Melike İlgün'den 'Paramparça'

Melike İlgün’ün yeni romanı “Paramparça”, aile kavramı üzerine tekrar düşündürüyor okuru. Bir kız çocuğundan, bir kadına, bir anne olunca yine geçmeyen bazı yaraların insanın hayatını nasıl etkilediğini anlatmaya çalışmış.

Adalet Çavdar

Kapanmayacak defterler

Her kadının kalbinin ve aklının bir köşesinde babasına dair bir iz bulunur, iyi ya da kötü. Hele babası tarafından terk edilen kız çocuklarının çoğu zaman geçmeyen bir öfkesi, bitmeyen bir kavgası olur hayatla. Aile, anne baba ve bir kadın ile bir erkeğin çocuğu olmak hiç kolay şeyler değil. Bir arada durmak, durmayı başarmak ve buna sadık kalmak çok zor. Bu yan yana oluşların içinde pek çok kırgınlık var. İnsan kıyamadığı için kalıyor. İyi aile hikâyelerine çok şahit olmadım. Etrafımda, ailesine dair sıkıntı bulunmayan insan yok. O yüzden ailenin kutsal olduğuna dair pek bir inanca sahip değilim. 

Melike İlgün’ün yeni romanı Paramparça, aile kavramı üzerine tekrar düşündürüyor okuru. Bir kız çocuğundan, bir kadına, bir anne olunca yine geçmeyen bazı yaraların insanın hayatını nasıl etkilediğini anlatmaya çalışmış. Çeşitli basın yayın kuruluşlarında gazetecilik yapmış, haberiyle ödüller kazanmış ve 2008’de mesleği bırakmış İlgün. Gerçekle kurgunun iç içe geçtiği dönem romanları yazıyor ve hâlen Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konservatuarı Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nde dersler veriyor.

Paramparça, bir kadının kendi elleriyle yazdığı ve çoğunlukla içinde yer almaktan keyif duyduğu hayat hikâyesindeki boşlukların onu rahatsız edişini anlatan bir roman. Zeynep, yıllardır aynı yayınevinde çalışan bir editör, Sinan’la evli. Peri adında yedi yaşına yeni giren bir kızları var. Zeynep, gündelik işlerini artık otomatik bir şekilde fark etmeden yapmayı öğrenmiş. Her sabah ve akşam, rutinler içinde. Üzerine çalıştığı dosyalar ve projeler değişiyor sadece. Ara sıra dertleştiği Zehra adında tek bir arkadaşı var. Hayatının bazı zamanlarını içten içe sorguluyor, aklına takılan soruların altında kalıyor ve bunu dışavurmamak için çaba sarf ediyor ama olmuyor. Elinde olmadan, kızıyla kendi yedi yaşını hatırlıyor.

İyi bir anne mi, iyi bir eş mi, iyi bir arkadaş mı, iyi bir çocuk mu?.. Hayatının ritmi, istemsizce bu sorgulamalarla değişiyor. Babasını ve kendi çocukluğunu hatırlıyor Zeynep, Çok sevildiğini düşündüğü anıları yok, sadece “Neden?” diye soruyor. Yedi yaşına girdiği gün aniden ortalıktan kaybolan babasına ne olduğunu düşünüyor ve kendisine çok ağır gelse de kızı Peri ile kendi hayatını, bilinçaltında karşılaştırıyor.

Bütün bunlarla uğraşırken yayınevinin yapmak istediği özel bir Nâzım Hikmet kitabı için çalışıyor Zeynep. Hayran olduğu Nâzım’ın kadınlarla olan ilişkisini, terk edilme fikriyle tekrar okurken bir kalbe nelerin sığabileceğini, yalnız kalmanın kolaylığı ve ağırlığını sorguluyor. Buna bir de bir yazarın hayat hikâyesi ve eserleriyle ilişki kuran okurun hayal kırıklığını ekliyor.

Zeynep’in hikâyesi yavaş yavaş değişiyor. Sorgulamanın yerini arayış alıyor. Bir gün, ummadığı bir şekilde geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Annesi, hem anne hem de baba olan Zeynep, onu da hiç tanımadığını, iş için gittiği bir yurtdışı seyahatinde öğrenirken kendisini, henüz doğmadan önce yaşananları dinlerken buluyor.

Hikâyenin bundan sonrasını anlatmak yazara haksızlık ama Türkiye’de yaşamış, büyümüş ve şimdi kırklarında olan pek çok insanın, annesinin ve babasının gördüklerini, yaşadıklarını anımsayacağı acı olaylar anlatılıyor romanda. Susulan her olayın bir başkasının çığlığına nasıl dönüştüğünü gözleriyle görüyor, aklıyla tartıp kalbiyle yaşıyor Zeynep. Yıllarca soramadığı sorular yüzünden içten içe attığı çığlıkların artık bir cevabı bulunmasına rağmen hayatı altüst oluyor.

İlgün, Paramparça’da, kapandığı sanılan ama asla kapanmayacak defterleri yeniden açıyor. Okuru, bir kadının arayış hikâyesinin tanığına dönüştürürken Nâzım Hikmet’in hayat hikâyesine dair pek çok ayrıntı da sunuyor.
 
Paramparça / Melike İlgün / Alfa Yayınları / 206 s.