Kermal Varol'dan yeni roman: "Haw"
Kemal Varol'un ikinci romanı "Haw", 1990'lar Türkiyesi'nin karmaşık siyasi ortamını bir köpeğin gözünden anlatıyor. Yazar, kahramanı Mikasa'nın öngörüsüzlüğünden faydalanarak siyasi bir panorama sunuyor okura.
Eray Ak/Cumhuriyet Kitap EkiLa Fontaine, hayvanların tıpkı insanlar gibi konuşup düşündüğü, bugün fabl dediğimiz hikâyelerini anlatırken aslında insan dünyasının çarpıklıklarını gözler önüne sermek istiyordu. Bunu hayvanların dilinden aktarması ise başka bir durumun vurgusu aslında: Hayvanların öngörüsüzlüğünden, tarafsız bakışından faydalanarak "dürüst" bir gözlemdi yapmaya çalıştığı. Bu bağlamda, insaların yüzüne dürüstlükle atılmış bir tokat anlamı da taşıyordu La Fantaine'in hikâyeleri. Dürüstlüğün yanında objektifliğin de simgesi olmuştu bu hikâyelerindeki hayvanlar. Bugün hâlâ okunuyor olması da bundan sanırım. Çünkü La Fontaine'in hayvanları, insanlara attığı dürüst bakışını korumayı sürdürüyor.
Kemal Varol'un, Jar'dan sonra gelen ikinci romanı Haw da La Fontaine'in yüzyıllar önce açtığı bu yolun farklı bir yansıması. Öz olarak hiçbir farkı yok. Varol da tıpkı La Fontaine gibi hayvanların o dürüst bakışından yararlanmak istemiş. Bu dürüst bakışla anlatmak istediği zamanlar ise bugünlere çok yakın. Türkiye'nin siyasi anlamda karanlık günlerinde neler olup bittiğini, öngörüsü olmayan bir gözle anlatmak için bir hayvanı, köpeği romanının kahramanı yapmış. Bu kahramanı da Diyarbakır'a, Munzur Dağı'nın eteklerinde bir kasabaya yerleştirmiş.
Varol'un anlatmak istediği zamanlar, Türkiye'nin her anlamda karışık olduğu 1990'lar. PKK, JİTEM, Korucular, Hizbullahçılar... Hepsi aynı topraklarda, Diyarbakır'da. Sonucu da faili meçhuller, infazlar ve savaş. Her karışık siyasi ortamın kurbanı olan sıradan insanlar da var tabii ama Varol, o döneme daha çok müdahil olan isimsizlerle ilgileniyor; isimsiz olup tüm isimleri birbirine katanlarla. Romanın omurgasını dönemin siyasi anlamda öne çıkan "uçları" meydana getiriyor. Savaşın edebiyatını başka gözler üzerinden yapıyor Kemal Varol. Bu doğrultuda da o yılların atmosferi bir panorama şeklinde sayfalar arasında akarken, diğer yandan romanın köpek kahramanının aşk hikâyesini izliyoruz. Tüm çirkinliğiyle devam eden savaşın ortasında tek temiz kalan da bu aşk olacak zaten.
ŞAFAĞI KARANLIK KÖPEK MİKASA
Kahramanımızın adı Mikasa ve o bir köpek. Bildiğimiz voleybol topu markası adı asker "arkadaşlarından" yadigâr ona. Daha yavru bir köpek olduğu günlerden başlıyor kahramanımızın talihsizliği. Annesinin, kardeşlerine ve ona yemek aramaya gittiği bir andan faydalanıp insanların arasına karışır Mikasa. Döndüğünde ise üzerine sinen insan kokusu yüzünden annesi onu reddeder. Sonrası da sokaklar...
Ancak sokaklarda tek başına olmak zor. O yüzden Mikasa, arkadaş bulur kendine: " (...) yürüyüp durudum ama benim üzerimi örtecek bir merhamet kırıntısıyla karşılaşmadım. İnsanlardan bir hayır yoktu bu kasabada. Ben de tıpkı benim gibi sokaklarda yaşamaya mecbur olan, dünyaya dişlerini sivrilten bir çetenin kuyruğuna yapıştım. Dört kişiydiler ve kendilerine Alevli Kalpler Çetesi adını takmışlardı. (...) Makam Dağı'nın eteklerindeki kasaba mezarlığını kendilerine mesken tutmuşlardı." Alevli Kalpler Çetesi ile arkadaşlığı ve mücadeleyi öğrenir Mikasa. Hatta âşık bile olur. Ama aşkta da tüm yaşamında olduğu gibi düzgün gitmez işleri. Askerlik girer araya. Mayın arama köpeği olarak yapar askerliğini. Asker arkadaşlarının şafakları sayılıdır ama onun şafağı hep karanlık. Askerlik günlerinden önce aşkından bahsedelim biraz Mikasa'nın.
