Mizah yaparak okudum

Hanımın Çiftliği'nde Berber Reşit karakterine can veren Hakan Boyav, karikatürde de oldukça başarılı. Yunus Nadi, Abdi İpekçi, Altan Erbulak ödüllerini alan oyuncu, karikatür sayesinde hayata gülerek baktığını söylüyor. Söyleşi sırasında da espri yapmaktan geri kalmıyor.

cumhuriyet.com.tr

Üniversite yıllarında İzmir'de bir yerel gazetede çizerlik ve mizah yazarlığı yaparak okul harçlığını çıkarıyordu. 1987’de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Oyunculuk Bölümü’nden mezun oldu. Hemen ardından Devlet Tiyatrosu ailesine katıldı. Hâlâ kadrolu oyuncu ve yönetmen olarak görev yapıyor, tabii ki karikatürden vazgeçmiş değil.

Orhan Kemal’in ‘Hanımın Çiftliği” romanındaki “Berber Reşit” karakterine, televizyon dizisiyle yeniden can veren Hakan Boyav, canlandırdığı karakterlerin aksine oldukça espirili bir kişiliğe sahip. Öyleki; “Ben de sıradan bir insanım, sadece birazcık ön sıradayım” diyor. Komplekssiz, mütevazı, üstelik sahici... Devlet Tiyatroları’nın İzmirli sanatçısı Boyav ile Can Yücel’in Alsancak'taki “karargâhında”, “Miko”da sıcak bir sohbet gerçekleştirdik.

- Tiyatro mu, sinema mı daha gerçek?

- Tiyatroda aslolan iki şey var oyuncu ve seyirci. Yani birileri oynuyor. Mağara devrinde adam avını yakalıyor, ateşin başına oturuyor, karısına avcılığını anlatıyor. Yani oynayan var, seyreden var. Eğer gerçeklikten söz ediyorsak, tiyatroda kanlı canlı bir insan ve gerçek bir seyirci var. Yan etmenler olmasa da olur. Sinema ise baştan aşağı yan etmenlerle yoğrulmuş bir efekt sanatıdır. İşin içerisine ışıklar, kameralar, efektler giriyor. “Gerçek yaşamı hangisi daha iyi yansıtıyor?” cephesinden bakarsak orada sinema ön plana çıkıyor. Tiyatroda bir savaşı veremeyebilirsiniz ama sinemada bir savaş filmini 2-2.5 saat boyunca olanca efektleriyle seyredebilirsiniz. Konuya çok basit bakarsak, tiyatroda oyuncu ve seyirci var, ikisi de hakiki. Gerçek olan da biraz o galiba.

- Son dönemlerde dizi filmlerde teyartral bir kurgu var. Oyuncular da tiyatro sanatçılarından seçiliyor neden?

- Hanımın Çiftliği’ndeki oyuncuların hemen hemen tümü tiyatro sanatçısı. Çünkü sesli çekilen bir dizi. Böyle olunca da yan etmenlere, dublaj sanatçılarına gerek kalmıyor. Oysa dizilerde rol alan çoğu starın diksiyonu, Türkçesi, tonlaması kötü olduğu için tiyatrocular seslendiriyor. Türkiye’de dizilerde hâlâ star sistemi var, bu sinemada da aynı. Elinizde yakışıklı erkek, güzel bir de kız varsa bundan bir dizi veya bir sinema çıkarabiliyorsunuz. Ama şimdilerde manzara değişmeye başladı. Dizilerde star sistemi yerini gerçek oyuncuların yer aldığı, projeye ve hikâyeye yönelik yapımlara bırakmaya başladı.

- Televizyon ve sinema oyunculuğundan önce neler yapıyordunuz?

- 1987’de İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Oyunculuğu Bölümü’nden mezun oldum ve Devlet Tiyatrosu’na girdim. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nun kuruluş kadrosunda ve oyuncu olarak yer aldım. Güyneydoğu’yu karış karış gezdim, tiyatro oyunları oynadım. Bir yıl Antalya’da çalıştıktan sonra Ankara’ya geldim. 22 yıllık Devlet Tiyatrosu sanatçısıyım. 15 yıl boyunca lokomotif oyunculuk yaptım, bütün başrollerinde oynadım. Beni kimse tanımıyordu... Onca yıl sonra Asmalı Konak’ta bir bölümlük figürasyonla dizi hayatım başladı.

- Oynadığınız rolün etkisinde kalıyor musunuz?

- Profesyonel bir oyuncuyum. Hiçbir rolün etkisinde kalmadım. Biz buna “Constantin Sergeyevich Stanislavski Metodu” deriz. Stanislavski, gelirken pardesösünü “kişiliğini” asarmış askıya, rolünü oynarmış, giderken de kendi kişiliğini alıp giyermiş. Ben de tiyatroya veya dizi setine gelince Hakan Boyav’ı askıya asarım, işimi yaparım. Giderken de Hakan Boyav’ı giyer giderim.

EN BÜYÜK HOBİM DENİZCİLİK

- Bu kadar yoğunluktan kendinize vakit ayırabiliyor musunuz, dinlenmek için neler yapıyorsunuz?

- En büyük hobim denizcilik. Boş zamanlarımda yelkenli tekneme gidiyorum ve denize açılıyorum. O, sekiz metrelik yelkenlide bütün yorgunluğumu unutuyorum. Devlet Tiyatrosu’nun en çok çalışanlarındanım. Yolculuklarda uyuyorum böylece hem oyunlara hem de dizi setlerine yetişmiş oluyorum. Bundan şikâyetçi değilim. Belki de ben buyum, ürettikçe, çalıştıkça var olan biriyim. Onun için kendime zaman ayırıyorum diyorum. Karikatürist olarak da yaratıcıyım. Yunus Nadi, Abdi İpekçi, Altan Erbulak ödüllerini aldım. Karikatürün oyunculuğuma, rejilerime, yaşantıma çok büyük katkısı var. Hayata daha çok gülerek bakmayı seviyorum.

- Sanata hangi gözle bakıyorsunuz?

- Sanatta tek bir doğru olduğuna inanlardan değilim. Birisi siyah, birisi beyaz, bir başkası da gri tonlarda film yapabilir. Bu çoksesliliktir. Karşıdaki ağaç bir sanat değil ama sen onun fotoğrafını çekip, baskısını yapınca sanat oluyor. Çünkü fotoğrafını çekerken ortaya kendi yorumunu koyuyorsun. Tiyatroda da, sinemada da bu böyledir. Dünyada pek çok felsefe olduğuna göre pek çok değişik yorumun olması, farklı sanat eserleri görmemiz kadar doğal bir şey yoktur. Ama şuna da katlanamıyorum: Felsefesiz ve yorumsuz sanat eserleri seyretmek hoşuma gitmiyor.

- Jean Reno’ya benzetilmek sizi rahatsız ediyor mu?

- Jean Reno gibi dünya starı bir sanatçıya benzetilmiş olmak gururumu okşadı. Dünyanın her tarafında fiziği düzgün ve güzel insansanız iyi rol alabilme şansınız artıyor. Yakışıklı ve bebek yüzlü değilseniz hep iyi oynamak zorundasınız. Elbette ki Jean Reno, Al Pacino, Robert De Niro, Gerard Depardieu ile kendimi kıyaslayacak kadar ahmak değilim. Fakat değil mi ki böyle bir benzetme yapılmış...