Mücadelenin adı Türkan Saylan

ÇYDD’den burs almış, gönüllü çalışmış ve Türkan Saylan’ın ideallerini paylaşmış binlerce genç var. Ali, Garip, Talip, Derya, Nâzım, İlhan, Müge ve Mustafa (soldan sağa) bunlardan yalnızca birkaçı. Türkan Saylan kimisi için umut, kimisi için de mücadele demek. Ama elbette en çok bir yol gösterici. İşte anlattıkları...

cumhuriyet.com.tr

Türkan Saylan ile en son mart ayında görüşme fırsatı bulmuştuk. “Ergenekon” kapısını çalmamıştı. Tedavisinin ağırlığına rağmen bizimle uzun uzun sohbet edip, enerjisini, umudunu ve iradesinin gücünü bize aşılamıştı. Hiç zaman kaybetmeksizin çalışmalarına devam ettiğini söylüyordu. En önemlisi de hayatı üretkenlik ve çalışmayla ölçtüğü için durmayı da bilmiyordu. Söze başlarken de “Hayatı kitaplardan öğrenemezsiniz ama onları okumadan bunu anlamanız mümkün değil. El yordamıyla yaşanır hayat, inatla, sabırla ve büyük bir aşkla...” demişti. Öyle de yaşadı. Bizlere çok şey öğretti, öğrenme isteği ise hiç bitmedi. Biz de onun verdiği burslarla hayata tutunan, sonradan da onu tanıyıp, gönüllerini insanları anlamaya ve onlara yardım etmeye adayan dünün çocukları bugünün gençleri ile buluştuk, Türkan Saylan’ı konuştuk. Elbette bu bir veda konuşması değildi. Saylan’ın da isteyeceği gibi umutla ve nemli de olsa gülen gözlerle devam eden bir sohbetti.

Söze Garip Başakçıyla başladık. Başakçı, Mardin doğumlu. İzmirde büyümüş. Üniversitede yolu İstanbula düşmüş. Şimdi elektronik mühendisi. 1999 yılında ÇYDDden burs almaya başladığında dernekte gönüllü çalışmaya başlamış. Başakçı, “Üniversitede bulamadıklarımı orada buldum. Ben zaten içime kapanıktım. Orada insanlara yardımcı olarak mutlu olmayı öğrendim. Yalnızca kendi dertlerimle değil, başkalarının sorunlarıyla da uğraşmanın önemli olduğunu anladım” diyor “Çıkar ilişkisi olmadan nasıl yaşanır sorusunun cevabını orada bulduğumda çok şaşırmıştım.” Başakçı, Saylan ile yedi yıl önce tanıştığını anlatıyor. “Bir kere tanışınca hep onun yanında olmak isterdiniz. Gençlere inancı harikadır. Eleştirir ama kırmaz. Ben ve benim gibi yüzlerce genci yüksek lisansa da o ikna etti” diyor. Kendisine en büyük katkısının ise göçmenin travmasını yaşadığı ve aidiyetten korktuğu bir dönemde, hayal etmenin ve inanmanın ne kadar önemli olduğunu öğretmesi olduğunu söylüyor. Zaten Türkan Saylan da hep “Her sabah yeni bir düşe, yeni bir projeye uyanmalı insan” diyordu. Bankacı Mustafa Özmen de Saylan’ın neyi neden yaptığını çok iyi bildiğini düşünüyor. Ona göre onun hayatında tesadüflere yer yoktu. Bir anısını anlatıyor: “Bir keresinde okuldan çıktım, keyfim yoktu ve derneğe gittim. Odasının kapısını hiç kapamazdı. İçeri girip bir selam vermek istedim. Sıkıntımı anladı, yanına oturttu. Gelecek planlarımın beni yorduğunu söyledim. Bana, ‘hayatta tek bir rüyan ve planın olmasın ikinci, üçüncü planın da olsun ve umutsuzlukla asla zaman kaybetme’ dedi. Şimdi o belki gitti ama bizde değişen bir şey yok. Hâlâ yanı başımızda.”

 

Lider, anne ve öğretmen

Satın alma mühendisi, 28 yaşındaki Talip İlhan da mücadele etmenin, bunu da sabırla yapmanın adının Türkan Saylan olduğunu söylüyor. Öğretmen Derya Öztürk İlhan ise 2000 yılında derneğe ilk adımını atmış, burs da almış. “Oraya girdiğinizde neler yapabilirimin derdine düşersiniz. Bunu kimse sizden istemez, içinize doğar. Çıkarsız, menfaatsizdir. Daha yaşanabilir bir dünyanın mümkün olduğuna orada inanırsınız” diyor. “O herkesin annesi, öğretmeniydi. Yetinmediği tek şey insanlar için bir şeyler yapabilmenin mutluluğuydu”. Elazığlı Nâzım Ünlü de öğretmen bir ailenin çocuğu. Türkan Saylan’ın Türkiye olduğunu düşünüyor. Onunla çalışırken de Türkiye’yle yüzleştiğini anlatıyor. Dernek çatısı altında gençlere ücretsiz Türkçe ve matematik dersi verirken de insanlara yakınlaştığını söylüyor: “Ben hep bankacı olup, insanların gerisinde çalışmak isterdim ama sonra insanların arasında, onlarla yakın çalışmak istediğimi fark ettim. Zaten şu anda da insan kaynaklarında çalışıyorum”.

