Korona günlerinde 1 Mayıs ve Taksim!
“Evde Kal” çağrısının yoğun günlerindeyiz, yolum Taksim’e yayınlar için sıkça düşüyor. Pazartesi, daha beş gün olmasına karşın polis barikat kurmaya başladı meydanın çevresine. Neden? Hem salgın var, hem de sokağa çıkma yasağı 1 Mayıs günü. Bu korku niye? Taksim herkese açık, emekçiye yasak!
Enver Aysever/Kurşunkalem1.
Çocuktum, evimizde “1Mayıs Marşı” yankılandığı sabahlar, ayrı sevinç hissederdim. Neyi kutladığımızı tam olarak kavramam mümkün değildi henüz; ancak aile bireylerinin coşkusu sezilir çocuklarca, neşelenirdim. Önce kana bulandı, sonra çalındı bayram. Annemin çocukluğunda da adı söylenmesin diye kılıf uydurulurmuş “Bahar Bayramı” diye. Doğrusu “bahar” yakışır alın teriyle çalışan insana. Hatta bir tek onun hakkıdır baharı yaşamak.
Henüz darbe olmamıştı ama pusu kurulmuştu, aklı başında olan aydınlar durumun ayırdına vardıysa da, kaba kalabalık hakikatin uzağındaydı. İşçinin alın terini patronlar çalar, sonra da ellerine “sadaka” tutuşturarak onursuz hale getirmek ister. İşçi, emekçi bayramı onur kavgasıdır. Sömürüye karşı direncin günüdür.
Ordu, TÜSİAD, Siyasal İslam, ırkçı tetikçiler, ABD el ele yaptılar 12 Eylül’ü.
2.
Uzun zaman yersiz kibirle beyaz yakalılar kendilerinin işçi olmadığını sandı, öyle davrandı. İyi eğitim almış olmaları, görece üç kuruş daha fazla kazanabilecekleri umudu, ütülü gömlekler, güzel döpiyesler uyuşturucuydu oysa. Patronlar üst düzey yönetici adı altında kendilerine bekçi tutar, ardından da kullanım ömrü bitince çöpe fırlatır atarlar. Beyaz yakalı akıllıysa, talihi de yerindeyse, biraz para koymuştur kenara. Yok, o kadarını da yapmamışsa, hazin, karanlık günler çalar kapısını. Daha düne dek telefonuna bakmadığı insanların peşinden koşar, tıklattığı her kapı kapalıdır. Doğrusu bir an önce kol işçisinden farklı ama yine de emekçi olduğunu anlamaktır.
Richard Sennett ayrıntılarıyla anlatır onların yazgısını “Karakter Aşınması” adlı kitabında.
3.
Her patron insanlığın ürettiği ortak varlığa haksız el koyan kişidir. Emekçi çıkıp: “O, Boğaza nazır yalısında spor yapıp güneşlenirken, ben niye madende ciğerlerimi parçalayarak ölüyorum” diye sormuyorsa, bunun nedeni eline tutuşturulan bayrak ve kutsal kitaptır. Gördük ki salgın günlerinde adaletsizlik apaçık ortaya çıktı; en tehlikeli virüs “sömürü düzeni”dir, dünyanın her yerinde kan emmeye devam eder. Yazık ki işçi soru sormasın, itiraz etmesin, ses vermesin diye koskoca kötülük örgütü vardır. Herkes onun elinde esir vaziyettedir. Adına “kapitalizm” diyoruz. Patron dalkavukları, tetikçileri hep ön saftadır. Hak aramaya kalkınca gri adliye koridorları, soğuk mahpusluk bekler seni!
Hukuk zalimin yani patronun elinde oyuncaktır.
"O gün (2009 1 Mayıs'ı), tekerlekli sandalyesinde, en önde, elinde devrimin bayrağı ile Server Tanilli girdi, manzarayı asla unutamam. Tarihe tanıklık ediyorduk."
