Kemal Varol: Her sesi yüksek çıkan haklı değildir ki

Kemal Varol, Kara Sis romanıyla şiddet ve pişmanlıkların, onarılamaz hataların savruluşlarıyla örülü bir avluya, erkeklerin avlusuna uzanıyor ve şaşırtıcı sonuyla hepimizi büyülemeye devam ediyor.

Ebru D. Dedeoğlu

Kemal Varol ile buluştuk. Varol, edebiyat dünyamızda önemli bir yere sahip. Kara Sis romanıyla şiddet ve pişmanlıkların, onarılamaz hataların savruluşlarıyla örülü bir avluya, erkeklerin avlusuna uzanıyor ve şaşırtıcı sonuyla hepimizi büyülemeye devam ediyor. 

- Şiirle başladığın edebiyat dünyasında beşinci romanınla okurun karşısındasın. Tebrikler. Taşkale cezaevi koğuşundaki mahkûmların hikâyesi nasıl oluştu? Kendi hayatından az da olsa parçalar var mı?

Dar mekân seçimi yüzünden beni en çok zorlayan romanlardan biri oldu Kara Sis. Hiç cezaevine girmedim. Bir tek, küçükken mahallemizdeki, cezaevinde yatan bir komşumuza yemek götürdüğümüzü hatırlıyorum hayal meyal. Adamın arkadaşım olan oğluyla yarı açık cezaevine girer, koğuştaki mahkûmlarla sohbet edip eve dönerdik. Ama öte yandan biliyorsun, ülkemizdeki yazarların çoğunluğu bu deneyimi yaşamıştır. En azından bir döneme kadar iyi bir cezaevi külliyatı da var elimizde. Yine de cezaevlerinin nasıl bir sıkıntıyla sarmalandığı, neler yaşandığı konusundaki tüm bilgim tanıklıklardan ibaret. Bu sebeple, dar bir mekânda, bilmediğim, tanımadığım bir dünyayı anlatmanın güçlüğü her şeyden fazlaydı. Romanı yazarken eski hükümlülerle konuştum sık sık. Aslında konuşmak da denemezdi. Gerçek ya da yalan, eksik ya da fazla… Onlar anlattı, ben dinledim. Bu yüzden belki de başka niyetlerinin dışında aynı zamanda hikâye anlatmak üzerine bir roman oldu Kara Sis. Bir de bu zor zamanlar için bir umut hikâyesi yazmak istedim sanırım. Her zaman bir çıkış yolu olduğunu göstermek için…

- Mesut Hoca ve romanın başından sonuna kadar merak uyandıran Fikri Fidel Barana ile ilerleyen kurgu ve sürprizli sonla hepimizi etkiliyorsun. Barana’nın her sustuğu kelimede, her yediği dayakta meraklanmamız daha da artıyor. Bir insan kendine bunu neden yapar? Susmak vazgeçmeye değil de umuda yolculuğu mu işaret ediyor?

Roman kahramanının neden sustuğunu, onca acıya ve zulme nasıl dayandığını kitabın sonunda elbette anlıyoruz ama umudu olan bir kahraman Barana. Dünyaya, zamana, doğaya çok gözlerle bakıyor, bunu anlıyoruz en azından. İçinden konuştuklarını pek duyamıyoruz romanda. Sesi gür de çıkmıyor ayrıca. Ama her sesi yüksek çıkan haklı değildir ki. O galiba, durup bir köşede her şeyi izlemeyi, oradan başka bir hakikat ve çıkış yolu bulmaya çalışıyor romanda. Direnmenin başka bir yolunu bulmak her zaman mümkündür ve sanırım kahramanım da başka türlü bir yol buluyor böyle yaparak. 

- Hepimizin zamanlı zamansız, içeride dışarıda az yahut çok delirme hakkımız var mı?

Şüphesiz. Ama o hakkımızı bile aldılar bizden. Bunca yalanın, düşmanlığın, bölünmenin, kutuplaşmanın, ötekileştirmenin ortasında ağız tadıyla deliremiyoruz bile. Onu bile çok görüyorlar bize. 

- Bazı insanlar birbirlerini acılarından tanırdı diyorsun romanda. Yaraları sadece canı yananlar mı sarabilir? Acılar bizi tecrübelendirirken aynı zamanda şifalandırıyor mu bu anlamda?

Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, “bana damdan düşeni getirin!”. Çünkü biliyoruz ki bizi ancak damdan düşen anlayacaktır. Birçoğumuz hâlâ damdan düşmediğimiz, kendi konforlu köşelerimizde rahat rahat oturduğumuz için başkasını anlamıyoruz sanırım. Yok başka çaremiz: Birbirimizi anlamak zorundayız, birbirimizin yarasına koşmak zorundayız. 

- Benim en sevdiğim romanlarından biri Âşıklar Romanı. Hayatımdaki yeri bambaşka. Ve Özcan Alper yönetmenliğinde sinemaya uyarlanıyor. Ne zaman seyredeceğiz? Bize biraz ufak tüyolar versen?

Filmin romandan uyarlanan senaryosunu Özcan Alper’le birlikte yazdık ama onun dışındaki süreçlerin dışında kalmaya çalışıyorum. Öteden beri sevdiğim, iyi bir izleyicisi olduğum bir yönetmenle ortak bir projede olmaktan gayet mutluyum yine de. Pandemi koşulları izin verirse bu yıl içinde çekilmesi planlanıyor. Ben de kitabın okurları gibi, o babayla oğlunun yolculuğunu merak ediyorum sanırım. Belki kitapta bilerek boşlukta bıraktığım kimi yerler film sayesinde tamamlanacak, belki de her baba oğul hikâyesi gibi yine yarıda kalacaktır hikâyemiz. 

- Aşıklar Bayramında baba-oğul ilişkisini oğul gözünden çok gerçekçi anlatıyordun. Kendi babalık deneyimininde yaralar sarıldı mı? 

Biliyorsun, baba oğul meselesi benim metinlerimde geniş bir yer tutar. Bir oğul olarak dünyaya bakmak, dünyayı bir oğulun zihniyle tartıp büyük sözler etmek kolaymış. Baba olunca anladım babamı. Bir de onu yazınca. Şimdilerde çocukla çocuk olmaya çalışıyorum ve en doğrusu da bu sanırım. Çünkü her çocuğun kendi doğası var ve biz ebeveynler çoğu zaman o doğaya müdahale etmeyi görev biliriz kendimize. Oysa mutlu bir çocukluk dünyanın tamamı demektir. Her gün yeni bir bilgiyle büyülenen, kendisine her gün bambaşka bir uğraş ve hayal bulan, dünya karşısında kalbi heyecanla çarpan dokuz yaşındaki oğluma bakıp belki de çoğumuz gibi eksik bir baba çocuk hikâyemi onun ruhunda yeniden yaşamaya çalışıyorum. 

- Ev işleriyle aran nasıl? Yeni bebekle düzen değişti sanırım. Evde nasıl bir paylaşım var?

Dışarıda pek bir hayatım yok öteden beri. Neredeyse tüm zamanım evde geçiyor. Ev işlerinin beni yorduğunu ama o yorgunluğun bana iyi geldiğini biliyorum. Ev işlerini ben yapıyorum çoğunlukla. Kızım henüz bir yaşında. Çok başkaymış kız çocuğu. Annem gitti, kızım geldi. Onun kokusuyla avunuyorum bir yıldır. 

- Yemek yapmak ve sofra senin için ne ifade ediyor?

Yazıyla aynı şey benim için yemek yapmak. Tıpkı yazı gibi yemek de aynı özeni istiyor sizden. Aynı göz kararını, aynı el becerisini, aynı bireşimi, aynı lezzeti o da talep ediyor. Yemek yaparken (ki kendimi bildim bileli evde yemekleri ben yaparım) kendimden ziyade o yemeği yiyecek olanları düşünürüm. Ne güzeldir başkasına bir sofra hazırlamak. Bir başkasını doyurmanın lezzetini çok şeye değişmem. 

- Eşine yaptığın en güzel yemek?

Oğlum benim yaptığım yemeklere bayılıyor ama eşim galiba en çok kahvaltılarımı seviyor. Sabahları gün doğmadan uyanırım çoğunlukla. Yavaş yavaş, günün ışımasını bekleye bekleye, ev ahalisi uyanana kadar özene bezene kahvaltı hazırlarım. Güne güzel bir sofrayla başlayan insanların saadetini seviyorum sanırım. Ama bir yandan da bütün bu mutfakta geçen zamanımın yorgunluğumu aldığını, bir şeylerle uğraşırken zihnimin daha çok çalıştığını, çalıştığım metnin ayrıntılarını tam da o anlarda kurduğumu fark ederim.