızda şu farklar ortaya çıkmaktadır;

1- Avcı’nın kitabından alıntı olarak verdiğim bölümde kırmızı renkli (bold) cümleler Baransu tarafından alıntı yapılırken çıkarılmış. Yani 53 kelimelik bölüm Baransu’nun kitabında 34 kelimeye indirilmiş.

2- Asıl dikkat çekici olansa bu alıntıda parantez içindeki (ki ben de aynı görüşe katılıyordum.) cümlesi Baransu tarafından (ki biz de bu görüşe katılıyoruz) şeklinde yayınlanmıştır.

Baransu’nun , MÖSYÖ kitabında, buna benzer birçok editöryel faaliyet yer almaktadır. Alıntı yaptığı bölümler kitabın orjinalinde farklı biçimde yayınlanmıştır. (EK :5 )

İstenmesi halinde örneklerini verebilirim. Buradan da yola çıkarak “kitaptan alıntı” ile kitabın basılmış nüshası arasındaki farklar olması bir suç değil özellikle günlük gazetelerde editöryel faaliyet olduğu açıkça görülmektedir.

ÇARPITARAK ZEHİRLENEN GERÇEĞİN, HUKUK VE ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜN PANZEHİRİ DE YİNE HUKUK VE ADALET OLACAKTIR.

Bu aşamada şunu söylemek isterim; Mehmet Baransu’nun Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde yaptığı yorumun, Savcılığın bilirkişi diye görevlendirdiği polis teşkilatından iki komiser yardımcısının “Tespit Tutanağının” , İddianameye aynen alınması, önce Türkiye hukukuna ve adalet sistemine, düşünce ve ifade
özgürlüğüne, Cumhuriyet Savcılığından beklenen objektif hukuk adamı özelliğine ve Türk milleti adına karar verecek olan mahkemesine saygısızlık olarak görüyorum.

Çünkü en azından H. Avcı’nın kitabıyla ilgili- bu şekilde Tespit Tutanağı hazırlayan iki kişi “Komiser Yardımcısıdır”. Bilgisi, tecrübesi ne olduğunu bilmediğimiz iki Komiser Yardımcısı sırf öyle yorumladığı için kim
tarafından hazırlandığı bilinmeyen, gerçek olup olmadığı kanıtlanmayan ve asla benim bilgim olmayan “Hanefi” ve “Nedim” isimli iki word dokümanı, gerçekmiş, doğruymuş ve ispatlanmış kabul ederek, gazetede kitap hakkında yazdığım yazılardaki ifade farklarını dikkate alarak ve kitap basılmadan 1 yıl önce haber amaçlı telefon konuşmalarına dayanarak benim H. Avcı’nın kitabının yazımına katkı yaptığımı tutanağa geçirebiliyor ve Savcılık makamı da bunu kelimesi kelimesine iddianameye alabiliyor.

Eğer Savcılık bu tespitlerle yetinecek ise polis tespit tutanağına ihtiyaç duymamalıydı. Doğrudan Mehmet Baransu’nun yazısından alıntı yapabilirdi. Yani Mehmet Baransu’nun gazetesindeki yorumu ve iki komiser yardımcısının bu yoruma bağlı tespit tutanağı , Türkiye’deki adalet sistemini, hukuka inancımızı, kişi hak ve hürriyetlerini, düşünce ve ifade özgürlüğümüzü, yaşam ve güvenlik hakkımızı, basın özgürlüğünü, özel hayat güvenliği ve gizliliğini, ailelerimizin güvenliğini yani tüm hayatı zehirlemiştir. Ve bu zehrin panzehiri de yine hukuk içinde olacaktır. Bu zehrin ilacının adı da özgürlüktür, adalettir.

NEDİM ŞENER'İN SAVUNMASININ 4. BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN