Korku imparatorluğu
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Alper Taş, yargının kendisine dönük direnişleri etkisiz kılmak için AKP'nin yeni hedef olarak yargıyı belirlediğini söyledi.
cumhuriyet.com.trÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Yargıtay santralının dinlenme kararı, eski Yargıçlar Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nin meslekten ihracının istenmesi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in telefonlarının dinlenmesinin iktidar ve devlet baskısının en somut göstergeleri olduğunu söyledi. AKP eliyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin emperyalizmin yeni ihtiyaçları doğrultusunda dönüşüme uğratıldığını belirten Taş, “Dönüşümde de oldukça yol alınmıştır. Bugün bir AKP devletinden söz etmek mümkündür. Cumhurbaşkanlığı, yasama, yürütme, YÖK AKP’nin elindedir. Medyada da AKP lehine büyük bir değişim yaşanmıştır. AKP’nin şu andaki hedefi yargıdır. Yargı üzerinden kendisine dönük direnişleri etkisiz kılmak AKP’nin ana gündemidir. Hâkimler ve savcılar üzerindeki bu baskılar, iktidarın yeni sahiplerinin iktidarın eski sahiplerinin yargı üzerindeki etkisini kırma, onları tasfiye etme, kendisine yandaş bir yargı yaratma çabasıdır” dedi.
TSK'ye operasyon
Uzun zamandır AKP ve ordu arasında bir gerilim üzerinden demokrasi tartışması yürütülmeye çalışıldığını belirten Taş, “Bugün yaşanan çelişki ise bölgesel bir güç olma stratejisi çerçevesinde, ılımlı İslamcı bir temelde yeniden yapılanan devletin yeni politikalarının daha çok kimin inisiyatifiyle yürütüleceğine dair gerilimlerdir. Ergenekon sürecinde ve daha sonrasında ordu içine dönük operasyonlar, ılımlı İslamcı-yeni Osmanlıcı eksende yapılanan yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne ordu içinde ayak direyenlere dönük operasyonlardır. Hukuk ve TSK yeni dönemin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden yapılandırılmaktadır” dedi.
‘Devlet yeniden yapılandırılıyor’
Türkiye’nin gerçek anlamda bir demokratik hukuk devleti olmaktan çok uzak olduğunu belirten Taş, baskıcı devlet geleneğinin aygıtlarının da hukuk dışı olduğunun altını çizdi. Türkiye’de neredeyse eksik yönleriyle “sömürge tipi demokrasi” uygulandığını belirten Taş, “Bugün AKP eliyle ‘düşük yoğunluklu demokrasi’ anlayışı çerçevesinde devlet yapısının kabuğu değiştirilmekte, yeniden yapılandırılmaktadır. Gidiş AKP eliyle daha ince bir baskı rejimine doğrudur. Demokrasi aşağıdan yukarıya, emekçilerin ve ezilenlerin ortak örgütlü gücüyle, bu devlet yapısının köklü bir biçimde değiştirilmesiyle söz konusu olacaktır” diye konuştu.
‘Hukuk değil, hükümet devleti’
Demokratik açılıma öncelikle yargıdan başlanması gerektiğini söyleyen İÜ öğretim
üyesi Prof. Dr. Ersan Şen, ‘Yargı makamları fethedilecek kale olarak görülmemeli’ dedi
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Dr. Ersan Şen, Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, doğrudan doğruya ve savcılık kanalıyla hâkim ve savcılar hakkında yürüttüğü ön soruşturmalarda telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbirine başvurmasının, Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 101. maddesine aykırı olduğunu belirterek “Demokratik açılım öncelikle yargıdan başlamalı. Yargı makamları, fethedilmek için bekleyen kaleler olarak görülmemeli” dedi.
