Maria Vargas Llosa'nın yayımlanan son romanı: "Ketum Kahraman"

Mario Vargas Llosa'nın yayımlanan son romanı "Ketum Kahraman", Peru'nun farklı kentlerinde patlak veren iki skandalı, ayrıntılarda saklı küçük ilmeklerle birleştirirken suç, suçluluk, ceza ve ahlâk kavramları üzerine düşünmeye zorluyor okuru.

Eray Ak/Cumhuriyet Kitap Eki

İkiliklerin doğurduğu iki adam

Latin Amerika'dan doğan edebiyatın yükselişi -klasik, hatta suyu çıkmış tabirle- yerelin evrenselle buluştuğu noktada başlamıştı. 60'larda yükselişe geçen ve Marquez, Fuentes, Cortazar, Borges, Llosa, Rulfo... gibi öncüleri dünyaya taşıyan edebiyat anlayışı, her ne kadar kendi toprağından, tarihinden, kültüründen alsa da hızını, bu isimlerin ve edebiyatın dünyayla buluştuğu nokta, herkesi ilgilendiren konular üzerinde olmuştu. Hemen hepsi farklı ülkelerden doğsalar da edebiyatta ortak bir hayal birliği tutturmayı başarabilmişti bu isimler. Bu ortak noktalar üzerinde durmak ayrı bir araştırma konusu ama en azından şunu söylemekte yarar var: Latin Amerika edebiyatı, en çok hayalgücünün sınırsızlığının kanıtı olarak yankı buldu dünyada.

Borges'in şu sözü de yukarıda anlatılanların kanıtı niteliğinde: "Ben diyelim ayda yaşayan bir adam üstüne - öykü yazsam bile bir Arjantin öyküsü çıkar ortaya, çünkü Arjantinliyim; kaynağı da Batı uygarlığı olur, çünkü o uygarlıktanım."

Tam da Borges'in söylediklerinde olduğu gibi hayalgücü sınırsızdır ve bir adamı ayda bile yaşatabilir isterse. Sınırsızlığın sınırlarını ise yazarın beslendiği, esin bulduğu topraklar belirler.

Hayalgücü sınırsız ve evrensel bir kahkaha, evet ama yine tüm dünyanın algıyabileceği, benimseyebileceği daha başka pek çok ortak duygu var. İşte tam da bu nedenle dünyanın bir ucunda, kültürel kodlarımızın çok dışında, bize hiç de tanış olmayan yazarların kaleminden çıkanları "bizdenmişçesine" okuyabiliyoruz. Buna genel bir çerçeve çizilerek "evrensel duygu birliği" dense yanlış olmaz sanırım.

Kurulabilecek duygu birlikteliğinin yanında, ortak bir karşı duruş sergilenebilecek pek çok nokta da var tabii diğer yandan. Suç da bunlardan biri şüphesiz. Suça ve suçluya bakış toplumdan topluma nüanslarla değişse de genel bir çerçeveye oturtulabilecek bir kavram olduğu açık.
Mario Vargas Llosa da yayımlanan son romanı Ketum Kahraman'da, genel çerçevede kabul görecek suç kavramının sorgulamasına girişiyor. Tam da yukarıda anlatılanlar gibi yerel bir çerçevede başlayan olaylar; yaşananlar ve bunların ortaya saçılmasıyla herkesi ilgilendiren evrensel bir çerçeve kazanıyor. Peru'nun farklı kentlerinde patlak veren iki skandalı, ayrıntılarda saklı küçük ilmeklerle birleştirirken suç, suçluluk, ceza ve ahlâk kavramları üzerine düşünmeye zorluyor okuru romanında Llosa.

Bunu da kendine has bir kurguyla yapıyor. Ketum Kahraman'ın özellikle kurgusu, yazar zekâsını alımlama noktasında önemli bir dayanak bizim için.

İKİ ŞEHİR, İKİ SKANDAL

Her anlamda çift başlı bir kurgu tasarlamış Llosa bu romanı için. İki farklı noktadan ateşlenen iki ayrı hikâye türlü labirentlerden geçerek bir ortak noktada toplanıyor ve toplandığı ortak noktada bizi merak edilen sona doğru sürüklüyor.

İlk hikâye Yanaqué'ye ait.

Yanaqué, yıllar yılı bin bir emekle kurup büyüttüğü taşımacılık şirketinin başında bir patron. Ancak klasik bir “sert patron” tiplmesi olarak çizilmemiş Yanaqué. Sevecen, düzenli ve herkes tarafından saygı gören biri. Hayatında memnun olmadığı tek şey ise sevmeden evlendiği ve hâlâ da sev(e)mediği eşi. O da bu sevgi yoksunluğunu bir melez güzeliyle gideriyor. Sekiz yıldır bir sevgilisi var. Biri kendine hiç mi hiç benzemeyen iki çocuğu var bir de... Yanaqué, tırnaklarıyla kazıya kazıya kurduğu düzeninde hali vakti yerinde yaşamakta anlayacağınız.

