Kılıçdaroğlu'nun Merkez Sağa Çağrısı

cumhuriyet.com.tr

Denenmiş ve başarılı olmamış bir yaklaşımla merkez sağı CHP şemsiyesi altında siyasete davet etmek yerine, öteki yüzde elliye stratejik uzlaşma için liderlik yapması, her şeyden önce demokrasinin varlığı ve devamı için tarihsel bir sorumluluğun yerine getirilmesi olacaktır.

20 Ağustos 2012 tarihli medya haberleri Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlunun CHPye katılım için merkez sağ seçmene çağrı yaptığına geniş yer verdi. Konunun ayrıntılı değerlendirilerek -hatta parti meclisinde tartışılarak- çerçevesinin açıkça ortaya konulup karara bağlanmasında ve CHPnin kararlılıkla bunun arkasında durmasında yarar olabilir. Çünkü, siyasal yelpazede merkez solseçmenin kendini yakın bulduğu CHPnin merkez sağa çağrısı, partinin oy desteğini artırma arayışından daha fazla anlam taşıyacak; (farklı) bir siyasi duruşun meşruiyetini ima edecektir. Bu nedenle burada, öncelikle bu çağrının çerçevesinin ne olabileceği konusu değerlendirildikten sonra, seçim kazanmak/iktidar olmak hedefine dönük alternatif bir öneri olarak stratejik uzlaşma konusu ele alınacaktır.

Siyasette, siyasal partilerin kendilerini iktidar olma hedefine, ulaştıracağı düşünülen yollardan biri olarak doğal tabanlarınındışında kalan seçmenden destek arayışlarının örneklerini bulmak zor değildir. Koşullarındaki özellikleri dışarda bırakarak Özalın dört eğilimi bir araya getirme projesi, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykalın özellikle 2006da merkez sağ seçmene yaptığıCHPye destek olunçağrısı hemen akla gelenlerdir. Kuramsal olarak da örneğin, daha 1960larda siyaset bilimci Lipset, doğal tabanın dışına açılım olmadan iktidar olmanın zorluğuna işaret etmekte idi.

İktidar hedefi, daha pratik olarak da tabanın genişletilerek seçimlerde oy oranının yükseltilmesi,doğalkabul edilen seçmen tabanı ile kazanılmak istenen yeni seçmenin asgari müşterekte buluşmasını gerektirir. Unutmamak gerekir ki, bir seçmenin kendi siyasal eğiliminden/partisinden vazgeçerek ya da ödün vererek başka bir partiyi desteklemesinin bir rasyoneli olacaktır.

Bu rasyonel, siyasal değerler ve anlayışlarla ilgili olabileceği gibi, hatta böyle olmasının beklenirliği yanında, etik olarak tartışmalı olsa bile kişisel de olabilir.

Çoğu zaman da, destek verdiği partiyi değiştirmeyi de kapsamak üzere, bireylerin tüm siyasal davranışlarında kişisel etkenlerle toplumsal etkenler arasında net bir ayırım yapılması zordur ve böyle bir ayrım yapılsa bile, siyasetin kolektif doğasından dolayı kişisel nedenler toplumsal söylemlerin arkasında tutulur. Bu da bize siyasette meşruiyetalgısının -işin doğasına uygun olarak- toplumsal amaçlar etrafında yapılmaklaolan ilişkisini gösterir.

Kılıçdaroğlu, konumu gereği tabanın genişlemesinde politik değerler, anlayışlar ve tercihler üzerinden bir asgari müştereki esas almakta; Türkiyede demokratik, laik, sosyal, hukuk devletini destekleyen ve Türkiyenin çağdaşlaşmasına katkı yapmak isteyen bütün yurttaşları partisine davet ederek Eski Doğru Yol Partililer, eski Anavatan Partililer yani bu ülkede dem-okratik, laik, sosyal hukuk devletini destekleyen, destek veren, Türkiyenin çağdaşlaşmasına katkı yapmak isteyen bütün yurttaşlarımı partimizin şemsiyesi altına bekliyorumdemektedir.

İlk olarak, Sayın Genel Başkanın bu ifadelerini tersinden okursak,doğalseçmen tabanı ile kazanılmak istenen yeni seçmenarasındaki ortak payda ya da asgari müşterek:

Türkiyede demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin işlemediği düşüncesinde olma ve bunun işlemesi için Türkiyenin çağdaşlaşmasına katkı yapma isteğidir.

Oysa, kamu yararıkavramını bir kenara bırakmış, neopopülist politikalarla seçmenin yarısının desteğini, üstelik demokrasi adına (yetmez ama evet kavramını da siyaset diline kazandırarak) ve girdiği her seçimde oyunu artırarak elde etmiş bir iktidar partisi karşısında, CHP gibi merkez sola yakıştırılan bir parti genel başkanı tarafından doğrudan merkez sağseçmene yapılan çağrının kitlesel/toplumsal destek getirisinin zayıf olacağı -partinin geçmişindeki örneklerle de sabit olduğu üzere- kuvvetli bir olasılıktır.

Hatta, CHP kurmayları son on yılın seçim sonuçlarını bu açıdan analiz ettiklerinde genel bir çağrıyla AKPye sırtlarını dönüp CHPye oy vermesi umut edilen ve siyasete ilgisi siyasetçiler kadar yüksek olmayan merkez sağ seçmenin potansiyel oy oranının kritik öneme sahip olmadığını zaten göreceklerdir.

