Merhamet bunun neresinde?
Herkesin kabul ettiği bir yargı vardır. Puşkin olmasaydı 19. yüzyıl Rus edebiyatı böyle olmazdı.
cumhuriyet.com.trAlper Hasanoğlu, Cumhuriyet Cumartesi için yazdı.
“Hepimiz Gogol’ün ‘Palto’sundan çıktık” der Dostoyevski. Gogol’ün "Palto" adlı öyküsü 1842 yılında yayınlanır. Dostoyevski 21 yaşındadır. Henüz yazar olarak kaleme aldığı hiçbir şey yoktur ve despot babasının isteğiyle, bir meslek sahibi olabilsin diye mühendislik okuluna girmek zorunda kalmıştır. Hiçbir şeye vesile olmadıysa, Petersburg’un, hayatının başkenti olmasına sebep olmuştur bu okul yılları. Yalnızca çok şey başarmış kahramanların ve yazılmaya değer renkli, parlak hayatlar süren aristokratların anlatıldığı edebiyata sıradan insanı sokmuştur Palto.
Herkesin kabul ettiği bir yargı vardır. Puşkin olmasaydı 19. yüzyıl Rus edebiyatı böyle olmazdı. 1830 yılında kaleme aldığı "Menzil Bekçisi" –ki Dostoyevski henüz dokuz yaşındadır– "küçük insan"ın önemsiz hayatını öyle bir dille kaleme alır ki, kimse bu yaşananlar anlatılmaya değer mi diye aklından dahi geçirmez. Bu iki öyküdür Dostoyevski’nin içindeki yazarın tohumlarını atan.
İlk kitabı "İnsancıklar" bu iki kitapla birlikte Moskova’da doğup büyüdüğü yerde tanıklık ettiklerinden de doğar. Babası doktordur ve emekli olduktan sonra Moskova’da yoksulları ücretsiz tedavi eden bir düşkünler hastanesinde çalışmaya başlar. Aile de hastanenin arka bahçesinde devasa ıhlamur ağaçlarının çevrelediği derme çatma bir evde yaşar. Dedesinin adını alan Fyodor da bu evde doğar. Hasta ve yoksul insanların inlemelerine tanıklık ederek hastanenin bahçesinde kendi kendine oyunlar oynar Fyodor. Yalnız, duyarlı ve içe dönük bir çocuktur. Erkek kardeşiyle birlikte o sefil evde, kendilerine tahtalarla bölünerek yapılan küçücük bir odada durmadan okuyarak geçirirler zamanlarını. Hayat açlıklarını okuyarak doyurmak ister gibi...
Babası, yazar olmasın diye elinden geleni yapar ama genç Dostoyevski Schiller ve Balzac çevirileriyle dolaylı da olsa edebiyat dünyasına girmiştir bile. Ve henüz 24 yaşındayken, 1845 yılında o küçük roman, "İnsancıklar" çıkar gün yüzüne. Dönemin sol görüşlü, toplumcu ve en etkili eleştirmeni Belinski kitabın müsveddelerini okuduğunda büyük bir coşkuya kapılır ve Dostoyevski’yi Rus edebiyatının ilk toplumcu eserini kaleme alan yazar olarak selamlar ve onu edebiyat çevrelerine sokarak çok hızlı bir üne kavuşturur.
Ne midir, "İnsancıklar?" Yaşlı ve hayatı hiç mi hiç bilmeyen, büyük bir yoksulluk içinde küçücük bir odada yaşayan sıradan bir memurun uzaktan akrabası olan genç, fiziksel olarak sağlığı bozuk bir kadınla yaşadığı aşk hikâyesi. Yaşadığı derken, yaşı geçkin erkeklerin genç kadınları parayla ve şatafatlı bir hayatla kandırdıkları, cinsellik dışında hiçbir paylaşımın olmadığı –o da bir paylaşım olarak yaşanıyor mu pek emin değilim doğrusu– günümüz ilişkileri gelmesin aklımıza lütfen.
Çizen: Özge Ekmekçioğlu
Masasına mektup yazmak için oturduğunda genç kadının yoksul odasının penceresini gördüğü iğreti odasında, Makar Devuşkin’in kafasının içinde yaşanır bu aşk hikâyesi. Ancak ara ara birbirlerini görebildikleri, ilişki esas olarak birbirlerine yazdıkları mektuplarla ve yaşananın bir aşk olduğu asla itiraf edilmeden sürer gider. Ana konuları parasızlıkları ve yoksullukları yüzünden içine düştükleri durumdan nasıl çıkacakları, yoksul oldukları için toplum içinde nasıl aşağılandıkları, alaya alındıkları ve yok sayıldıkları üzerinedir. Birbirleri sayesinde ötekilere tahammül edebilirler, var olduklarını birbirlerinin farkına vararak anlayabilirler ancak. “Düşünün,” diye yazar Makar Devuşkin sevdiği genç kadına, Varvara Dobroselova’ya, “Siz olmasaydınız ben kime yazardım, benim önemim size yazabilmektir.”
Bu büyük aşk hikâyesinin arka planında bize Batılılaşma çabası içindeki Rusya’nın hızla büyüyen kentlerinde, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun yarattığı yeni sorunların ve "insancıklar"ın trajik hikâyeleri anlatılır. Yoksulluktan vereme yakalanmış entelektüel bir gencin acılar içinde ölümü, zimmetine para geçirmekle suçlanan namuslu bir memurun kendini aklama mücadelesi verirken ailesiyle birlikte yaşadıkları, parasızlıktan kendini bir hiç gibi hisseden bir babanın çevresi tarafından ölesiye aşağılanması bu trajik aşk hikâyesine eşlik eder.
Zaten çok az olan gelirinin tamamını sevgili Varvaracığı için harcayan Makar Devuşkin’in Petersburg’un dondurucu ayazında yolda yürürken tabanı düşen çizmelerle iş yerine gitmek zorunda kalması yetmezmiş gibi solgun bir güzelliğe sahip Varvara’ya bir de talip çıkar. Bıkor –Rusça'da anlamı boğadır– insanlara en ufak bir empatisi olmayan zengin bir köylüdür. Bozkırdaki hayatına uygun bir eş arayan bu zorbanın evlenme teklifini kabul eder Varvara; âşık olduğu erkeği, Makar Devuşkin’i içine soktuğu durumdan kurtarabilmek için de üstelik... “Ah şu yoksulluk, insanı ne hallere düşürüyor!” diye isyan eder Devuşkin ama elinden hiçbir şey gelmez.
Hayat yoksullar için yalnızca uzaktan izleyebildikleri ve hayalini kurma haklarının dahi olmadığı bir tiyatro sahnesidir... Merhamet bunun neresinde?