Kadir Doğulu: Bugün ne olduysa ama ne olduysa sebebi aşk
Ekranların tanınan ve sevilen yüzlerinden Kadir Doğulu, hem yeni dizisini hem de hayatını Cumhuriyet'e anlattı. Doğulu, "İnsanın daha fazla telefon, araba, koltuk, bardak gibi eşyaya ihtiyacı yok. Bunların hepsi dayatma. Bu dayatmanın yarattığı çöplüğün ceremesini hep beraber çekiyoruz" diye konuştu.
Elif TokbayFotoğraf: Vedat Arık
Kadir Doğulu televizyon dünyasının en sevilen isimlerinden. 2010’da oyunculuğa başladı ve o günden beri ilgi hep üzerinde oldu. Şu sıralar Aşkın Tarifi dizisinde, aşk sandığı ilişkisi bittikten sonra kendisini gerçek aşkın içinde bulan bir şefi canlandırıyor. Kadir Doğulu’nun bir de kendini bulma adına çıktığı yolculuğu var. Hem dizisinden konuştuk, hem de bu yolculuğundan...
- Gözünüzü kapattığınızda çocukluğunuza dair ilk canlanan görüntü ne oluyor. Nasıl bir yolculuktu sizinki? Mutlu bir çocuk muydunuz?
İlk anım, 2.5 yaşındayım ve büyüdüğüm evin önünde 3 tekerlekli bir bisikletin üstünde yukarıya bakıyorum, evin balkonunda ailemden insanlar var, onlar da bana bakıyorlar. Bisiklet bana ait değil, evin içinde bir acı hâkim, sanırım ilk anım olmasında etkisi de burdan. Bir aile büyüğü vefat etmişti.
Yolculuğumu bugün anlayabiliyorum. O vakitler pek de farkında olmadan çocuk olmanın saflığı ya da genç olmanın getirdiği isyankârlıkla buraya kadar ulaştı. Şimdi anlıyorum ki her şey olması gerektiği gibi olmuş. O yüzden bugün çok memnun ve mutluyum. O yıllarda böyle ve tam tersi hissettiğim çok halim olmuştu.
- Oyunculuk aşkınız komedyenleri izlerken başlıyor. Siz de komik misinizdir? Güldürmekten hoşlanır mısınız?
Evet ilk izlediğim tiyatro oyunu komedi içerikliydi, çok farklı bir tarafımı uyandırmıştı. Ondan sonra gönlümde hep yeri oldu, hiç çıkaramadım. Sonra bu istek, hafıza, unutmama hali beni buraya kadar getirdi. Gülmekten çok zevk alırım çünkü gülmek hakikat ile ilgilidir yani gerçekle. Gerçek olan her şey memnun etmeli insanı. Komik olduğumu söyler yakınlarım hatta ilk tanıştığım insanlar da söyler.
- Siz en çok nelere gülersiniz?
Kendi sersem hallerime çok gülerim. Bir de insanların sersem hallerine. Çünkü kendi gibi olmaya çalışırken sersemler insan, toplum ve aile baskısından uzak, tabularını yıkıp kendi olmaya ilk başladığı anlarda bir sersemlik çıkar ortaya, işte en çok o an gülümsetir beni. Çünkü o çok saf ve samimidir.
- Kendinizi anlatırken kariyerinizin ilk yıllarında şımardığınızdan söz ediyorsunuz. Bu farkındalığa nasıl ulaştınız? Kendinizi şımarmış halde yakaladığınızda ne hissettiniz?
Bildiğim bir şeyi bilmiyormuş gibi davrandığım anda fark ettim ve ilk hissettiğim şey utanmaktı. O içgüdüsel bir dürtüydü ve beni kendimle alakalı başka neler yapıyorum ya da yapmıyorum arayışına itti. Nasıl anlatılır bilmem ama herkes her an bu halleri yaşıyor. İşte o anlarda bu hallerinden kaçmaz ve samimi bir şekilde kendisiyle uğraşmaya başlarsa, geçmişe yönelik birçok konuda muazzam bir muhasebeye girer ve kişi korkmadan devam ederse bu durumdan mutlak bir farkındalığa doğru yola çıkıyor.
- Kendinize olan yolculuğunuzda yaşadığınız bu dönemin payı var mı?
Evet büyük payı var...
- Bu dönem nasıl başladı peki, bir rehberiniz var mıydı, çok mu okudunuz?
Çok uzun süre yalnızdım, elimden geldiğince farkında devam etmeye çalıştım, çok okudum, çok gezdim. Kişi ne aradığını bilmezse bu gibi şeyler susuzluğunu gidermiyor. Eğer bir arayışın varsa sonunda bir yerde eşiğe geliyorsun, hiç bilmediğin daha önce deneyimlemediğin bir tarafınla karşılaşıyorsun. İşte o zaman ne isteyeceğini ve ne yapacağını bilmeli insan. Ben de mutlaka benden daha iyi bilen biri vardır hissi ile bir arayışa girdim elbet. Kendinden kendine olan bu yolculukta, daha önce kendisiyle tanışmış bir rehber şart. Tabii benim de bir rehberim, mentorum, babam diyebildiğim biri oldu çok şükür: Ali Osmay Güre. Onunla buluştuğum ve varlığının farkına varabildiğim için çok memnun hissediyorum. Burdan aldığım samimi dürüstlükle ümidim, herkese ulaşabilmek, herkesi gerçek ihtiyaçlarının farkına vardırmak ve gerçek özgürlükle tanıştırmak, bunun mümkün olduğunu biliyorum. Rehberlikle mümkün.
