'Kitaplar azatılmalı, kitaplık küçültülmeli'
Kurban bayramının arife gününde Silivri Cezaevi müdürü, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Nizamettin Kalaman'ın adeta koğuşa baskın yapar gibi, elinde kendisinin ve Tuncay Özkan'ın kitap haberleri ve röportajlarının derlenmiş olduğu bir dosya ile geldiğini anlatan Mustafa Balbay, Kalaman'ın koğuşa göz gezdirdikten sonra "Kitaplar biraz fazla azaltılmalı... kitaplık biraz büyük küçültülmeli" sözleri ile eleştirilerine başladığını belirtiyor.
cumhuriyet.com.trSilivri cezaevinde 761 gündür tutuklu, 38 gündür tek başına hücrede tutulan gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, “Düşünüyorum o halde sanığım- Zulümname” kitabının “Nazım Hikmet’e, Karşılık Recep Tayyip Erdoğan” bölümünde, “cezaevlerindeki görevliler arasında ve yargıdaki AKP yandaşlığını acı bir karşılaştırma” ile anlatıyor. Mustafa Balbay “Silivri Toplama Kampı-Zulümhane”nin ardından, kendi deyimiyle “Silivri üretim tesislerine” çevirdiği toplama kampındaki ikinci kitabını yazdı. Birincinin kaldığı yerden başlayan “Düşünüyorum o halde sanığım- Zulümname” Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlandı. Kitabın en çarpıcı bölümlerinden birini ise Nazım Hikmet ile Recep Tayyip Erdoğan karşılaştırmasının yapıldığı anın anlatıldığı bölüm oluşturuyor.
“Kitaplar azaltılmalı, kitaplık küçültülmeli”
Kurban Bayramının arife gününde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Nizamettin Kalaman’ın, hapishane müdürü ile birlilte, adeta koğuşa baskın yapar gibi, elinde kendisinin ve Tuncay Özkan’ın kitap haberleri ve röportajlarının derlenmiş olduğu bir dosya ile geldiğini anlatan Mustafa Balbay, Kalaman’ın koğuşa göz gezdirdikten sonra “Kitaplar biraz fazla azaltılmalı... kitaplık biraz büyük küçültülmeli” sözleri ile eleştirilerine başladığını belirtiyor.
Eksiklerle ilgili TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na yazdıkları dilekçeye ilişkin Kalaman’ın “Eksikler olduğunu söylemişsiniz, onlar size gelse bile sonunda bana geliyorlar, haberiniz olsun” şeklindeki tehdit sözlerine yer veren Balbay, Kalaman’a hapishanelerde aydınlara geçmişte o günlerin en ileri yazım aracı daktilonun bile verildiğini anımsattığını yazıyor ve sonrasında gelişen diyalogları özetle şöyle aktarıyor: “Memleketimizin hapishanelerinde kimler kalmadı ki, Nazım Hikmet, Aziz Nesin Rıfat Il...’ Ilgaz demeden sözümü kesti, bir elini başının hizasına kaldırıp her hecenin hakkını verip üç kelime söyledi: ‘Recep Tayyip Erdoğan’ Herkesin algıladığına emin oldu sözünün devamı şöyle oldu ‘o da kaldı hapishanelerde, değil mi, onu da hatırlayın.’ O an içinde bulunduğumuz durumu düşündüm, iddianameleri davaları düşündüm, genel müdürün vurgusuyla birleştirdim, herşeyi özetlemişti. Nazım Hikmet yattıysa, Recep Tayyip Erdoğan da yatmıştı, Recep Tayyip Erdoğan yattıysa bizim de yatmamız normaldi.”
Yoldaşlık için sahte çek
Bu cümlelerin ardından Başbakan Erdoğan ile kendisinin mahkumiyetini karşılaştırmaya karar verdiğini belirten Mustafa Balbay, bu karşılaştırma için Hüseyin Besli ve Ömer Özbay tarafından yazılan “R. Tayyip Erdoğan Bir Liderin Doğuşu” isimli kitaptan yardım alıyor. Balbay, Erdoğan’ın cezaevindeki koşullarına ilişkin kitapta yer alan bilgilere yer veriyor. İstanbul Belediye Meclis üyesi Hasan Yeşildağ’ın kardeşi Zeki Yeşildağ’ın Erdoğan’a yoldaşlık etmek için, bir arkadaşına sahte çek yazarak, kendisine, tam da Erdoğan’ın cezaevinde kalma süresi olan 4 ay hapis cezası verilmesini sağladığını aktaran Balbay, Yeşildağ’ın Erdoğan’la birlikte kalacağı Pınarhisar cezaevine önceden giderek gezdiğini ve yapılacak işleri belirlediğini alıntılıyor. Koğuşun temizlendiğini, duvarlara kağıt kaplatıldığını, halı döşetildiğini, elektrik tesisatı, şofben, çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştirildiğini ve beyaz eşya ve mobilya döşendiğini alıntılayan Balbay, Yeşildağ’ın anlattıklarını aynen aktarıyor: “Öğleden önce kalkıp güne hazırlanıyorduk, ardından ziyaretçi akını başlıyordu, görüşmeler akşam saatlerine kadar sürüyordu. Cezaevinde bir ekip kurmuştuk ziyaretçileri o arkadaşlar karşılıyordu. Savcı iznini onlar hallediyordu. Gelenleri gruplar halinde görüşme salonuna alıyorduk... Ziyaretçilerin getirdiği yiyeceklerle başımız dertteydi. Bunları mahkumlara eşit dağıtmak büyük meseleydi. Birgün Erhan Şenol isimli restoran sahibi balık pişirip getireyim dedi. Bütün hapishaneye olursa kabul ettim.... İki aşçı iki garson, tencere tabak aldık içeri ahçılar pişirdikçe servis yapılıyor biz de afiyetle yiyoruz.”
