Kültürel Küreselleşme
Kültür sözcüğünün etimolojik kökenine baktığımızda Latince'de cultura, cultus gibi sözcüklerden türediğini görüyoruz. Öyle ki, insanın emeğine dayalı etkinlik ve faaliyetle doğru orantılı bir biçimde tanımlandığını biliyoruz.
cumhuriyet.com.trOysa, geleneksel burjuva felsefesinin bir ifadesi olarak çok uzun bir zamandır kültürün salt din, ahlak, sanat ve felsefi bilinçle tanımlanarak insanın pratik ve dönüşen eylemsel varlığının dışında değerlendiriliyor ve kültürün oluşumundaki üretim ilişkilerinin ve tarihsel bakış açısının öteleniyor oluşu, ampirik bir anlayışın yaygın olarak kabulünü de beraberinde getirmiştir. Kültür tartışmalarının özellikle 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılı kaplayan batı gelişim felsefesi, siyasi ve iktisadi gelişimlerin bir ürünü olarak öteki toplumlara mal edilen bir üst söylem olarak ihraç ediliyor olması, son derece kontrast bir ikilemi ortaya çıkarmıştır. Makinalaşmaya bağlı üretim biçimlerinin bir devamı olarak acımasız biçimde meşrulaşan ve artı değer üretme yöntemlerini sömürgecilik anlayışı üzerinden imal eden Avrupa emperyal tavrı “gelişmemiş”, “az gelişmiş”, “üçüncü dünya”, “alt kültür” ve “yoksun” olarak tanımladığı “Avrupalı olmayan” lara karşı geliştirilmiş bir tavır olarak mı kurgulanmıştır? Bu da en nihayetinde Oryantalizm kavramının tasarımlanmasında etkin olmuştur. “ Küreselleşme” olgusunu irdelemenin aynı zamanda toplumsal ve kültürel dünyayı anlamak adına ve moderniteyi buna koşut olarak da “batı modernliği”, “kapitalist modernlik”, “postmodernlik” ve “küresel modernlik” kavramları gibi odaksal bağlamların irdelenmesini de gerektirmektedir. Modernlik ve küreselleşme arasındaki ilişkinin aynı zamanda modern dönemin başlangıcına ilişkin bir tartışmayı başlattığı aşikardır. Wagner’in “kentleşme, sanayileşme, siyasal sürecin demokratikleşmesi gibi modernliğe özgü toplumsal süreçlerin çok uzun zaman öncesine dayanmakta olduğu, her zaman aynı anda oluşmadıkları ve bazılarının ortaya çıkışının sözde modern dünyadan ve çağdan oldukça uzak bölge ve dönemlere kadar gittiği” savı gibi araştırılması aynı zamanda küreselleşmeyi hazırlayan modern zamanlar paradigmasının da tartışmaya açılmasına neden olabilir. Bauman’a göreyse, “ Modernliğin kaç yaşında olduğu ihtilaflı bir sorudur. Bu konuda bir uzlaşım yoktur. Modernliğin ne zaman başladığını belirleme çabası gerçekten baş gösterdiğinde de modernliğin kendisi belirsizleşmeye başlar”. Giddens ve Bauman gibi bir çok aydın, modernliğin başlangıcının XVII. yüzyıl Avrupa’sı olduğunda birleşmektedir.
Endüstriyel çağ ve mekanik toplum çağı kavramlarının hem yaratıcısı hem de pazarı haline dönüşen gelişmiş toplumların süreç içinde kendi kültürlerini bir model haline dönüştürme istemleri, bir alış-veriş ilişkisinin ötesinde bir yayılma ve hakimiyet önemi taşımaktaydı. Sanayi gelişimi ve devamındaki teknolojik gelişimin temel bir iktidar aracı olduğu düşüncesi neredeyse son iki yüzyıldır hipergerçeklik boyutuna ulaşmış ve toplumlar üstü bir hegemonyaya dönüşmüştür. Avrupa emperyal tavrı 1800’lü yıllardan itibaren yoğun bir biçimde farklı coğrafyalarda farklı ülke politikalarıyla bir çok bölgenin insan gücünden ve kültüründen bir devşirme harekâtı gerçekleştirirken, kendi kültür özelliklerini de transfer yoluyla bir yayılma sağlıyordu. İktisadi ve stratejik ereklerin yanı sıra felsefe, dil ve sanat alanlarında da kuşatılmış toplumlarda derin bir hegemonik söylem geliştiriliyordu. Sanat, bir toplumun kültürünün en önemli dinamiği olarak, aydınlanma sürecini yaşamamış toplumların modern toplum özlemlerine ihraç edilmek suretiyle bir estetik bilinç yaratılmaya mı çalışılıyordu? Küreselleşme olgusu işte bu anlamda hem ekonomik hem siyasi hem de kültürel anlamda sınırlar ötesi bir planlama hareketi olarak karşımıza çıkıyordu. Çağımızın en çok konuşulan gerçekliği olarak “küreselleşme”, tüm düşünce ve disiplinlerin tartışma zemini haline gelmiştir.