Dinlemenin amacından saparak delil elde etmek için kullanıldığını belirten Prof. Dr. Şen, “Adli dinleme, CMK’nin 135. maddesinde sıkı şekil şartlarına bağlı tutulduğu ve ikincil delil sayıldığı halde, şartların somut olaylarda bulunup bulunamadığının tam olarak incelenmediği ve dinleme kararlarında somut olayın özelliklerini gösteren gerekçeler fazlaca bulunmadığından, bugün uygulamada en çok kullanılan delil elde etme yöntemi olarak karşımıza çıkmıştır. Öyle aşırı uygulamalar gündeme gelmiştir ki, artık ipin ucu kaçmış ve kolluk ile adli makamlar, neredeyse sadece telefon dinleme ve tespitlerden hareket etmeye ve kararlar vermeye başlamışlardır. Böylece, istisnai bir yol olarak öngörülen telefon dinleme, asli korunması gereken iletişim hürriyetinin önüne geçmiştir. Kişi hak ve hürriyetlerine yönelik tehditler artık ciddi boyuta gelmiştir. Hâkim, olayın özelliklerini dikkate alarak kişi hak ve hürriyetlerine yönelik sınırlandırma taleplerini incelemeli ve hukuki gerekçelerin somut olayda bulunmadığını tespit ettiği durumlarda talepleri reddetmelidir. Bu bir cesaret işi olmayıp hukuk kurallarını uygulayan hâkimden beklenendir. Elbette bu uygulama, bağımsız ve bu bağımsızlık sonucu tarafsızlığı özümsemiş hâkimlerden beklenebilir” diye konuştu.
Hâkim ve savcıların bir suç işlediği iddiasıyla iki şekilde sorumlu tutulabileceklerini anlatan Prof. Şen, hâkim ve savcıların, Adalet Bakanı tarafından atanan müfettişlerce denetlenmesinin temel sorun olduğunu söyledi.
Prof. Şen, “Bu yetkiyle hareket eden müfettişler, önce doğrudan doğruya ve ardından savcılar aracılığıyla, ortada henüz adli bir soruşturma olmayıp, idari soruşturma sırasında hâkim ve savcıların telefonlarını dinlemek istemişlerdir. Hatta bu maksatla Adalet Bakanlığı bir yönetmelik çıkarmış ve YARSAV tarafından açılan dava üzerine Danıştay, bu yönetmeliğin Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na uygun olup olmadığını incelemeye almıştır. İdarenin bir düzenleyici işlemi olan yönetmelikle, kişilerin anayasal hakkı olan iletişim hürriyeti ve özel hayatın korunması hakkına müdahale edilemeyeceğini, kanunlarda gösterilen müdahale sınırlarının genişletilemeyeceğini belirtmek gerekir” dedi.
‘Yargı bağımsızlığı ciddi tehdit altında’
Yetki sonlandırmasının yapılmaması halinde yargı bağımsızlığının ciddi bir tehdit altına gireceğine dikkat çeken Prof. Şen, “Kuvvetler ayrılığı ilkesinin geçerli olduğu bir yerde, yanlışların ortaya çıkarılması, sistemin korunması, herkesin denetime tabi tutulup hukuka aykırı davrananların cezalandırılması amacıyla hükümetin dilediğini yapabilme, dilediği üzerinde baskı kurabilme ve bu kapsamda dilediğini dinleme yetkisi kabul edilemez. Bu anlayış, kuvvetler ayrılığının değil, hükümet devletinin geçerli olduğu, yani ülkenin hükümet tarafından yönetildiği, demokratik hukuk devleti ilkesinin tanınmadığı ortamlarda uygulanabilir” diye konuştu.
