Kadın düşmanlığı olmasa erkek düşmanlığı da olmazdı

Pauline Harmange'ın blogundan ortaya çıkan kitabı Erkeklerden "Nefret Ediyorum" Fransa'da küçük bir yayınevinden çıktı. Kitap o kadar büyük ilgi gördü ki şimdi Amerika dahil 17 ülkede yayınlanıyor.

Ebru D. Dedeoğlu

Pauline Harmange "Erkekleri sevmeme hakkımız da olmalı" diyor ve ekliyor: Erkekler kadınlardan nefret ettiklerini söyleyebiliyorlar ve uzun süre de o şekilde hareket edebiliyorlar, fakat iş kadınlara geldiğinde bizler her zaman nazikçe gülümsemeli ve erkeklere dayanmalıyız. Kadınlar ne zaman statükoya karşı isyan etse, bir ters tepki oldu.

- Gerçekten erkeklerden nefret mi ediyorsun yoksa güven mi duymuyorsun?

Evet. Yoksa “Erkeklerden Nefret Ediyorum” isimli bir kitap yazmazdım, değil mi?

- Evet ama kitabın içeriğinde nefret yok dopdolu bir içerik var. Peki kitabın ismi insanları neden bu kadar kızdırdı sence? Prokatif bir isim daha da dikkat çekmesi için mi düşünüldü?

Provokatif bir kitap ismi evet ama sadece ismiyle dikkat çeken bir kitap değil. Kitabın içeriği de isminin hakkını veriyor. Tabii ki kitap ismi insanların dikkatini çekmesi için seçildi. Kitap çıktıktan sonra kadınların hâlâ genel olarak erkeklere karşı güçlü olumsuz duygular beslediğini, alenen beyan etmesinin de tabu olduğunu fark ettim. Erkekler kadınlardan nefret ettiklerini söyleyebiliyorlar ve uzun süre de o şekilde hareket edebiliyorlar, fakat iş kadınlara geldiğinde bizler her zaman nazikçe gülümsemeli ve erkeklere dayanmalıyız. Kadınlar ne zaman statükoya karşı isyan etse, bir ters tepki oldu.

- 10 yıldır aktif feminist yazıları yazıyorsun. Blog yazmaya nasıl başladın? Yayınevi yöneticileri blog yazılarından seni keşfetti değil mi?

Blog yazmaya her ergen gibi ben de 2000’li yılların başında başladım. Üniversiteye döndüğümde bu işi daha da ciddiye aldım ve yazmaya odaklandım. Uzun süredir roman yazmak istiyordum. Fransa’da 2019 yazında aktivist çevrede çokça tartışılmış bir konu olan feminist tükenmişliği hakkında blogumda bir yazı paylaştığım sırada yayınevim de blogumu birkaç aydır takip ediyormuş. Bana ulaştılar ve erkek düşmanlığı hakkında bir kitap yazma fırsatı için teklif sundular. Ben de kabul ettim

- Kitabının ilk baskısı küçük bir yayınevinden sadece 400 adet basıldı. Ancak daha sonra kitabı okumadan sadece isminden hareketle devlet yetkilileri kitabını sakıncalı buldu. Ve ağır saldırılara maruz kaldın. Büyük de bir linç kampanyası başlatıldı. Biraz o günlere dönelim mi? Neler hissediyorsun bu insanlara karşı? Bu haksızlığa karşı kendini nasıl savundun?

Burada bir düzeltme yapayım; bir hükümet çalışanı kendi kendine, bakanlığın desteği olmadan, yayınevimi dava tehdidiyle korkutup kitabımı raflardan geri çekmeye karar verdi. Enteresan şekilde daha sonra bakanlığın bir temsilcisi bu konuyla ilgili bağlantılarını inkar etti, ancak ben bu inkarın temelde yetkinin kötüye kullanımının ağır kınanmasından yoksun olduğunu düşünüyorum. Ancak yine de şiddetli bir online istismarın hedefi oldum ve hâlâ da devam ediyor. Kitap başta düşünüldüğünden çok daha fazla popüler olunca olumsuz bir tepkiyle karşılaşacağımı biliyordum. Kadınlar konuşmaya cesaret edince de ne olacağını bilmeye yetecek kadar uzun süredir çevrimiçi ve feminist bir hayatım oldu. Bir süre sosyal medyadan uzaklaşmayı tercih ettim, sonra da işi “sosyal medya güvenliğini sağlamak” olan bir moderatörle çalışmaya başladım.