Türkan Saylan yaşarken iz bırakan kadınlardandı. Unvanlarını, akademik kariyerini umursamazdı. Çünkü onların sadece insanlara daha iyi hizmet için birer araç olduğunu düşünüyordu. Lider olmak gibi bir derdi yoktu. Ama insanları örgütleyebilmek önemliydi. İşte onu bir kez de olsa gören, konuşan gençlerin de onunla kurduğu gönül bağının bu denli güçlü olması şaşırtıcı değil.

Avukat Müge Demirkır da Saylan’ın evinde, onunla çalıştığı günleri şimdiden özlüyor. “Orası bizim de evimizdi. Çayı ateşe koyar çalışmaya başlardık. Sürekli bir mihmandar olduğu halde örnekleri kendinden vermezdi. O kadar alçakgönüllüydü ki, rahatsız olurdunuz. Ona iltifat etmekten bile çekinirdiniz. Gelen sayısız mektubu okurduk. İnsanları dinlemeyi seviyordu” diyor. “Ergenekon için evinde arama yapılırken onu aradığımda ağlamak üzereydim, sesim titriyordu. Nasıl olduğunu sorduğumda; ‘Arkadaşlar evi arıyor. İyiyim. Asıl sen nasılsın? İşlerini halledebildin mi? diye cevap vermişti. Yani yine kendiyle değil başkalarıyla ilgileniyordu. Hem beni değil, binlerce kişiyi böyle severdi.” Bu söylenenler belki kulağa çok ütopik geliyor ama onu tanıma şansım olduğu için ben de böyle düşünüyorum. Demirkır söze devam ediyor, en son telefon konuşmalarını unutamıyor. “Hastaneye yatmadan; ‘çıkınca görüşürüz, yeni projelerim var. Sakın bizi bırakma olur mu?’ demişti. Demirkır, Saylan’ın yarım kalan işleri hiç sevmediğini biliyor. O yüzden de geride ne kaldıysa hepsini bitirmek için kararlı.

 

Örgütlü hareketin öncüsü

Avukat Ali Erinç Soyar da Saylanın gönüllü profesyonellerinden. Diyaloğun ve doğru iletişimin en önemli figürünün o olduğunu görüşünde. Yokluğuna alışmamak için onu yok saymıyor. İlhan Yılmaz endüstri mühendisi. Saylan’ın pek çok gence kendilerini ifade edebilmek için şans verdiğini düşünüyor. “O her şeyi aynı anda yapabilme yeteneğine sahipti. Eğitimin gücünü biliyordu. Cüzam için yaptıklarını kim unutabilir? Bu ülke için yaptıklarına rağmen ona saldırılar ise korkunç. Türkan Hoca insanlara dokunurdu, hissederdi. İnsanları değiştirirdi ama kopyalamazdı. Daha iradeli, vicdanlı ve özgür bir hale getirirdi” diyor. “Empati yapmayı, benden bize geçmeyi, kolektif hareketi en önemlisi de biz olurken de başkasını dışarda bırakmamanın derdindeydi”.

 

Hayatın anlamı...

Evet, Türkan Saylan insanları severdi, sözde kalmayan bir sevgiydi bu, gerçekti. Bazıları için bu ülkenin ve gençlerinin başına gelen en güzel şeydi. Elbette ondan nefret eden, her fırsatta eleştiri dozunu iyice kaçıranlar vardı. Ama bunlar Saylan’ı yolundan alıkoymadı, çünkü o beklemeyi ve ertelemeyi sevmezdi. Her şeye yetişmesinin nedeni de buydu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün, Türkan Saylanın cenazesine çelenk gönderilmemesiyle ilgili “Ben nereye çelenk gönderildiğini takip edemem” demesine inat, küçük de olsa her işe aynı özeni gösterir, sahiplenir, ayrıntıları atlamamanın hayata anlam kattığını düşünürdü.

Türkan Saylan’ın bu ülkeyi tanıdığını iddia edenlerden çok daha iyi tanıdığı da şüphesiz. Cüzamla mücadelesinde Anadolu’yu karış karış belleğine aldığını söylerdi hep. Pek çok öğrencisi, gönüllüsü, yoldaşı için de işi yarım bıraktıklarında uykularının kaçması ondan yadigâr. Biz de ondan payımıza düşeni alırsak ne âlâ?