Karanlığı Sorgulamak...
cumhuriyet.com.trElli yıldır yanlış politikalarla varılan sonuçları görmek ya da görmemek bizi bugünlere getirdi. Eğitimde fırsat eşitsizliğini yok edemedik. Karanlığı sorgulayacak olan Köy Enstitülerini kapattık. Eğitimi yaygınlaştıramadık.
Bodrum, Adalet ve Demokrasi Haftası’nda on sekiz yıldır kendine düşen görevi yapmış, çeşitli etkinliklerle faili meçhul cinayetlere kurban edilen, yeri doldurulamayacak insan değerlerimizi saygı ve özlemle anarak toplumsal belleğe taşımış, gündemde tutmuştur. Bu konuda Cumhuriyet gazetesi ve yazarlarının büyük katkısı olmuş, acı gerçekleri yılmadan yurdun dört bir köşesine götürürken bilinçlendirme görevini de yerine getirmiştir. Bu yıl Bodrum’da bizlerle olan Ali Sirmen’e, Ümit Zileli’ye teşekkürler...
“Anne, insanlar öldürülürken sen nerelerdeydin?”, “Demokrasilerde bir kişiye yapılan haksızlık, bütün bir topluma yapılmış demektir”, “Vurulduk ey halkım, unutma bizi”, “Bir bebekten katil yaratan toplum, karanlığı sorgulamalıdır” soruları ve yargıları çevremizde hâlâ dolaşırken üzülmemek, düşünmemek insanlığımızı şüpheye düşürür. Daha da kötüsü kabadayılıkla liderliği birbirine karıştıran ülke yöneticileri ve uzantıları, bütün bu olanlardan hiç haberleri yokmuş gibi ağızlarından bir tek söz etmediler. Öldürülenler sanki bu ülkenin insanı değillermiş gibi; sanki bugün oturdukları koltukta onların katkısı yokmuş gibi. Erzurum Kış Oyunları’nın görkemli gösterisinde gerinirken utançlarını örtmenin yolunu da iyi biliyorlar gibi geldi bana.
Bu yılın parolası Uğur Mumcu’nun önemli tespiti “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz”. Eğitimci olarak bu düşüncesinin hep arkasında oldum. Çünkü ülkemizde hastalıkların asıl nedeni bu. Yanlış nedenlerle verilen yanlış ilaçlar hepimizi alabora etti. Boşuna kürek çektik yıllardır. Bilgi çağının gerçek anlamına ulaşmayan bir toplumdan verim alınamayacağını ancak anaokulundan üniversiteye daha doğrusu beşikten mezara kadar uygulanacak ilkeli, çağdaş, insan eksenli, eşit, özgür, ulusal eğitim sistemleriyle yarısı 30 yaşın altındaki yetmiş dört milyonun bir güç olabileceğini savunduk.
Karnelerin alındığı şu günlerde sesi soluğu çıkmayan, yamalı bohça yöntemlerle kaybolmuş öğretmenlerle; neyi, niçin, nasıl öğrendiğinden çok sınavların, teşekkür ve takdirlerin, performans ödevlerinin peşinde koşan -ya da hiç koşmayan- velilerle, çanta ve test kitabı yükünden kurtulamayan, yaratıcılığı yok edilmiş, sorgulamayan, okumayan, tartışmayan, sınav girdabındaki çocukları gördükçe bu ülkenin daha çok acılara, sıkıntılara gebe olduğunu düşünüyor, çareler arıyorum.
Elli yıldır yanlış politikalarla varılan sonuçları görmek ya da görmemek bizi bugünlere getirdi. Eğitimde fırsat eşitsizliğini yok edemedik. Karanlığı sorgulayacak olan Köy Enstitülerini kapattık. Eğitimi yaygınlaştıramadık. Ortalama eğitim süremiz hâlâ dört yıl. Atatürk’ün miras bıraktığı akıl ve bilimi öne geçiremedik. İmam hatipleri meslek okullarına tercih ettik. Sanatı ve felsefeyi kaldırdık. Milli eğitimi avukat hanımlara (göstermelik) uygun gördük.
Sonuç mu? 81 ilde 3 bin 690 ortaöğretim okuluna karşılık 4 bin 282 dershanenin olduğu, dershaneye gitme yaşının 10’a indiği, sınavlara hazırlık için 10 milyar dolar harcandığı, ilköğretimde 2 milyon öğrencinin dershaneye gittiği, çocukların ortalama 2.1 yıl dershanede kaldığı, 2.5 kez ÖSS’ye girdiği, sınava girenlerin ancak yüzde 15’inin doğru yerde olduğu, üniversiteden sonra ‘KPDS, KPSS, ALES, TUS, UDS’ gibi sınavların onları beklediği, yüzde 18 işsiziyle zavallı bir ülke durumuna geldik.
Acaba çocuklarımız yedikleri ekmeğin, içtikleri suyun, kullandıkları elektriğin, ilacın, gazın, eğitimin, sağlığın nereden, nasıl geldiğini ya da niçin gelmediğini öğreniyorlar mı? Geçmişle bugünün bağını kurabiliyorlar mı? Doğruları geleceğe taşıyabilecekler mi? Her yönden bağımsız bir Türkiye’yi yaratabilecekler mi?
OECD tarafından yapılan bir araştırma sonucu Türkiye 30 ülke arasında fen alanında yirmi sekizinci, okuma becerisi yönünden yirmi dokuzuncu sırada. Sınavda sıfır çeken öğrenci sayısı otuz bin. SBS sonuçlarında 1 milyon adayda 100 üzerinden Türkçe karne notu 41, matematik 11, fen ve teknoloji 26, sosyal bilgiler 47, yabancı dil 33, ayrıca güzel sanatlar, müzik ve spor alanlarında 2. sınıf vatandaş ayarında. Kırkından sonra saz çalınamayacağını da hepimiz biliriz.
Bütün bunların sonucunda “Bebekten katil yaratan ve karanlığı sorgulamayan toplum”, “Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın”, “Biz değil, ‘ben’ varım” noktasına gelen; kaptanı yüzünü geriye çevirmiş bir geminin içinde, maddi ve manevi yönden yoksullaşan bir halkla nereye gidiyoruz, sorusu kalır.
İşte Uğur Mumcu ile sembolleşen tüm demokrasi şehitlerini çok önceden bunları sorguladıklar için öldürdüler. Onlar gericiliğin, yobazlığın, talanın önüne geçtikleri için öldürüldüler. Basının dördüncü güç olduğunu ödünsüz savundukları için öldürüldüler. Demokrasinin seçimden seçime oy vermek olmadığını söyledikleri, emeği, bağımsızlığı, insan haklarını savundukları için öldürüldüler. Öldürülenler mi suçlanmalı yoksa unutarak yaşayanlar mı utanmalı?
Şimdi bize düşen onlara sarılmak, bel bağlamak değil; savunduklarının onlar kadar savunucusu olmaktır. Borcumuzu başka nasıl ödeyebiliriz? Bu ülke değil mi ki 1919’ları aşmıştır, 2010’ları da aşacaktır. Bu inanç ile yazımı, bize karanlıkları sorgulamayı öğreten demokrasi şehitlerinin ve Hasan Âli Yücel, Türkel Minibaş, Türkan Saylan gibi eğitimcilerin anısına; Mustafa Balbay’ların mücadelesine adıyorum.
Hatice Yücel ÇYDD Onursal Başkanı