- Seyirciye sıcak geliyorsunuz, rol aldığınız diziler ilgi çekiyor, izleniyor. Seveniniz çok. Şeytan tüyünüz mü var?
Teşekkür ederim, iltifatınız hoşuma gitti. Mutlaka kendimden bir tarafla karaktere can vermeye çalışıyorum, belki bu olabilir. Bir de sevenlerimizin verdiği güçle. Onlar o kadar değer vererek izliyor ki ordan çok besleniyorum.
- Hırslarınız var mıdır?
Ümitlerim var..
- “Önüme çıkan ne varsa korkmaktan vazgeçtim” demişsiniz. Neydi bu korkular ve vazgeçmek nerede başladı?
Başkalarının korkularıymış onlar, şimdi anlıyorum. Aile büyüklerinin, konu komşunun, arkadaşın vs. Sonra baktım ben nelerden korkuyorum, onlara yoğunlaştım. İnsan şunu bilmeli: Sahip olmak veya ortaya çıkarmak istediği en güzel, en beğeneceği yeteneği korkularının altında gizli... İşte benim motivasyonum ilk keşfimle başladı. Korkularımla yüzleşme isteğimle...
- Aşkın Tarifi’nde bir şefi canlandırıyorsunuz. Yemek ve aşk birbiriyle ilişkili mi sizce?
Aşkın ilişkili olmadığı hiçbir şey yoktur. Bugün ne olduysa ama ne olduysa sebebi aşk... Aşk ince bir zevktir...
- Gastronomi okudunuz, bir dönem işletmecilik de yaptınız. Peki sizin dost sofranızda kimler var?
Soframda olmayı talep eden herkes, beni gerçekten tanımak isteyen herkes... Gittikçe artıyor ve bundan dolayı çok memnunum.
- Fırat’ın öfkeyle çıktığı yolculuk, onu bir Fransız restoranına sürüklüyor... Öfkeyle çıkılan yolculukların sonu hep böyle tatlı olmuyor. Öfkeyle aranız nasıl? En çok neye sinirlenirsiniz?
Artık öfke demekten vazgeçtim. “Celal” diyorum artık. Ve bu halimin altında hiçbir zaman kin, nefret olmuyor. O yüzden çok işe yaradığı yerler oluyor. Öfke, kontrolsüz ve sonucu da öyle oluyor. O zaman kimse memnun kalmıyor maalesef. Celal ise öyle değil. Ortamın ihtiyacını gördükten sonra herkes memnun kalır. Bu da deneyimle sabit bir his bende. Haksızlık celallendirir beni bir tek. Dayanamam haksızlığa. Ama önce hakkın ne olduğunu gerçekten bilmeli kişi yoksa sürekli “öfke”lenebilir...
- Yaptığınız güzel hatalar var mı? Neler öğrendiniz o hatalardan?
Tüm hayatımı o hatalara borçluyum. İyi ki yapmışım dediğim o kadar çok hatam var ki çok şükür. En küçüğünden en büyüğüne hepsinden memnunum ama o vakitler böyle düşünemezdim. O yüzden kimse korkmasın! Her şey, hepsi geçiyor. Mesele, geçmeden fark etmek...
- Gezegeni iştahla kemiriyoruz. Siz de diyorsunuz ki “Ne kadar az şeye ihtiyacımız olduğunu anladım”. Peki nelere ihtiyacımız var ve nelere ihtiyacımız yok?
Çok geniş bir bakış açısıyla detaylı anlatmak isterdim. Bu konuyu günlerce anlatırım lakin burda özet geçmeye çalışayım:
İnsanın daha fazla eşyaya ihtiyacı yok mesela (telefon, araba, koltuk, bardak vs.), bunların hepsi dayatma. Bu dayatmanın yarattığı çöplüğün ceremesini hep beraber çekiyoruz. Allah aşkına artık bir “şey ” almayı bıraksak ne değişir hayatımızda ya da değişmez. Bana göre ilk gerçek ihtiyaç insanın kendisini tanıması. Ben kimim ve gerçekten ne istiyorum diye sorabilmesi... Komşum ne düşünür, arkadaşım beni kabul etmez, toplumda kabul görmem diye ihtiyacımız olmayan o kadar çok eşya alıp değiştiriyoruz ki artık ipin ucu kaçtı. Bir diğer gerçek ihtiyaç ise koşulsuz sevgi, giydiği, aldığı, sattığı ile ilgilenmeden, sadece insan olduğu için koşulsuz sevebilmek. Ve bu mümkün..
- Setiniz olmadığı zaman kafanızı nasıl boşaltıyorsunuz?
Dostlarıma sofra açarak.. yemek kotararak, muhabbet ederek...
- Tanımadığımız Kadir Doğulu kim, herkese göstermediğiniz bir yüzünüz var mıdır?
Var tabii, herkesin vardır. Ben artık göstermenin yöntemlerini geliştirmeye
başladım ama. Mesela çocuksu bir tarafım çok net çıktı ortaya. Bakalım daha neler çıkacak...
- Aşkın tarifi size çokça soruldu. Peki o aşkı ne bitirir?
Aşk bitmez... fakat görmezden gelinir, ne bileyim anlaşılmaz, kabul edilmez, üstü
örtülür. İşte hayatta mutsuzluk diye bilinen ne varsa da bu yüzden ortaya çıkar..