'Korkmayan insandan korkulur'
“Sonsuz Panayır” Halide Edib Adıvar’ın İstanbul’un gündelik yaşantısını “gerçekçi” bir şekilde yansıttığı son dönem romanlarından. Adıvar, “Sonsuz Panayır”ı bir roman değil, “daha ziyade bir içtimai tetkik, bir felsefi eser, bir örf tenkidi” olarak tanımlamış.
Metin Celal“Sonsuz Panayır” 1946’da Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiş. Kitap olarak ilk baskısı yine 1946’da (Remzi Kitabevi) yapılmış. Okurlardan çok ilgi gören roman aynı yıl içinde dört baskıya ulaşmış. Bu ilginin nedeninin Halide Edib’in çok güncel sorunları ve olayları içeriden bir bakışla, gerçekçi bir dille yazması olduğu düşünülüyor.
Milli Kütüphane kayıtlarına göre “Sonsuz Panayır” daha sonra 1972’de (Atlas Kitabevi), ve 1987’de (Atlas Kitabevi) basılmış. 29 yıl aradan sonra yeni baskısı yapılmış oluyor.
“İnsanlar ve zümreler arası insicam ve vahdet kalktığında, ‘ortaya bir panayır’ çıkar. Panayırlarda vahdet yoktur, her kısım kendine mahsus ayrı bir âlemdir. İşte ‘Sonsuz Panayır’ adı buradan geliyor” diye açıklamış Halide Edip Adıvar.
İkinci Dünya Savaşı sonu, Tek Parti Dönemi... 1940’ların başı. Karaborsacı savaş zenginleri ve taşradan gelen “hacıağa”lar İstanbul eğlence dünyasının belirleyici unsuru oluyor. Eğlence yerleri “hacıağa”ların ve ailelerinin modernleşmelerinin okulu işlevi görürken, sosyal yaşamı da onlar belirlemeye başlıyor.
ROMANDAKİ NOTLAR
İkinci Dünya Savaş’ına girmemiş olsak da savaşın etkileri Türkiye’de de yaşanmaktadır. Karaborsa, yokluk fiyatların aşırı derecede artmasına neden olduğundan maaşlar yetmemekte, aileler geçinememektedir. Cerrahpaşa’da yaşayan Balkar ailesi de bu zorlukları derinden hissetmektedir. Küçük bir memur olan baba aile bütçesine katkı için tek zevki olan sigarayı bile bırakmış, anne temizlik işlerinde çalışmaya başlamıştır. Evin tek çocuğu olan Ayşe lise ikinci sınıftadır ve okulda düzenlenen bir öykü yarışmasında içinde bulundukları ekonomik durumu babasının sigarayı bırakmak zorunda kalışı ile anlatarak kazandığı birincilikle edebiyat öğretmeni Ali Bey’in dikkatini çeker. Öğrencisinin gelecekte iyi bir yazar olacağını düşünen Ali Bey, Ayşe’ye destek olmaya karar verir. Beyoğlu yakasında oturan türedi yeni zenginlerle iyi ilişkileri olan Ali Bey’in yardımıyla Ayşe özel dersler vermeye başlar. Bolluk ve Safitürk ailelerinin kızlarına ders vermesiyle “ikibinler” diye adlandırılan yeni zenginleri yakından tanıma fırsatı bulur. Ders vermenin yanı sıra Safitürk Ailesinin şirketinde de çalışmaya başlayan Ayşe iyice bu yaşantıya dahil olur. Ayşe izlenimlerini gelecekte yayımlanacak romanı için not almaktadır. Romanda bu notları da okuruz.
Öğretmen Ali Bey, aileden zengindir ama mütevazı yaşantısını bozmak istemediği için Beyoğlu yakasına taşınmamıştır. Teyzesi ile birlikte Cerrahpaşa’da Sülüklü’de bir evde yaşamaktadır. Sık sık kendini ziyaret eden ya da evlerine davet eden dostları sayesinde “ikibinler”in yaşamına yakından şahit olmaktadır. “Şeytanın Öğütleri” başlığıyla yayımlamayı düşündüğü makale taslakları sayesinde Türkiye’nin içinde bulunduğu durum hakkındaki görüşlerini ve çözümlemelerini okuruz.
Ayşe, Bolluk ailesi ile birlikte gittiği “Şaş-Bak” adlı pavyonda ve Taksim Gazinosu’nda bu karaborsacı savaş zenginleri ve “hacıağa”ları ve ailelerini gözlemlemek olanağı bulur. Fiziksel olarak kendisine çok benzeyen Safinaz’la tanışır. Safinaz birkaç yıl önce Ayşe’nin çalıştığı şirkete girerek bu ortamlara dahil olmuş, güzelliği nedeniyle erkeklerin ilgisini çekmiş, birinin sevgilisi, diğerinin metresi olduktan sonra mülkiye mezunu bir gençle nişanlanmıştır. Ama hâlâ diğer erkeklerin ilgi odağıdır. Safinaz’ın yaşadığına benzer şeylerin Ayşe’nin başına da gelmesi mümkündür. Neyse ki Ayşe Safinaz’ın aksine geleceğini erkeklerle ilişkileri ile değil iş yaşamındaki başarıları ile kurmaya kararlıdır.
