Kavel Grevinden TEKEL Direnişine

cumhuriyet.com.tr

Grev, işçi ve emekçilerin işverenler karşısında yeni haklar elde edebilmek ya da daha önce kazanılmış haklarını koruyabilmek için başvurduğu eylemlerdir. Başka bir deyişle işçilerin özellikle ekonomik, sosyal ve özlük haklarının kazanılmasında başvurmak zorunda bırakıldıklarında en etkin bir savaşım silahı olarak da tanımlanır grev. Başvurmak zorunda kaldıklarında diyoruz çünkü grev bir amaç değil bir araçtır.

Uygulanmasından kaynaklanan nedenlere bağlı olarak grevler değişik sınıflara ayrılmakla birlikte temelde ikiye ayrılır. Birincisi ekonomik istemlerin ağırlıklı olduğu klasik grevlerdir. İkincisi, toplumsal boyutu öne çıkan siyasal grevlerdir. Ama hemen belirtmek gerekirse, bir işyerinde ya da işkolunda sınırları belirlenmiş istemleri elde edebilmek için başlatılmış grevler, taraflar arasındaki anlaşmazlığın derinleşmesi ve bunun giderek toplumun geniş bir kesiminin ortak konusu olması durumlarında ister istemez siyasallaşmak zorundadır.

Yazımızın ana izleği de bugün yaşanmakta olan TEKEL direnişi gibi, grevin siyasallaşması üzerine olacaktır.

Dünya işçi sınıfı tarihinde en büyük siyasal grev 1 Mayıs 1886 yılında ABD’de yaşandı ve giderek tüm dünyaya yayıldı. Anılan tarihte özellikle sanayi işkollarında çalışan Amerikan işçileri 8 saatlik işgünü için ülke çapında eylemler başlattılar. Eylemler polis tarafından kanlı bir biçimde bastırılırken kimi işçi ve sendika önderi tutuklanarak mahkeme önüne çıkartıldı. Bunlardan dördü idam edildi. Amerikan yönetiminin bu kanlı ve acımasız tutumu dünyanın birçok yerinde tepkilere neden oldu. II. Enternasyonal’in l889 yılında Paris’te yapılan toplantısında 8 saatlik işgünü kabul edilinceye değin olayların başlangıç günü olan 1 Mayıs, “İşçilerin Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü” olarak kabul edildi ve bu kararını dünya işçi örgütlerine duyurdu.

Ancak grevler yakın bir zamana değin başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede yasaklar kapsamındaydı. Avrupa ülkelerinin çoğunda 1800’li yılların ortalarında bu yasaklar kalkıp işçilerin grev hakları yasal güvencelere bağlanmasına karşın bizde bu yasak 1961 Anayasası’yla ancak ortadan kalktı.

Peki, bu tarihten önce Türkiye’de hiç grev olmadı mı?

Yasal olmasa da Türkiye’de grevin tarihi ta Osmanlı dönemine değin uzanır. Osmanlı döneminde ilk grevin kamu alanında 1872 yılında ücretlerin ödenmemesine bir tepki olarak yapıldığını biliyoruz.

Bu tarihlerden başlayarak gerek 1. Meşrutiyet ve gerekse 2. Meşrutiyet dönemlerinde çok sayıda greve tanık olmakla birlikte kısa bir zaman diliminde en yoğun grevlerin Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşandığı ayrı bir gerçektir. Bu grevleri Türkiye işçi sınıfının aynı zamanda işgal güçlerine karşı aldığı bir siyasal tutum olarak da algılamak gerekmez mi?..

Kabul etmek gerekirse Türkiye’de grev de dahil işçi sınıfının siyasal ve sendikal yaşamının önü 1961 Anayasası’yla açılmıştır. Ancak anayasa temel hak ve özgürlükler bağlamında işçilere bu hakları tanıyordu ama uygulamada doğacak ayrıntıları bu konuda çıkartılacak yasalara bırakıyordu.

Bir anayasa hükmü olmakla birlikte bu konuda çıkartılması gereken yasa taslağı bir türlü Meclis’in gündemine gelmiyordu. Türkiye’nin birçok yerinde amaç doğrultusunda sendikalar eylemler koyuyor, grevler yapıyorlardı. Bunlar içinde 31.12.1961 yılında gerçekleştirilen Saraçhane mitingini en önemliler arasında birincisi sayarsak, diğeri yasanın çıkmasına asıl son noktayı koyan Kavel grevidir, diyebiliriz rahatlıkla...

Destanlara, türkülere, öykülere bile konu olmuş Kavel grevi neydi, giderek nasıl bir niteliğe büründü? Türkiye işçi sınıfının künyesine yasa çıkartan grev olarak da geçecek olan bu direnişin öyküsü, aslında bilinen bir sosyolojik gerçeğin toplum bilincine çıkmasına da tanıklık edecekti: Gücünün üretimden alan toplumsal eylemler salt tarihe iz üretimden alan toplumsal eylemler salt tarihe iz bırakmakla kalmayıp, önceden kestiremediğimiz siyasal dönüşümlerin hazırlayıcı rollerini de üslenebilirler. İşte Kavel grevinin böylesi bir işlevi de vardı.

28 Ocak 1963’te İstanbul İstinye’de kurulu Kavel Kablo Fabrikası’nda başlatılan grev aslında son derece kabul edilebilir istemleri içeriyordu. Bu fabrikada çalışan Maden-İş Sendikası’na üye 170 işçi, yıllık ikramiyelerinin ödenmemesi üzerine pasif bir direnişe başlamışlardı.

Daha sonra işten çıkartılan sendika temsilcisi arkadaşlarının işten çıkartılmasına gösterilen tepkilerle direniş boyutlanarak, fabrikanın işgalini de kapsayan bir grev ortamına dönüşmüştü. Grevde gösterilen kararlılık Türkiye’deki diğer işyerleri ile kamuoyunun da ilgi odağı olmuştu. Hatta kimi işyeri ve fabrikalarda destek grevleri başlamıştı.

O günün siyasal erkini de hayli zorlayan bu grev ve yarattığı toplumsal atmosfer sonucunda, 24 Temmuz 1963’te toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt konularını kapsayan 275 sayılı yasa kabul edilerek iş yaşamına kazandırıldı. Aslında bu, gücünü üretimden alan işçilerin Türkiye ölçeğinde kazandıkları siyasal bir zaferdi.

Bugün Kavel greviyle bire bir örtüşmese bile adeta onu andırırcasına giderek siyasallaşan ve toplumun en geniş kesimlerinin gündemine oturan bir işçi eylemine, TEKEL işçilerinin direnişine daha tanıklık ediyor Türkiye. Ekonomik kaygılardan yola çıkarak Kavel günlerinde olduğu gibi kara kışta, ayazda sokaklara dökülen tütün işçileri 40 günü aşkındır büyük bir kararlılık içinde direniyorlar.

Kavel’de de olduğu gibi burada da kazanan yine işçi sınıfı olacaktır şüphesiz. Hem de AKP hükümetinin gerçek yüzünün toplum tarafından tanınmasında okul görevi yaparak. Çünkü toplum yaşamında kimi gerçekleri yazmak, söylemek ve okumakla anlatamazsınız çoğu kez. Bazen küçücük bir toplumsal olay, düş dünyasından uyanmanıza yardımcı olur. TEKEL direnişinde olduğu gibi...

Asıl bu son göreviniz için de toplum size teşekkür etmelidir!