Melih Cevdet’in yazısının peşinde!

Melih Cevdet, Sami Karaören’e kızdı soluğu meyhanede aldı!

Nurer Uğurlu

Melih Cevdet Anday’la ilgili oldukça çok anım var. Hangisini anlatacağımı bilemiyorum. Şimdilik  birini anlatmakla yetineceğim.

Bir öğle üzeri Çiçek Pasajı’ndan geçiyordum. Gözüme Entelektüel Cavit’in lokantasında bir masaya oturmuş Melih Cevdet Anday, Oktay Akbal ile Sami Karaören ilişti. Beni gören Melih Cevdet Anday, el ederek:

“Gel, yetiş!..Vergini öde!..” diye seslendi.

İçeri girdim, bir sandalye çekip oturdum. Ben masaya oturur oturmaz Sami Karaören, ok gibi yerinden fırladı. 

“Kusura bakmayın! Benim kalkmam gerek!” dedi ve lokantadan hızla çıktı, bir taksiye atladı.Karaören’in birden kalkmasına, kaçar gibi gitmesine çok şaşırdım, üzüldüm ve alındım. Çünkü Karaören, sevdiğim, saydığım insanlardan biridir. Benim bu durumumu anlayan Oktay Akbal, kulağıma, “Olanları sana sonra anlatırım” dedi. 

Bu arada Melih Cevdet, bana dönerek, “Yeni şiirler var mı” diye sordu.

“Yeni şiirler yok ama Melih Bey, son günlerde dilimden düşmeyen çok eski bir şiir var. Kil tablet üzerine yazılmış bir Mezopotamya şiiri.”

Melih Cevdet, çok ilgi göstererek:

“Oku bakalım!” dedi.

***

“Babil ne kadar uzakta

Tam yetmiş mil

Mum ışığında gidilir mi

Gidilir de gelinir de”

Melih Cevdet Bey, “Harika bir şiir bu!” dedi. “Bir daha oku...”

Şiiri bir daha okudum. Oktay Akbal da şiiri büyük bir ilgiyle dinledi. Birden Melih Cevdet Bey, Entel Cavit’e seslendi:

“Cavit, bana bir kâğıt getir!”

***

Ertesi sabah, öğleye yakın, Cumhuriyet gazetesine gittim. Oktay Akbal’ın odasına çıktım. Akbal’ı kendisine gelen kitapları karıştırırken buldum. Akbal:

“Bizim Sami, Melih’i çok kızdırdı” diyerek söze başladı. “Bilirsin her cuma Melih’in yazısı gazetenin ikinci sayfasında yayımlanır, ilgiyle izlenir, okunur. Melih, yazısını her çarşamba Sami’ye verir. Ama Melih’in yazısı, kimi zaman, gazetede Sami’ye verdiği gibi çıkmaz. Sami, Melih’in kimi sözcüklerini değiştirir, ara başlıklar koyar. Melih, bu duruma çok kızar. Bir iki kere Sami’ye söylemiş, bana da söyledi, yakındı. Melih’in geçen hafta çıkan yazısı da Sami tarafından değiştirilmiş, bazı sözcükler eklenmiş. Melih, gazeteye geldi, benim odama girdi: “Çiçek Pasajı’na gidiyorum Oktay!” “Ben daha yazımı bitirmedim” dedim. Odadan çıktı ve gitti. 

Melih gittikten sonra Sami geldi. “Melih gitti mi” diye sordu. Ben de “Gitti!” dedim.

“ Yazısını sana mı bıraktı?”

 “Yok!”

 “Nasıl olur?..”

 “Bilmem, bırakmadı.”

 “Hiç yazı bırakılmadan gidilir mi?”

 “Bak Sami, Melih, senin yazısına karışmana, sözcüklerini değiştirmene, ara başlıklar koymana çok kızıyor. Bir daha Sami’ye yazı vermeyeceğim, dedi. Çekti gitti!..”

 “Olur mu canım?”

 “Bilmem!”

 “Melih’in yazısı çıkmazsa Nadir Bey’e ne söylerim? Bilirsin, Nadir Bey, Melih’in yazılarını çok sever! Nereye gitti Melih?”

“Sanırım Çiçek Pasajı’na!..”

“Kalk, Çiçek Pasajı’na gidelim!”

“Daha yazımı bitirmedim...” 

***

Sonra Sami, şaşkınlık içinde odasına gitti. Ben yazımı bitirmeden birkaç kere geldi, gitti. Yazımı dizgiye verdikten sonra gazeteden çıktık, bir taksiye atladık. Çiçek Pasajı’na geldik. Melih, masayı kurmuş içiyordu. Sami ile içeri girdik. Melih’in yüzü kızgınlıktan kıpkırmızı. Bizler de birer sandalye çektik, oturduk. Sonra Melih’e, “Anan yahşi, baban yahşi!..” diyerek işi tatlıya bağlamaya çalıştım. Melih, cebinden yazısını çıkardı bana verdi. Ben de Sami’ye uzattım. Sami, masadan kalkacak, gazeteye gidecekti ki, içeri sen girdin.”