'Masumiyet Çağı'ndan 'Masumiyet Müzesi'ne

Orhan Pamuk'un son romanının, 19. yüzyıl sonu New York sosyetesini anlattığı romanlarıyla Amerikan edebiyatının büyük yazarları arasına giren Edith Wharton'ın, 1920'de yayımladığı Pulitzer ödüllü romanı Masumiyet Çağı'na (Martin Scorsese tarafından 1992'de filmleştirildi) yönelik çağrışımları (başlık ve dahası), Pamuk'un liberal göndermeler yoluyla Batı edebiyatı kanonunu Türk kültürüyle yoğurup yeniden yorumlama arzusunu ortaya koyuyor.

cumhuriyet.com.tr

Orhan Pamuk'un Wharton'ın Masumiyet Çağı'na bilinçli göndermeleri ve belli unsurları bilinçli olarak yerelleştirmesi, kültürel sınırları çekiştirip bozarak şaşırtıcı karışımlar, tarzlar yaratma deneylerine coşkuyla devam ettiğini gösteriyor. Yazarımızın Wharton'a olan ilgisini belki de son yıllarda New York'u mekân seçmesi tetiklemiştir. Wharton'ın eski New York sosyetesine sempatik ama aynı zamanda ironi yüklü bakışını, Masumiyet Çağı'ndaki son derece belirgin eski New York nostaljisini, 70'lerin Türkiyesi ve İstanbulu'na, İstanbul'un varlıklı burjuvalarının yaşantısına uyarlayan Pamuk, tıpkı Wharton'ın romanındaki gibi, melodramatik bir konuyu doğalcı bir üslupla ve detaylı betimlemelerle kapsamlı toplumsal bir kanvas haline getiriyor. Kendisi de sosyetenin bir üyesi olan Wharton, eski New York'un köklü, büyük ailelerinin sınıfsal ayrıcalıklarının gerektirdiği şekilde bencilce yaşayışlarını, House of Mirth de (Neşe Evi) olduğu gibi, bazen acımasızca eleştirir, bazen de o zamanları, bir nostalji ve sempati perdesinin ardından görür ve ironiyi eksik etmeksizin bu insanların duygu ve ilişkilerinde masumiyetin izlerini tarar. Wharton'ın eski New York'u hiçbir zaman bir 'altın çağ'ı temsil etmedi. Pamuk'un 70'lerin İstanbulu da etmiyor. Geçmişin bize verdiği masumiyet duygusu iki romanın da merkezinde olmasına rağmen, her iki roman da masumiyete gizemli bir gülücükle yaklaşıyor.

 

Pamuk'un Wharton'a yaklaşımı...

Pamuk'un Wharton'ın eserine yaklaşımı, elbette, Batı dışı, genelde sömürgeci dönem ve sonrası edebiyatlarında sıkça başvurulan bir strateji olan Batılı eserlere 'el koyma' ve yıkıcı, sorgulayıcı uyarlamalar yapma -Jean Rhys'ın Wide Sargasso Sea'de Jane Eyre'i yeniden yorumlayarak yazması ya da V.S. Naipaul'un A Bend in the River'da Joseph Conrad'ın Heart of Darkness'ına yaptığı açık göndermeler- şeklinde değil. Pamuk'da daha yüzeysel göndermeler buluyoruz. Yine de, sınıfsal tıkanmışlıkları, dekadan hayat tarzları, yasak ilişkileri, zevk ve para düşkünlükleri, dedikoduları, partileri ve suçluluk duygularıyla Pamuk'un Türk burjuvaları, Wharton'ın New Yorklu kaymak tabakası portrelerine bir hayli benziyor. Pamuk'taki masumiyet, tıpkı Wharton'daki gibi nostalji ve sempati perdesinin ardına düşen bir görüntü. Masumiyet, Wharton'ın romanında, genç, güzel ve tatlı May'de somutlaşır, Pamuk'ta da genç, güzel ve tatlı Füsun figüründe somut hale geliyor. Masumiyet genç kadınları tehlikeye düşürür ve acı bedeller ödetirken, masum kadınlarla ilişki kuran erkekleri mutlu ediyor, yaşadıkları ilişkileri cinsel zevkin ötesine, ideal bir dünyaya taşıyor. Wharton'ın Newland Archer'ı gibi iki kadın arasında sıkışan, olanaksız bir aşkın peşinde azap çeken Kemal, yine Archer gibi mutluluğu çok kısa ama yoğun tadar. Sonrası, aşk hastalığının pençesinde tükettiği, ama ona Proustvari bir bilinç kazandıran zamandır (Newland Archer'da olmayan). Pamuk, romanında zamanı tamamen kişiselleştirmiş, onu bir nostalji nesnesi haline getirmiş. Masumiyet Müzesi'nde geçmiş zamanı yeniden kuran ve ona gizemini, masum karakterini veren nostaljinin müthiş gücü. Nostaljinin nesnesi haline gelen geçmiş zaman en sonunda da zaten müzeye giriyor. Buradaki temel soru, acaba müze geçmişin nesnelerini donuk ve ölü hale mi getiriyor, yoksa tersine, bu nesnelere ölümsüzlük mü kazandırıyor? Romanın merkezine yerleşen müze imgesi son derece fantastik; bu imgede, okurlar olarak, aşk, arzu, kayıp zaman, özlem ve nostaljinin fantastik bir bileşimini buluyoruz. Yitik zaman, arzu, istek ve tutkuların yerini alan, bunların boşluğunu dolduran fetiş-eşyalarla dolu müze, Pamuk'un okurlarını fanteziye daveti olarak yorumlanabilir. Müzenin başlıca fonksiyonu, fantezinin mutluluğun en büyük kaynağı olduğunu tescil etmek gibi görünüyor. Öte yandan, mutluluk da romanda farklı anlamlara bürünen bir kavram. Romanın tam başlangıcında cinsel zevkle yoğrulan mutluluk, Kemal'in fırtınalı ruhunu tedavi etmek için arşınladığı İstanbul sokaklarında, semtlerinde, sinemalarında giderek daha soyut bir hal alıyor. Modernist edebiyatın (çoğunlukla erkek) kahramanlarının ani bilinç ışımalarındaki o soyut sevinç halini alıyor. Sevgiliyi elde etmekten çok onun yanında olup ona dokunmamak daha mutluluk verici. O halde, romanda mutluluk arzulanan şeyin elde edilmesiyle değil, edilmesine çok az kaldığının bilinciyle alakalı. Ancak, o 'çok az kala' sonsuz olasılıklar barındırabilir, hatta bu olasılıklardan biri arzu nesnesinin sonsuzca uzaklaşması olabilir. Nitekim, romanın büyük bölümünde arzu nesnesi sonsuzca uzaktır ve yerini gündelik eşyalardan oluşan fetişler doldurur. Fetişperest Kemal giderek kendine güvenli bir koleksiyoncuya dönüşür ve artık sırf bundan haz almaya başlar.Yitik mutluluğun hüznü, nesnelerin verdiği hazza dönüşür, onlarda tekrar somutlaşır ve böylece döngü tamamlanır.