- Halbuki kitabın şu an Amerika dahil 17 farklı ülkede yayımlanıyor. Her yerde okunuyorsun? Engellendikçe büyüdün sanki?

Bir memurun yaptığı aptalca şey yüzünden kesinlikle devasa bir Streisand etkisi yaşandı. Bu kitabın veya bu kadar küçük bir skandalın böylesine ilgi çekeceğini gerçekten hiç düşünmemiştim. Bir süre kitabın üzerindeki bu ilginin büyük kısmı sansür tehdidine yönelikti. Tabii insanlar bu kadar sesin neden çıktığını, neredeyse yasaklanmış bu kitabın sayfaları arasında neyin saklı olduğunu bilmek istediler (bir şekilde, bazı okuyucuların hayal kırıklığına uğradığını düşünüyorum, çünkü bu kitap aslında şiddet tonlu bir ağız kalabalığı değil). Şimdi ilgi biraz dağıldıkça kitabın mümkün olan her yolla dünyadaki erkek egemenliğini yıkmaya ve öfkelerini geri kazanmalarına dair çabasına hitap ediyor.

- Misandry, sıklıkla feministlere yöneltilen bir suçlamadır. Sen nasıl tanımlıyorsun?

Erkek düşmanlığı (misandry), genel olarak erkeklere yönelik olumsuz hisler ve  hepimizin içinde yaşadığı erkek egemen rejimde, kadınların erkekler tarafından maruz bırakıldıkları sistemik zulme meydana okumaktan, aleni düşmanlığa kadar uzanan geniş bir spektrum olarak tanımlanabilir.

- I Hate Men’de günümüzdeki erkek egemenliğini kendi gözlemlerinden aktarıyorsun. Her bölüm, kız kardeşlik, kadın düşmanlığı ve heteroseksüel ilişkilerin tuzakları gibi temalardan oluşuyor. Bu kitap neden bu kadar yanlış anlaşıldı? Ben okurken keyif aldım sakıncalı bir taraf da göremedim açıkçası.

Kitap hakkındaki olumsuz yorumların çoğunluğu kitabı okuma zahmetine girmemiş çoğu erkeklerden oluşan kişilerden geliyor. Kitabın ismini, belki de özetini ve bazen de gazetede çıkmış nefret dolu bir yazıyı görüyorlar ve kitap hakkındaki fikirlerini bu yetersiz bilgilere dayandırıyorlar. Bana sorarsanız kitap yanlış anlaşılmış değil. Şu an olan şey, erkekler, kadınların söz dinlemeyi bırakmalarından hoşlanmıyor. Bu da en büyük kanıtı.

- Kadınların öfkesini ifade etme hakkını savunuyorsun ve kendi öfkenin de nedenlerini anlatıyorsun, tamam da.. bundan sonra ne olacak? Sence bir şeyler değişecek mi?

Öfke olmadan hiçbir şeyin değişeceğine inanmıyorum. İtici güç olarak öfkeye ihtiyacımız var. Peki bundan sonra ne olacak? Devrim, umarım. Toplumumuzda o kadar çok şey yozlaştı ki, birçoğumuz acı çekiyoruz. Unutmayalım ki tarihi değiştiren tüm devrimler hiçbir zaman bir şeylerin kibarca talep edilmesiyle gerçekleşmedi.

- “Birazcık kafa yorsak, erkeklerden nefret etmek için çok daha fazla neden bulursunuz” diyorsun. Nedir bunlar? Peki erkekler, onlar, neden kadınlardan nefret ediyor? Düşmanlıklar arasındaki fark nedir?

Bu soruyu kitabımda da soruyorum: neden erkekler kadınlardan nefret ediyor (küçük görüyor, istismar ediyor ve aşağılıyor?) Bilemiyorum. Kadınların erkekler tarafından yapısal bir şekilde bin yıldır baskı görmesini açıklamaya yetkin değilim. Ama bildiğim bir şey var; o da erkek düşmanlığının iktidar sahibi olan veya sadece umursamayan erkekler tarafından bize ve atalarımıza yaşatılan bu zulmün ve istismarın bir sonucu olduğu. Kadın düşmanlığı olmasa erkek düşmanlığı da olmazdı.

- Bekâr ve çocuksuz kadınların daha mutlu olduğunu, yanlış erkekle mutsuz olmaktansa, yalnızlığı seçme hakkımızın olduğunu vurguluyorsun. Halbuki biz kadınlar yüzyıllardır yalnız kalmaktan korkuyoruz, endişeleniyoruz. Toplum tarafından zayıf ve güçsüz hatta acınası görülüyoruz. Gücümüzü nasıl farkına varacağız? Bunu değiştirmek ne kadar mümkün?