Kitaptan yapılan bu alıntıların ardından kendi koşullarına geçiyor Balbay ve ziyaretçilerin hapishaneye yiyecek getirmesinin yasak olduğunu ve kızı ile oğluna cezaevinin kantininden bisküvi çikolata ve meyve suyu aldığını belirtiyor... Ve bir gün ziyaret saatinden bir saat önce iki gardiyanın gelerek “eşinin telefon ettiğini, çocuk hastalandığı için açık görüşe gelemediğini” söylediğini ifade ediyor ve ardından kendisini saran endişeyi anlatıyor. “Ziyaretten 1 saat önce haber verildiğine göre demek ki yolda birşey oldu, bana bir şey söylemiyorlar...” Ama haftada 10 dakikalık telefon hakkını pazartesi günü kullandığı için eşine de telefon edemiyor Balbay... Psikolağa bile gidiyor, verilmiyor görüşme hakkı... Hangi koşulda telefonla doğrudan görüşme hakkı verildiği sorusuna ise “Ölüm hali taziye için” yanıtını alıyor. “ Ey okur” diyor Balbay ve “adaletsizliği” anlattığı bu bölümü, “…damdan düşen … Kendi gibi düşünmeyenlerin, damdan değil, gökdelenden düşmesini istermiş” diye bitiriyor.
Olası trafik kazası
“Düşünüyorum o halde sanığım” başlıklı bölümünde Balbay, “Davanın darbe iddialarını soruşturduğu kocaman bir yalandır. Bir trafik kazası düşünün, dava açılyor, araçtaki herkes sanık şoför hariç. Dava diyor ki, kaza olmamıştır ama olacaktı, o yüzden olmuş kaza gibi soruşturma yapılmıştır. Bir amaç da başka kazaların olmasını önlemektir. Böyle diyor ama olmuş kazalarla ilgili hiç dava açılmamış...” diyerek Ergenekon davasının mantığını özetliyor.
“Din” , “demokrasi” ve “uygarlığı” tartıştırdığı “Üçler meclisi” bölümünde, üç kavramın durumunu anlatan ve “Üçümüz de zulmün bir aracı, bu şekilde kullanılmak ne acı” cümlesi ile acı gerçeği yüzümüze çarpan Balbay, “Adil yargı” ile sanıkları konuşturduğu bölümlerde duruşmalarda geçen diyalogları kara mizaha katıyor. “Vazifeden suç çıkarmak” bölümünde Balbay “Adil yargı” ile “Sanık C”nin diyaloglarına yer veriyor ve “Adil yargı”dan “Karşımıza aldığımız her mensubunuzun vazifesinden suç çıkartıyoruz” ifadelerini duyuyoruz bölümün sonunda. “Gizli şeker oldu gizli şeyler”le ise gülüyoruz ağlanacak halimize... Mustafa Balbay, kitabın “Eşekarıları” bölümünde ise cezaevindeki diğer tutukluların yaşadıklarını anlatırken, memlekette özgürlüğün ucuzluğunu ise “Mehmetler karışınca” bölümündeki gerçek bir hikayeyle okuruna sunuyor.
Hukuksuzluk terimleri
Balbay “Demokratiksizleştirilmiş Hukuk Terimleri Sözlüğü” bölümünde, bir çok hukuk terimini Ergenekon davasına uyarlıyor. “Acz”, “Hukukun iktidar karşısındaki durumu”nu tanımlarken, “Bağımsız Yargı” “hukuktan bağını koparan yargı sistemi”ni anlatıyor. “Çapraz sorgu”: “Hakkında delil bulunmayan kişiye çelişkili sorular sorarak, kafasını karırştırarak, hata yapmasını sağlayarak delil üretme yöntemi...” “Dilekçe” “sonç vermeyen rahatlama metinleri...” “Fail” ise “suçsuzluğunu kanıtlayamayan kişi”.... Ve “Nasıl dolar Nazım Usta” diye sorduktan sonra, “Sen yazmasan ben yazmasam biz yazmasak, nasıl dolar hapishaneler” diyor Balbay Nazım’a gönderme yaparak...