 

Gelenekçilik ve Avrupailik

Gelelim, romanın Türk toplumunun gelenekçi inadıyla Avrupaileşme ve modernleşme çabaları arasında ortaya çıkan açmazları, kadın erkek ilişkilerini ve cinselliği ele alışına... Avrupailik, modernleşme, öte yandan geleneksel hayat tarzının, sınıf ve kadın-erkek ilişkilerinde, özellikle cinsellik konusundaki belirleyiciliği Pamuk'ta ironik yansımasını bulmuş. Kadın cinselliğinin bastırılmasının başlıca unsuru olan bekâreti ironik bir biçimde ele alıyor. Pamuk'un 'sonuna kadar giden' kadınları, hazdan çok tabulara karşı gelmeyi gerektiren, cesaret işi olan bu şeyi gerçekleştirirken, bedenlerinin kontrolünü ele aldıkları ve bağımsız olarak cinselliği yaşadıkları için iyi hissetmek yerine, erkeklerin zevk nesnesi haline gelmekten kaçamadıkları için kötü hissediyorlar. Bu noktada masumiyet, artık pek gerçekçi değil. Türk kadınlarının bu açmazı romanın ortaya koyduğu önemli bir sorun ve ayrıca, bu korkunç indirgeyici erkek bakış açısının kadına ne denli zarar verdiğinin de altı çiziliyor. Yine bununla ilgili olarak romanın saptadığı bir önemli mesele de, Türk kadınının cinselliğinin sınıfsal farklılıkların da odağında olduğu. Varlıklı burjuva kadınlar alt sınıftakilere oranla erkeklerle ilişkilerinde görece daha serbest ve dışlanma korkuları daha az. Romana göre, acımasız bir cinsiyetçiliğin hâkim olduğu ve kadının aşırı cinselleştirilmiş nesneye dönüştürüldüğü Türk toplumunda, kadın erkek ilişkilerinde pek umut yok gibi. Kemal-Füsun ilişkisinde de bunun izlerini buluyoruz. Lolitavari, pasif bir cinsel nesne görünümü veren Füsun, her ne kadar Kemal'in hayatının odağında gibi görünse de, bir arzu nesnesi olmaktan öteye geçemiyor. Bir türlü bağımsız kadın özne olamayan Füsun, nitekim erkek dünyasının kurbanı oluyor. Kemal'in nostaljik nesnelerle dolu fantastik evreninin bir parçası haline geliyor.Pamuk'un Masumiyet Müzesi, Türk kültürünün popüler tarzı olan melodramı toplumsal eleştiriyle, arzu, fantezi ve fetiş kavramlarıyla ve Batı kanonuna göndermelerle kaynaştırarak ilginç bir tarz yakalamış diyebiliriz.

 

Masumiyet Çağı/ Edith Wharton/ Çeviren: Gizem Genç/ Altın Bilek Yayınları/ 380 s.Masumiyet Müzesi/ Orhan Pamuk/ İletişim Yayınları/ 592 s.