Bence, kendimizi tanımlama şeklimizi değiştirmeliyiz. Amerikalı, kadın hakları savunucusu Bell Hooks’u okurken “erkekler tarafından tanımlanan kadınlar”a karşılık “kadınlar tarafından tanımlanan kadınlar” ifadesine rastlamıştım. Kitapta erkeklerin hakkımızda ne düşündüklerini çok umursamadan diğer kadınların gözünden kendimizi tanımlamaya çalışma fikrinden bahsediliyordu. “Kadın bakışı” konseptine de konu bu noktada bağlanıyor. Hayatlarımızdaki “erkek bakışı”nı terk etmek bizi bu dünyaya erkekleri memnun etmek için gelmiş nesneler yerine kendi hayatımızın öznesi yapıyor.

- Feminist olduğunu iddia eden bazı erkeklerin gerçekte öyle olmadığını bunu kullandığını düşünüyorum. Kitabında benzer satırları okuduğumda mutlu oldum. Feminist olduğunu iddia eden erkekler özellikle eğitimli kesimde feminist kadınları tavlamak ya da faydalanmak için numara mı yapıyor?

Evet, genelde böyle olduğunu düşünüyorum. Gitgide daha fazla kadının erkeklere karşı (haklı olarak) temkinli hale geldiğini ve feminizmin daha da trend olduğunu düşünürsek, erkekler feminist rolü oynayarak kadınların kendilerini korumak için ördükleri duvarı yıkmasını sağlıyor. Cinsel istismarın büyük bölümünün tanıyıp güvendiğimiz erkekler tarafından gerçekleştirildiğinin farkında olmak, erkeklerin “feminist” görüntüsü arkasında istismarcı davranışlarını saklarken ne kadar tehlikeli olabileceklerinin altını çiziyor.

- Evlisin ve anladığım çok sevdiğin bir kocan var. Herkes kocanı merak ediyor hatta arama motorlarında “Pauline’nin kocası” en çok arananlar arasında. Biraz evliliğinizi anlatır mısın?

Eşim hakkında çok konuşmak istemiyorum, çünkü fark ettiğin gibi, gözler üstünde ve onun mahremiyetini korumak istiyorum. Ancak şu kadarını söyleyebilirim, ilişkimiz 10 senedir yürüyor, çünkü Bell Hooks’un “Herkes Feminist Olabilir” adlı kitabında bahsettiği ataerkil sistemin dışındaki sevgiden konuşurken sıraladığı tüm unsurlar konusunda eşimle uzlaşıyoruz: “ilgi, bağlılık, bilgi, sorumluluk, saygı ve güven”. İlişkimiz sahiplenme veya kontrol duygusuna değil, birbirimizin dostluğuna karşı duyduğumuz şükran ve karşılıklı saygıya dayalı. Hem çok değerli, hem de çok emek istiyor ki bunu ikimiz de eşit miktarda gösteriyoruz.

- Aşk cinsiyetsizdir, ülkesizdir ve hiçbir ayrımcılığa izin vermez. Peki neden bu zorbalık?

İnsanlar ataerkilliğin kendileriyle partnerlerinin arasına girmesine, ilişkilerinin içine sızmasına izin veriyorlar, çünkü başka bir yol bilmiyorlar veya baskın bir duruştan nasıl fayda sağlayabileceklerinin farkındalar. Kulağa ne kadar üzücü gelse de birçok insan sevgiyi sahiplenmeyle, kontrolle, baskı ve zulümle karıştırıyor. Ancak bu değişirse ilişkiye başlayan her iki insan da tatmin duygusu ve mutluluk, destek ve bakımda eşit şansa sahip olabilir.

- Tüm dünyada kadına şiddet artarak devam ediyor. Ülkemizde de son alarak kadınların haklarını koruyan İstanbul Sözleşmesi iptal edildi ve artık daha savunmasız haldeyiz. #MeToo hareketinden sonra sesimiz artık daha çok duyuluyor ama gerçek anlamda bu şiddet ne zaman duracak sence? Devletler bu şiddeti önlemek yerine neden kadına olan nefreti görmeyip büyütüyorlar?