Adı Melsa. Onun da aynı Mikasa gibi acı bir hikâyesi var. Roman boyunca fiziken varlığı dolaşmasa da ruhu dolaşıyor cümlelerin arasında. Mikasa'nın en zor günlerinde aklındaki kokusu ve hayaliyle avunduğu sevgilisi o. Bununla birlikte, Türkiye'nin farklı uçlarından birini izleyebilmemiz için yerleştirilmiş romanın içine Melsa. Mikasa bize orduyu gösterirken Melsa, partinin önünde nöbet tutuyor. Metnin akışındaki esas görevi bu. Mikasa ile yaşadığı saygı duyulası aşk ise romanın duygusal katmanının önemli yükünü sırtlıyor. Melsa'nın kendi hikâyesine gelirsek: Bir parti köpeği olduğunu söyleyebiliriz onun. Ama öyle alelade bir parti köpeği değil. Partinin ilçe başkanını yakalamak için parti binasına gelen polislere tek başına karşı koyarak "kahraman" mertebesine çoktan yükselmiş bir köpek Melsa. "Kayıplara karışan parti ilçe başkanının Melsa sayesinde dışarıda olduğu, yoksullar, ezilenler ve dünyanın cümle ağdurlarının Melsa'ya bir teşekkür borçlu olduğu söylenmiş bağıra çağıra. Tıpkı bir geline takılan altın zincir gibi ışıl ışıl parıldayan üç renkli tasma da o gün boynuna asılmış." O günden sonra da parti binasının kapısında bir simge olarak beklemeye başlar. Sonrası da aşk: Mikasa ile karşılaşırlar...
Mikasa ve Melsa dışında ise hem hayvan hem de insan dünyasından kalabalık bir karakter kadrosuna sahip roman: Uzman çavuşlar, onbaşılar, lider köpekler, çöplük köpekleri... Buna bağlı olarak da ana hikâyeyi besleyen birçok hikâye giriyor romana. Ancak Kemal Varol anlatmak istediklerinden uzaklaşmıyor kalabalık hikâye ve kahraman kadrosunun içinde.
DEDELER YAŞAR, TORUNLAR YAZAR
Tüm bu hikâye yumağı ise dönüşümlü bir şekilde anlatılıyor bize. Anlatıcı olarak iki kişi öne çıkıyor. Mikasa ve torunu. Mikasa bize askerlik günlerini, Melsa'yla yaşadığı aşkı ve Alevli Kalpler Çetesi ile geçirdiği günleri anlatırken torunu, Mikasa'nın bir "kaza" sonucu arka bacaklarını kaybederek barınağa verildiği günlerden bahsediyor. Dedeler yaşar torunlar yazar misalinden bir hikâye bu ve torunu da dedesinin barınak günlerinden kalma acı hatıraları dillendiriyor.
Acı hatıraların arasına, alttan alta yürüyen ince bir mizah da serpiştirmiş Kemal Varol. Bu ince mizah, daha çok hayvan gözünden insan dünyasına bakışla ilgili bir durum ancak yine de romanın bahsettiği o ağır konular içinde soluklanmaya fırsat veriyor. Özellikle Mikasa'nın askerlik günleri, romanın bu yanına çokça katkı sunuyor. Her ne kadar ağır psikolojik şartlar altında yapılsa da askerliğin kendi garabetinden doğan komik unusurlar sağlıyor bunu. Kemal Varol da bunu çok iyi yakalamış. Özellikle askerlerin kendi arasında kullandıkları dilin romana yansıması, Varol'un bu dünyaya ne kadar hakim olduğunu kanıtlıyor.
Kemal Varol, Türkiye'nin belirli uçlarının temsilini taşımış romana ancak basit bir alegoriden bahsetmek mümkün değil. Aksine, özgün ve gücünü bu temsillerden alan bir roman elimizdeki. İroni ve karamizahtan beslenen güçlü bir modern fabl Varol'un ikinci romanı Haw.
*Ünlü divan şairi Nef'i'nin, Şeyhülislam Yahya Efendi ile yaşadığı tartışmaya yazdığı hicivden.
e.erayak@gmail.com
Haw/ Kemal Varol/ İletişim Yayınları/ 230 s.