Milli takımlara gerek var mı? (14.06.2015)
Sahada ter döken iyi niyetli bütün futbolculara sevgim sonsuz ancak Milli Takım'la bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak benim bağım yok artık.
İbrahim AltınsayBu yazıyı yazdığımda Milli Takım Kazakistan’la Avrupa Kupası eleme maçını oynamamıştı. Skoru bilmiyorum yani. Ama sanırım konuyla ilgilenenler için skordan başka hiçbir şey önemli değil. “Üç puanı alıp final şansımızı sürdürebildik mi?”… Bütün mesele bu.
Oyunun horlandığı, sonucun yüceltildiği bir yabancılaşma alanı daha. Dünya ve Avrupa şampiyonalarında, özellikle grup aşamasında her şey finallere gitmek için. Maçların sonuçları kura çekilerek ya da rulet çevrilerek belirlense kabul edeceğiz.
Gerçekten de bu gidişle grup maçları kura ile belirlenecek. Çünkü günümüzde lig takımları yılda neredeyse 50 maç oynuyor. Haftada iki maç demek bu. Bu çılgın ve sindirilmesi zor programda milli maçlara zaman ayırmak zor. Onun için milli maçlar aralara sıkıştırılıyor, herkesin tatil ya da transfer kaygısına daldığı sezon sonlarına ekleniyor. Finaller de öyle.
Eskiden TV yayınlarının olmadığı, seyahat olanaklarının kıt olduğu dönemlerde uluslararası karşılaşmaların ve bunların zirvesi olan Dünya Kupalarının bir çekiciliği vardı. Dünya Kupaları olmasaydı, Pele’yi, Garrincha’yı, Bobby
Charlton’ları, Facchetti’leri, Rivera’ları ve hatta Maradona’yı, Cruyff’u nasıl tanıyacaktık? 4-2-4’ü, "total futbol"u nasıl tartışacaktık?
Artık bu büyü yok. Zaten yıldızlar her hafta evimizde. Messi’yi daha kalitesiz Arjantin’de mi izlemek istersiniz, Barcelona’da mı? Ronaldo’yu Portekiz’de mi, Real Madrid’de mi? Lig takımlarına dayanan milli takımlar başarılı oluyor artık. Bakın Almanya, Dortmund takviyeli Bayern Münih. İki Avrupa bir Dünya kupası kazanan İspanya, Barcelona-Real karmasıydı. Toplama takım İngiltere, Premier Lig’de oynasa küme düşer. Brezilya evindeki kupaya kamuoyunun seçtiği (!) takımla ve iki teknik direktörle katıldı, sefil oldu.
EL ÇABUKLUĞUYLA FIFALAMACA
Peki neden hâlâ milli maçlar ve ulusal bazlı turnuvalar şişirilip şişirilip önümüze konuyor? Cevabı şu sıralar patlayan FIFA rüşvet ve cebe indirme skandalında.
Küreselleşme çağında, FIFA’nın hesabına TV yayınlarından, reklam ve sponsorluk gelirlerinden, bahis isim haklarından inanılmaz paralar giriyor. Havadan gelen paralar bunlar. Bu aynı zamanda büyük güç demek. Kimseye sorumlu olmayan FIFA da bu parayı dağıtıyor, çevresini nemalandırıyor. Hal böyle olunca kupalar en çok para veren ülkeye gidiyor, tribünler sponsorlara ya da kendini TV’de göstermek isteyenlere ayrılıyor. Gerçek futbolsever maçlardan çekiliyor.
Ülke federasyonlarının elinde de milli takım eleme maçlarından, oturulan yerden elde edilmiş gelirler var. Çoğu ülkede bu paralar müflis transferler yapsınlar diye kulüplere ulufe olarak dağıtılıyor, astronomik primlere ve maaşlara gidiyor. Bu gelirlerden ülkede spor yapmak isteyen çocuklara zırnık yok. Çünkü herkesin aklı fikri çabuk başarı satın almakta.