4.
Bir genç vurulur, yaşı on yedidir; ekmeğini aramaya gelmiştir memleketimize; sığınmıştır sana, sen “yabancı” diye bakarsın Ali’ye. Ali Suriyelidir de ondan uzak sanırsın kendini. Oysa bu memlekette yirmi yaşın altında çalışan her çocuk, o sokağa çıkma günlerinde, sırtında yüküyle ter döker; nüfus kâğıdında Türk, Kürt, Arap, Yahudi, Ermeni yazsa ne çıkar. Ne salgın, ne patronlar için fark etmez ki milliyet ve din! Hakikat en yalın haliyle ortadadır: İşçinin, emekçinin dini, ırkı, memleketi patronlarınkinden farklıdır. Ali tüm dünya işçilerinden sadece biridir; ya haber olur, ya olmaz… Olsa da “Şüpheli davranışlarından dolayı vuruldu” diye silinir gider. Oysa, evlattır, kardeştir, insandır Ali.
“Evde Kal” çağrısı ona değildir. O kimsesizdir; ne evi ne yurdu vardır!
5.
23 Nisan çocuk sesleri duyulursa güzeldir, bu memlekette meclis kürsüsünden, imam hatipli kazık kadar adam konuşturuldu, daha dün! Çaldılar elde kalan son çocuk sevincimizi. Geçen bir karikatür gördüm; sırtında yükü olan, çalışmak zorunda kalan bir çocuk, yanındakine: “Biz de 1 Mayıs’ta kutlarız bayramımızı” diyordu. Hazindir elbette bu tablo. Çünkü 1 Mayıs’lar da çalınmıştır çoktan. Çocuk olmak zordur memleketimde, işçi olmak da, hele ki çocuk işçi olmak en zorudur!
Kadere rıza göstersin diye eğitilir memleketimde çocuklar. Oysa “boyun eğme” demesini öğrenmesi gerekir. İnsan ne için yaşar? Erdem, onur, haysiyet yoksa; o ömür sürülmeye değer mi? Şimdi inançlılar oruç tutuyor ve yakarıyor Allah’a. Birinin sofrasında kuş sütü eksik; ötekinde bir lokma ekmek bile yok neredeyse.
İşçiyle patronun, zenginle yoksulun Allah’ı bir mi?
6.
“Evde Kal” çağrısının yoğun günlerindeyiz, yolum Taksim’e yayınlar için sıkça düşüyor. Pazartesi, daha beş gün olmasına karşın polis barikat kurmaya başladı meydanın çevresine. Neden? Hem salgın var, hem de sokağa çıkma yasağı 1 Mayıs günü. Bu korku niye? Taksim herkese açık, emekçiye yasak! Gezi’den bu tarafa daha da riskli görülüyor Taksim; sanki orada bir eylem gerçekleşirse iktidar el değiştirecek vehmine kapılıyorlar. Bu memleket işçinin de değil mi? Salgın insanlığı esir almışken, sokağa çıkmak, topluca bir arada olmak nerdeyse ölümle dans halindeyken bile emekçiden bunca korkmak niye?
İşçi meçhul bir ülkenin isimsiz yurttaşı mı?
7.
12 Eylül’den sonra ne zorlu günler yaşandı 1 Mayıs’larda. Önce kapalı salon toplantıları yapıldı, derken yeniden meydanlara açıldı emekçiler. Taksim’de, hakları olan kutlamayı yapmak için yıllarca mücadele verdi işçi sınıfı; sonunda tüm bariyerler yıkılıp meydana ulaşmayı da başardılar. O gün, tekerlekli sandalyesinde, en önde, elinde devrimin bayrağı ile Server Tanilli girdi, manzarayı asla unutamam. Tarihe tanıklık ediyorduk.
Taksim “1 Mayıs Meydanı”dır, hiçbir iktidarın gücü bu hakikati değiştirmeye yetmez!