Bunun dışında, ikinci önemli konu olarak, Kılıçdaroğlunun merkez sağa yaptığı çağrıda Türkiyenin çağdaşlaşmasına katkı yapmak isteyen bütün yurttaşlarımı partimizin şemsiyesi altına bekliyorumderken, merkez sağ seçmene bir de dolaylı yoldan ulaşmak için merkez sağda tanınırlığı yüksek siyasetçileri CHPye davet etmek ve tabanlarını partiye kazandırmak düşüncesinde olup olmadığıdır. Eğer öyleyse, yalnızca, oy oranının anlamlı bir artışını buradan da elde etmek olanağı görünmemekle kalmayıp, ayrıca ve daha esaslı bir mesele olarak; partiye gelenlerin siyasal bakış açılarının partiyle bütünleşmesinde sıkıntı yaşanabileceği, CHP tabanında bölünme ve rahatsızlıkların başgösterebileceği de dikkate alınmalıdır. CHP sağa açılacaksa da sola açılacaksa da bunu tanınmış siyasetçilerin simgesel varlığıyla değil, önce örgütte tartışarak yapmalıdır. Örgütün eğilimi ortaya çıktıktan sonra bu eğilime uygun bir ekip kurmak zor olmayacaktır. Siyasetin matematiğinin farklı olduğunu, kolaycı çözümlerin, kâğıt üzerindeki toplama ve çıkarmaların siyasette işlemeyeceğini unutmamak gerekir.

Üçüncü ve belki ana muhalefet partisinin şemsiyesi altına davet edilen seçmen ve siyasetçilerin katılımı bakımından en zorluk içeren nokta, siyasal kimliklerinden vazgeçmeleri konusu olabilir. Günümüzde farklı ideolojik/siyasal çizgiler arasındaki sertliğin azaldığı ve kimlikler üzerinden siyasetin yükseldiği gerçek olsa da...

Kılıçdaroğlunun çağrı mesajının düşündürdükleri bunlardır.

Eğer CHPnin oylarını artırmak ve güçlü bir iktidar alternatifi olmak konusunda yapabileceklerinden birisi, temel bir çelişki içinde olmadığı başka siyasal partilerin ve sivil toplumun tabanını ana muhalefet partisi ya da başka bir deyişle en örgütlü ve güçlü siyasal muhalefet yapısı olarak kendine çekmekse, bunun başka yöntemleri de aranabilir.

Nitekim burada bir alternatif olarak geliştirilip geliştirilemeyeceğinin tartışılması önerilen bir yöntem stratejik uzlaşmakavramıyla ifade edilecektir.

Ne stratejik kavramının ne de (siyaset esasen iki ana eksene oturduğu; uzlaşma ve çatışma üzerine kurulu bir eylem olduğu için) uzlaşmanın siyaset literatüründe yepyeni sözcükler ya da olgular olmadıkları açıktır.

Türkiyede ve dünyada; seçim işbirliği, güç birliği, burjuva devrimlerinde olduğu gibi işçi sınıfı ile burjuvazinin ayrıcalıklı sınıflara karşı tarihsel birlikteliği, bir siyasal parti içinde ya da Mecliste birlikte hareket etme iradesi koyan hizipler, gruplar, hükümet olma noktasında kurulan koalisyonlar... siyasal uzlaşmanın değişik düzey ve biçimlerinin örnekleridir. Dahası, zıtların birliğiyasası burada da geçerlidir ve uzlaşı aynı zamanda başkalarıyla çatışma, karşısına alma ve kendini uzlaşmak istemediklerinden ayırmadır.

Öncelikle, bu noktada Türkiyenin gündeminde stratejik uzlaşma, tek parti egemenliğine hatta neredeyse bir sivil vesayet rejimine dönüşmüş bir yapının demokratik değerler adına kırılmasının önemini yansıtabilecek bir olanak olarak görünmektedir.

En basit biçimiyle stratejik uzlaşmadan; 2013 yerel seçimlerinde, AKPnin tek parti egemenliğine karşı, CHP önderliğinde AKP dışındaki tüm siyasal partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının Cumhuriyetin çağdaş demokrasinin kurumlarıyla güçlendiği bir hukuk devletinde yaşama iradesiyle ve kendi kimlikleriyle var olarak bir araya gelmelerini anlayabiliriz.

Bu esasen, pratikte elbette ki bir seçim işbirliğinden çok farklı değildir. Bilindik bir olguyu stratejik kılan, siyasal partiler arasındaki oy dağılımında AKPnin önceki beş seçimde giderek artırdığı oylarını yüzde 50 bandına yerleştirmiş olmasıdır.

Oy verme etkeni olarak hizmetanlayışının, adaylara yönelik tercih olanağının genel seçimlerden daha fazla öne çıktığı yerel seçimler, AKPnin oylarını alamadığı ötekiyüzde ellinin heterojenliğinin dez-avantaj olmaktan çıkıp, avantaj haline gelebileceği özellikte seçimlerdir. Yörenin özelliğine göre, AKPye karşı, CHPli olsun olmasın, belli bir aday üzerinde uzlaşmış olan siyasal partiler ya da sivil toplum örgütlerinin vereceği destekle girilecek seçimin sonuçları, yalnızca CHPnin ve ötekiyüzde ellinin değil, demokrasinin başarı güvencesini inşa etmiş olacaktır.

Sonuç olarak, Sayın Kılıçdaroğlunun, bir yandan merkez sağdan yüksek bir destekle karşılık alacağı dahi kuşkulu olan, öbür yandan CHP tabanında topyekûn kabul göreceği epeyce tartışmalı ideolojik açılımları gündeme taşıyacak -daha önce denenmiş ve başarılı olmamış bir yaklaşımla -merkez sağı CHP şemsiyesi altında siyasete davet etmek yerine, öteki yüzde elliye stratejik uzlaşma için liderlik yapması, her şeyden önce demokrasinin varlığı ve devamı için tarihsel bir sorumluluğun yerine getirilmesi olacaktır.

Prof. Dr. Meral Öztoprak