Ayşe sayesinde kadının toplum ve iş yaşamındaki konumuna da şahit oluruz. Kadınların iş yaşamında yer alması çok yeni bir olgudur ve bürolarda çok az sayıda çalışan kadın vardır. Garipsenir, dışlanır, küçümsenirler. Ayşe’nin de başına benzer şeyler gelir. Müdür üzerinde baskı kurup yıldırmaya çalışır, patron taciz eder. Ama Ayşe, ailesinin tekrar açlığa, yoksulluğa dönmemesi için inatla direnir ve işinde başarılı olur.
Halide Edip Adıvar’ın 1936 yılında yayımlanan “Yolpalas Cinayeti”nden itibaren yazdığı
romanlarında, anlatı mekânı olarak İstanbul’u seçtiği, romanlarında İstanbul’un gündelik hayatını yansıtığı görülüyor. Halide Edip, Yaşar Kemal’le yaptığı bir söyleşisinde bu dönem romanları için “yüzde yüz realist” demiş.
İnci Enginün,Yakup Kadri’nin “Sonsuz Panayır”la ilgili olarak Halide Edip’e yazdığı bir mektubu yıllar sonra bulmuş ve 1970’lerde Hisar Dergisi’nde yayımlamış. Yakup Kadri mektupta “Sonsuz Panayır”ın Halide Edip’in romancılığında önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtmiş. Gerçeği olduğu gibi idealize etmeden anlatmasının önemine dikkati çekmiş. Gerçekçilik anlayışını Andre Gide, Jean Cocteau ve Picasso’ya benzetmiş. (tüm alıntılar için bkz. Damla Erlevent, “Halide Edip Adıvar’ın Son Dönem Romanlarında İstanbul’da Gündelik Hayat ve Müzik,” (Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2005) ve Zuhal Eroğlu “Tarihe Alternatif Romanlar: İkinci Dünya Savaşı'nın Türkçe Çağ Romanlarında Temsili” (Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2013).)
SOSYAL ROMAN
“Yolpalas Cinayeti”, “Sonsuz Panayır” ve “Âkile Hanım Sokağı”nı da içeren son dönem romanlarında Halide Edib’in 40’lı yıllarda gelişen Toplumcu anlayışa dahil olduğunu ve bu anlayışın iyi örneklerini verdiğini düşünen eleştirmenler de var. Gerçekçi bir anlayışı olduğu ve olayları idealize etmeden açıkça anlattığına katılıyorum ama toplumcu olduğu kanısında değilim. Halide Edip bir “tarihçi kadar nesnel” bir biçimde ele aldığı dönemin gündelik hayatını yansıtıyor, eleştiriyor ama bunu bir düzen eleştirisine dönüştürmüyor.
“Sonsuz Panayır”da savaş koşullarından yararlanıp karaborsa yaparak zengin olanları açıkça anlatıp, sert bir şekilde eleştirse de bu ortamı yaratan ve onların zenginleşmesine göz yuman ya da yol açan siyasi iktidarla nasıl bir ilişki kurduklarına hiç değinmiyor. Sanki onlar siyasi iktidara rağmen zenginleşmişler gibi bakıyor. Derdi daha çok “Batı – Doğu”, “Geleneksel – Modern”, “Eski – Yeni” gibi karşıtlıkların tartışılması. Batılılaşmadan, yeniden, modernden yana ama bunların geleneksel değerler yitirilmeden gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Beyoğlu’ndaki yaşama karşı “İstanbul” diye adlandırdığı Fatih bölgesindeki yaşamı olumluyor.
Halide Edip Adıvar 1946’da Akbaba dergisine verdiği bir röportajında “Sonsuz Panayır”ı (Nisan 2016, Can Yay.) bir roman değil, “daha ziyade bir içtimai tetkik, bir felsefi eser, bir örf tenkidi” olarak tanımlamış. Roman tek tek karakterleri tanıtıp onların yaşadıklarını, gözlemlerini aktararak gelişiyor, akıcı bir anlatımı var, merak uyandırıyor. Ama bu akış sık sık öğretici müdahalelere uğruyor. Ali Bey’in makale taslakları, Ayşe’nin notları, onları tamamlayıcı nitelikteki Ressam Ferdi Uysal’ın günlüğü, gazeteci Füruzan Tıgır’ın görüşleri araya giriyor, adeta birer makale tadındaki diyaloglarla tartışmalar yapılıyor. İnci Enginün “Halide Edib’in bu romanı, yer yer müstakil makaleler hüviyetini taşıyan sosyal bir romandır” demiş. Türlerarası bir çalışma da sayılabilir “Sonsuz Panayır”.