TÜRKİYE’DE YARGIÇ GÜVENCESİ BİTİRİLDİ
BİR iktidar düşünün ki, kendisine karşı olduğu için bir yargıçla bir savcının mesleklerinden ihraç edilmesini istiyor. Ayrıca yargılanmaları için de suç duyurusunda bulunuyor. Adalet Bakanı, bakanlığı tarafından görevlendirilen müfettişlerin bu istekleri içeren raporlarına onay verebiliyor. Şimdi yargıda görev yapan yargıçlar ve savcılar hükümetin bu baskısından sonra nasıl özgürce karar verebilecekler? Verecekleri kararların hükümetin hoşuna gitmemesi durumunda başlarına aynı belaların geleceği korkusuna kapılmazlar mı? Bu durumda hukuk devleti nasıl işleyecek? Yargı bağımsızlığı nasıl korunacak? İktidarın bu gidişi gidiş değil. Tutulan bu yol Türkiye’yi hızla faşizme doğru sürüklüyor.
Tufan TÜRENÇ
11 Kasım 2009 / Hürriyet
‘AKSİ İSPAT EDİLMEDİKÇE HİÇ KİMSE MASUM DEĞİLDİR’
... Takdir edersiniz ki, dinlenenler içinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yer alıyor olması özellikle dikkat çekicidir. “Ergenekon” davasını kovalayan savcıların amiri konumundaki bir başsavcının, “Ergenekon acaba yargı cephesinde neler çeviriyor” kuşkusuyla dinlemeye ve takibe alınması gerçekten inanılır gibi değildir. Bunları söylerken, başsavcıya, Taha Akyol’un dünkü yazısında (Milliyet) yazdığı gibi (“Kendisini (başsavcıyı) aradım ve dedim ki: Siz Ergenekoncu iseniz ben de Ergenekoncuyum!”) “kefil” olduğum filan sanılmasın. Kimseye “kefil” olduğum filan yok; ama iş “kurumsal” olarak, daha doğrusu ülkedeki “kuvvetler ayrımı” ilkesinin işleyişi olarak bu noktaya gelmiş ise, yani görevinin başında olan bir başsavcı bile “kuvvetli şüpheler” gerekçesi ile yakın takipte ise, ikide bir kafamıza çakılan “hukuk devleti” iddiamızdan bir an önce vazgeçmemiz gerekmez mi? Sonuç olarak, ilgili kanunlara uygun da olsa, aramızdaki “masum olmayanlar”ı bulup çıkartmak için, teknoloji de nasıl olsa imkân tanıyor denerek, toplumun sayıları giderek artan bir bölümünün “masumiyetini ispatlamak” mecburiyeti altında bırakılması, tek kelimeyle “korkutucu”dur. “Biraz da onlar korksun” diye düşünülüyor ise o başka tabii ki…
Kürşat BUMİN
14 Kasım 2009 / Yenişafak
ÖZGÜRLÜKLERİN KISITLANMASI OYUN DEĞİLDİR!
ADALET Bakanı Sadullah Ergin, Nazlı Ilıcak’a yaptığı açıklamada yargıç ve savcılar ile ilgili dinlemelerin “kanuna uygun” olduğunu söyledi. Yüzlerce yargıç ve savcının dinlendiği iddiası da palavraymış, “sadece 69 yargı mensubu” dinlenmiş. Bunların 56’sı Ergenekon davası ile ilgili. Bakan’ın da kanun ve yönetmelikleri yeteri kadar özümsemediği ya da işine geldiği gibi yorumladığı anlaşılıyor. Kanunun dinleme kararları ile ilgili olarak aradığı “kuvvetli şüphe ve suç başka türlü takip edilemeyecekse” hükmü nerede? Bu yargıç ve savcıların birkaçı haricinde bugüne kadar açılmış bir dava yok. Demek ki “kuvvetli şüphe” bir paranoyadan ibaretmiş. Aklına esen savcının “Ben bundan şüpheleniyorum” diyerek dinleme izni alması “geniş yorumlanmış kanuna” uygun olsa bile hukuk vicdanının neresine sığıyor? Anayasal özgürlüklerimiz ve haklarımız bazı savcıların oyuncağı değildir!
Mehmet Y. YILMAZ
16 Kasım 2009 / Hürriyet