Modernlik ve küreselleşme bağlantısından küreselleşme fenomeninin en önemli dinamiği olan kültürün ve kültürel küresellik durumunun tartışılması, “kültürel homojenleşme” kavramına kadar ilerleyen bir durumdur. Kültür, küreselleşmenin en önemli boyutlarından biri olarak ele alındığında “kültürel küreselleşme” yi toplumların ve insanların “kolektif olarak, birbirleriyle iletişim kurmak suretiyle yaşamlarından ve yaptıkları işlerden bir anlam üretme” biçiminin egemenleştirilmiş bir üsluba dönüşüp dönüşmediği sorusu olmalıdır. Belki de “İkinci Sanayi Devrimi” olarak empoze edilen iletişim ve medya teknolojilerinin, kitle iletişim araçlarının kullanımı ve kültürel boyuta olan etkisi çok daha yoğun biçimde tartışılmalıdır. Kültür, küreselleşme, kültürün küreselleşme için öneminin sorgulanması, kültürel küreselleşmenin en temel görüngüsü olarak algılanabilecek popüler kültüre olan değiniler ve kültürel küreselleşmenin bir “aynılaştırma” hareketi olup olmadığı tartışmaları yoğun biçimde devam etmektedir. Robertson’un savunduğu gibi küresel kültür “farklılıkların sürdürülebilirliği” midir yoksa Giddens’in savında olduğu gibi bir “kapitalist dünya ekonomisi”, “uluslararası işbölümü”, “ulus-devlet sistemi” ve “askeri dünya düzeni”, modernliğin dört boyutu olan “kapitalizm”, “endüstriyalizm”, “gözetleme” ve“askeri güç”ün genişleyerek gezegen ölçeğine yayılmış boyutlarından türemiş bir tahakküm biçimi midir?
Bu tartışmaların varacağı noktada teknolojik iletişimin kültürü biçimlendirme üzerinde oynadığı rolde bazı saptamalarda bulunmak gerekmektedir. Kültür ürünlerinin “küresel piyasadaki mülkiyet, kontrol ve transferi konusuna indirgenmesi” meselesinin türdeşleştirici bir küresel güç olarak kültürün kullanılış biçimi ve popüler kültürün nosyonu bu çalışmanın ayrıntıları olarak ele alınabilir.
Köklerini moderniteye dayandırıldığı öne sürülen bir küresel kültür kavramının en önemli dinamiği olan sanat içinde modern toplum, görselliğe sadece öznellik üreten bir araç değil, ekonomik bir üretim alanı olarak bakmaktadır. Küreselleşme ve kültür olgularına ilişkin çok boyutlu okumalar yapılabilir. Bunlara alternatif olarak Ayrıntı Yayınlarından çıkan John Tomlinson’un Küreselleşme ve Kültür adlı kitabına da bir göz atmakta yarar var. Küreselleşme ve Kültür'de Tomlinson, olguyu, "külürel bir dille" tartışıyor. Küreselleşmenin kim olduğumuz ve nerede yaşadığımızla ilgili düşüncelerimizi netleştirmemizde yarattığı muğlaklıkları tartıştığını görüyoruz. Varoluşumuza ne gibi anlamlar yüklüyoruz? Artık geleneksel ilişkilerinden çok farklı biçimlerde birbirleriyle bağlantılı olan insanların deneyimledikleri şey aslında nedir? Bu sorulara ve küreselleşmenin kültürel boyutuna vurgu yapan kitapta kavramlara başka yorumla bakma şansı elde ediyoruz.