Kriz Döneminde Sol İktidar Olabilir mi?

cumhuriyet.com.tr

Şu gerçek unutulmamalı ki Türkiye’nin ufkunu saran karabasandan kurtulmak için CHP tek başına ya da bir koalisyonun büyük ortağı olarak iktidar olmak zorundadır. Bunun sağlanması için CHP’nin yüzünü Avrupa solunda yaşanan tartışmalara çevirmesi ve bunlardan Türkiye için dersler çıkarması gerekir.

Kapitalizm 1929 sonrasının en büyük ekonomik krizini yaşamaktadır. Tüm ülkelerde ekonomik büyüme çökmüş, işsizlik artmış, iflaslar çoğalmış ve devlet, zorunlu olarak, ekonomide yeniden üretim araçlarının sahibi olmaya başlamıştır. Ekonomik krizin acımasız sonuçlarına karşın AB’nin 27 üye ülkesinin 20’sinde sağcı ve tutucu iktidarlar işbaşındadır.

Haziran ayının ilk haftasında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde seçilen 736 parlamenterin çoğunluğu sağcı partilerin listelerinden seçilmişlerdir. Yaşanan ekonomik krizin ortasında işini kaybeden, yoksulluk çemberine düşen, sağlık yardımlarından yoksun kalan milyonların varlığına rağmen sağ partilerin Avrupa’nın siyaset arenasındaki başarısı nasıl açıklanabilir? Var olan olumsuz koşullar yakın bir gelecekte Avrupa’nın sosyal demokratlarını, sosyalistlerini iktidar yapabilecek midir? Bu soruya olumlu yanıt verilebilmesi Avrupalı sosyal demokrat ve sosyalistlerin sosyoekonomik konularda tutarlı alternatifler üretebilmesine bağlıdır.

Seçmen sol kulvarda Willy Brandt, Felipe Gonzales ve François Mitterrand gibi kitlelere umut verecek siyasetin dev isimlerini bulamadığından sola uzak durmaktadır. Solda var olan siyasi kadrolar ezilenleri heyecanlandıracak, onların geleceğe umutla bakmasını sağlayacak söylemleri gündeme getirebilecek güçte gözükmemektedir. İngiliz İşçi Partisi Başkanı ve Başbakan Gordon Brown kriz döneminde bankacılık sektöründe herkesin alkışladığı cesur adımlar atmasına karşın seçmene güven verememekte ve son AB Parlamentosu seçimlerinde ancak üçüncü parti olabilmektedir. Avrupalı siyaset bilimcileri yaşanan yeni olgulara dikkat çekmekte ve solun üreteceği politikaların bu gerçeklerle örtüşmesinin gereğini vurgulamaktadırlar. Avrupa’da sosyal devlet uygulaması açlık ve sefaleti göreceli olarak ortadan kaldırmıştır. Solun dinamosu olabilecek 19. yüzyılın proletaryası 21. yüzyılda yoktur. İşçi sınıfının yapısı karmaşık bir nitelik kazanmıştır. Çıkarları ve beklentileri birbirleriyle örtüşmeyen mavi yakalı, beyaz yakalı, sayıları giderek artan göçmen işçiler ve yönetim kademelerinde hızla yükselen tam zamanlı ya da yarı zamanlı kadın işçiler işçi sınıfının yapısını değiştirmiştir.

Bugün Avrupa’da özel sektörde sendikalı işçiden çok küçük girişimci ve esnaf bulunmaktadır. Özel sektöre sıcak bakmayan sol partiler bu yeni gerçekler karşısında bocalamaktadır.

Mayıs ayında PASOK lideri Papandreou Atina’da, Fransa’dan Segolene Royal’i, İspanya’dan Gonzales’i, İtalya’dan Massimo d’Alema’yı bir araya getirerek Avrupa için bir Sosyal Demok-rat Manifesto yayımlatmak istedi. Yayımlanan bildiri neoliberal ve yeni muhafazakâr görüşlerin eleştirisi ile yetindi. Sanıldı ki çağdaş kapitalizmin acımasız eleştirisi seçmenlerin sosyal demokrasiye dönmesi için yeterli olacaktır. Avrupa Komisyonu’na kimin başkan olacağı konusunda bile anlaşamayan ve sağcı Jose Manuel Barroso’yu desteklemek zorunda kalan solun önderleri, Avrupa solu için yeni bir manifesto, yeni bir öneri paketi üzerinde de anlaşamadan bu önemli fırsatı ıskaladılar. Avrupa’nın sosyal demokrat ve sosyalistlerinin iktidar olmak yerine muhalefet etmek gibi bir tercih hakkını kullandıkları gözlemcilerin ortak kanısıdır. (Bkz: Dennis Macshane, How The Left Can Rise Again, Newsweek, 8 Haziran 2009 s. 46)

Solun geçmişe saplanıp kalması, solun yeni aydınlarının yeni önerilerle ortaya çıkmasını da engellemektedir. Solun önderlerinin geçmişin mirasını yansıtan radikal söylemlerle ortaya çıkmaları medya için ilginç ve çekici ama seçmenler için itici olarak algılanmaktadır. Yapılan değerlendirmeler çalışanlar adına konuştuğunu iddia eden sol partilerin aslında üniversite mezunu elitlerin ve profesyonel politikacıların yönetiminde halktan kopuk partiler olduğu noktasına odaklanmaktadır. Avrupalı seçmen solun çokkültürlülüğe, küreselleşmeye karşı, göçmen, kadın, az zamanlı çalışan işçilerden oluşan yeni proleterya için, özel sektörün çıkarlarını da koruyan, özel sektörle uzlaşan politikalar üretmesini istemektedir.

Bu şablon Türkiye’ye uygulanabilir mi? Genel hatları ile evet. Ekonomik krizin varlığına, işsizliğin ve iflasların artmasına, AKP’nin Atatürk devrimlerini karartma ve bu uğurda hukukla oynama, aydınları sindirme, korkutma çabasına rağmen seçmen AKP’ye oy vermektedir. Yerel seçimlerde AKP’nin oyları çok daha fazla azalmalıydı, CHP’nin oyları çok daha fazla artmalıydı ama olmadı.

Bu sonuçta CHP’nin iktidar olmak yerine, Avrupa’da olduğu gibi, muhalefette kalma tercihinin etkisi olduğunu iddia edenler var. Şu gerçek unutulmamalı ki Türkiye’nin ufkunu saran karabasandan kurtulmak için CHP tek başına ya da bir koalisyonun büyük ortağı olarak iktidar olmak zorundadır. Bunun sağlanması için CHP’nin yüzünü Avrupa solunda yaşanan tartışmalara çevirmesi ve bunlardan Türkiye için dersler çıkarması gerekir.

Yrd. Doç Dr. Engin Ünsal Maltepe Üniv. Hukuk Fak. Öğr. Üyesi