Ancak olaylar süt liman seyretmez elbette ve Yanaqué'nin düzeni bir gün gelen mektupla bozulur. Örümcek imzalı bu mektup şehrin mafyasındandır ve kendisinden aylık olarak haraç vermesi talep edilir. Yanaqué'nin ise buna yanaşmaya hiç mi hiç niyeti yoktur çünkü kendisini her gün minnetle andığı, onu bin bir güçlükle okutarak bugünkü mevkiini kazandıran babasının sözleri sürekli kulağındadır: "Kendini kimseye ezdirme."
İkinci hikâye ise Rigoberto'nun.

Rigoberto, büyük bir sigorta şirketinin ikinci adamı. Patron yarısı derler ya hani, öyle. Ancak yıllar yılı çalışmaktan yorulmuş artık ve emekliliğini istiyor. “Kültür kalesi,” diye adlandırdığı odasına gömülüp geri kalan yaşamını edebiyat, resim ve müzikle geçirme derdinde. Mutlu olduğu evliliği ve sevdiği bir çocuğu var. Artık işi yerine onlarla da vakit geçirmenin hakkı olduğunu düşünüyor. Bu isteklerinin gerçekleşme ihtimali de yüksek çünkü hem dostu hem patronu olan Ismael buna izin vermiş. Ondan istediği tek bir şey var: Sekseninde yapacağı evliliğe şahitlik etmesi.

Bu, tpkı Yanaqué gibi Rigoberto'nun işlerinin de ters yüz olacağı anlamına gelir çünkü Ismael'in evleneceği kişi hizmetçisidir. Bu evliliğe mirastan olacakları için şiddetle karşı çıkan, Ismael'in sicilleri hayli kabarık ikizlerin, babaları ve Rigoberto'nun başına musallat olacak demektir. Ancak Rigoberto yine de kabul eder Ismael'in bu teklifini. Dostuna, bu iyiliği çok görmez.

İki hikâye için de bu son derece gerçekçi, hatta acımasız gerçekçi düzlemi düşsel, büyülü düzeye çekecek ayrıntılar da yok değil bir diğer yandan. Yanaqué'nin hikâyesinde falcı Adelaida mesela. Geleceği gören ve Yanaqué hakkındaki tahminlerinde bugüne kadar yanılmamış Adelaida.. Rigoberto'nun hikâyesinde ise melek olduğu düşünülen oğlunun sürekli gördüğünü iddia ettiği ve şeytan olduğundan şüphelenilen Edilberto Torres. Şeytan, üstelik Perulu...

İKİ KAHRAMAN, İKİ CEPHE

Ketum Kahraman için ikiliklerden doğan bir roman olduğunu söyleyebiliriz konusu, kahramanları ve yazarın dokuduğu kurgu bağlamında. Her şey çifti ve zıttıyla var olur; her iyinin ardında bir kötü, her kötünün ardındaysa bir iyi vardır kabilinden bir duygu uyandırmak istiyor Llosa kahramanları ve onlar aracılığıyla anlattıklarıyla. Bir diğer yandan da bu ikili kurgunun içine tekrardan yerleştirdiği sıçramalı ikili anlatım da romanda anlatılmak istenenlerin içeriğine hizmet eden sarmal bir yapı oluşturuyor. Romanda sürüp giden ve anlatıcı değişiklikleriyle yaratılan bu sıçramalı yapı, Llosa'nın metne kattığı ayrı bir derinlik olarak okunabileceği gibi son derece akıcı ilerleyen romana küçük sekteler vurarak okura yarattığı düşünme payı olarak da alımlanabilir.
Yazar, polisiye bir kurguyla ilerlettiği romanda her ne kadar Latin Amerika coğrafyasında geçen bir hikâye anlatsa da bize, roman sanatının evrensel eşiklerine de ayak basıyor. Llosa'nın, kahramanlarının yaşadıklarını anlatmada izlediği kurgu biçimi de işte bu ayak basılan evrensel eşiklerin başında geliyor.

Tüm bunlar dışında Llosa pek çok farklı konuyu da kurcalama derdinde romanda. Suç, suçluluk, ceza ve ahlâk tamam. Bunların yanına dini de ekleyebiliriz. Yazar, ironik bakışıyla her zaman tartışılmış bu kavrama farklı noktalardan yaklaşıyor. Tıpkı Ketum Kahraman'da anlattığı dünyanın iki farklı kolu gibi iki cepheden kucaklıyor dini Llosa.

e.erayak@gmail.com

Ketum Kahraman/ Mario Vargas Llosa/ Çeviren: Havva Mutlu/ Can Yayınları/ 414 s.