Ayrıca birçok ülkede milli takımlar menajerlerin kontrolünde. Burası bir vitrin olarak kullanılıyor. Gruplaşmalar var.
Sonuçta milli takıma aidiyet duygusu kalmayınca tribünler zorlama biçimde doldurulmaya çalışılıyor. Bedava bilet dağıtılıyor, taraftar liderlerine bir biçimde para aktarılıyor. Bizim federasyon bu işi en iyi yapanlardan biri örneğin. Milli dava söz konusuysa Passolig 'fasolig' oluveriyor.
MİLLİ TAKIMLAR NE KADAR MİLLİ
“Milli görev, milli duygu, herkes milli takımı desteklemeli” diye millete baskı yapıyor ama çabuk başarı söz konusu olunca maaşallah bu hassasiyetleri hemen terkediyor muktedirler.
Bizim milli takım yıllardır Avrupa’da yetişmiş Türkiye kökenli futbolculara dayanıyor. İşler kötü gidince “gurbetçiler ruhsuz” suçlamasıyla karşılaşıyor bu gençler.
Kendisini yetiştiren ülkenin takımını seçtiği için Mesut Özil Dünya Kupası’nı kaldırıyor ama Türkiye ile oynarken “vatan haini” diye yuhalanmaktan kurtulamıyor. Buna karşın Almanya takımında yer alabilecekken Türkiye’yi seçen Hakan Çalhanoğlu, ancak takımın ağaları sakatsa takımda yer bulabiliyor.
İşin en komiği ihtiyaç var diye Brezilyalı Marco Aurelio’yu “Türk” yapıyoruz da sanki bu isme sahip TC vatandaşı olamazmış gibi futbolcuya Müslüman “Mehmet” adını veriyoruz.
IRKÇILIK VE NEFRET SERBEST
Sorun sadece bizim milli hasletimiz olan fırsatçılıkla da ilgili değil... Dünya, tarihin eşitsiz bir evresinden geçiyor. Bir yandan imparatorlukların tasfiyesi tamamlanmamışken, irili ufaklı milli devlet talepleri ortaya çıkıyor. Bütün milli kimlik kompleksleri futbol maçlarında şovenizme ve nefrete dönüşüyor. Son olarak Sırbistan-Arnavutluk maçı Kosova yüzünden yeniden savaşa neden oluyordu az daha. Aynı anda da sermayenin serbest, işgücünün ise engelli dolaşımı ulusal kimlikleri bozuyor, etnik temelli milli devlet yapılarını zorluyor. Bakın Hollanda, Fransa, Almanya gibi ülkelerin takımları milli marşı söyleyemeyen göçmen işçi çocuklarıyla dolu.
Türkiye 1996’da İngiltere’de Avrupa Kupası finallerine katıldığında ilk kez bizim çocukların bu sahneye çıkmasıyla bir heyecan yaratmıştı. 2002 Dünya Kupası finallerinde de Türkiye halkını “bizim için dua edenler ve etmeyenler” diye ayırmalarına rağmen hocaları Şenol Güneş’in olgun tavrıyla bu sempatiyi sürdürdüler.
Ancak önce Almanya Ümit Milli maçında, sonra da İsviçre play-off maçında durum tersine döndü. Kaybedince “bütün dünya bize düşman”, kazanınca “bütün dünya Türk'ün gücünü gördü” çiğliğindeki muktedirler milli takımı ırkçılığın, nefretin ve şiddetin yeniden üretildiği bir alan haline getirdiler. Olağan bir futbol karşılaşmasında suç olan her şey milli maç söz konusu olunca mubah hale geldi, hatta resmen körüklendi, örgütlendi.
Milli Takım'da ter döken iyiniyetli bütün futbolculara sevgim sonsuz ancak Milli Takım'la bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak benim hiçbir bağım yok artık.
O zaman baştan beri yazdıklarımı da dikkate alarak soruyorum:
Milli takımlara ne gerek var?