Çok umut verici olmayabilir ancak şunu fark ettim, #MeToo hareketi kadınların seslerinin daha güçlü çıkmasını sağladı ama bu illa da erkeklerin ve iktidarda olanların kadınları dinlemeye daha çok gönüllü oldukları anlamına gelmiyor. Ne zaman güçlü bir feminist dalgası olsa, ters tepkisi de arkasından eşit ve hatta daha güçlü geliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de iptal edilmesinden bahsettin. ABD’de de kürtajı sınırlamak ve yasaklamak üzere çeşitli eyaletlerde 500 kanun taslağı sunuldu. Fransa’da tecavüzden suçlanan bir adam İçişleri Bakanlığı’na terfi etti. İktidar şu an dünyada çoğunlukla erkek. Erkekler alışkın oldukları gücü kaybetmekten korkuyorlar ve bence kadınların bu gücü ellerinden alırlarsa o gücü bizim onların bize karşı kullandıkları gibi korkunç şekillerde kullanacağımızdan da korktuklarını düşünüyorum. Bu tuhaf kehanetin gerçekleşeceğine inanmıyorum çünkü feministlerin aslında yapmaya çalıştığı şey bu sakıncalı sistemi ortadan kaldırıp yeni bir toplum ortaya çıkarmak. Ancak bu o kadar çok şey söylüyor ki, onlar da korkuyor. O yüzden iktidardaki erkekler bu şiddeti engellemiyor, aksine olmasına izin veriyorlar, şiddeti teşvik ediyorlar, çünkü onların ataerkil gündemlerine uyuyor.

- Belki de biz kadınlar devletlerin üst kademesinde daha çok yer alarak, kadın haklarını akıllı ve gerçekçi çözümlerle sonuçlandırabiliriz. Peki neden cesur değiliz? Kendi gücümüzü henüz farkında değil miyiz?

Kadınlar çok cesur. Ancak hareketlerin sınırlandığında “cesaret” anlamını kaybediyor. Konu yalnızca kendi gücünün farkında olmaktan ibaret değil, evet o da var ama başka dinamikler de söz konusu. Kadınların erkek egemen bir toplumda herhangi bir güç yapısının başına geçmeleri inanılmaz derecede zor. Çok daha fazla çalışmamız, kariyerimiz (politik olsun ya da olmasın) ve özel hayatlarımız arasında denge kurmamız gerekiyor, çünkü çocuk bakımı ve ev işlerinde ana sorumluluk hala kadınlarda. Durum böyle olunca kendimizi bu zorlu yarışa, cinsel veya cinsiyetçi tacize karşı hazırlamamız gerekiyor ve erkekler bizi üst kademelerde görmek istemiyorsa, oraya ulaşmamızı önlemek adına ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak bir anarşist olarak, yalnızca üst kademelere çıkmaya çalışmamamız gerektiğine inanıyorum. Radikal antikapitalist feministler üst kademelere çıkmak için her zaman diğer insanların üstüne basmamız gerektiğini söylerler. Örneğin, zengin kadınlar genelde sosyal açıdan sınıf atlamak için beyaz olmayan yoksul kadınların üzerine basarlar. Ben bunu istemiyorum ve uzun vadede bunun kadınların işine geleceğine de inanmıyorum. Erkek egemen kapitalist sistem hileli oyununda herkesin kazanmasına izin vermeyecektir ve yalnızca yüzde 99 kaybedene karşılık yüzde 1 kazanan olacaktır. Ben o yüzde 1’lik kesimden olmak istemiyorum; ben daha farklı, daha adil bir oyunda oynamak istiyorum.

- Son olarak biz kadınların üzerinde baskılar gün geçtikçe daha da artıyor. Güzellik , güzel görünmek, zayıf olmak ve erkeklerin beğenisiyle onaylanmak. Hepimizin zayıf noktası. Ama artık değişiyor. Bunu farkına varıp HAYIR diyebiliriz. Bunu nasıl başaracağız? hangi duygularımızı doyurmalız ki yenik düşmeyelim. Sen nasıl başardın?

Zor bir iş, bunu inkar etmeyeceğim. Kendimizi görmemin, kendimiz olmanın yepyeni bir yolunu öğrenmemiz gerekiyor. Benim için bu nispeten daha kolay oldu çünkü ben hiçbir zaman güzellik standartlarına uymadım ve her daim biraz tembeldim. Örneğin makyaj yapıp saçımı düzleştirmektense yarım saat daha fazla uyumayı tercih ettim. Zor olan şey değerli hissetmek için vahim bir şekilde erkeklerin onayına ihtiyacım olduğunda o onayı almamış olmamdı. Ancak feminist olmak bana kendi değerimin erkekler için bir arzu nesnesi olmakla hiçbir alakası olmadığını fark ettirdi. Elimizden gelenin en iyisi yapmaya çalışan insan olmak yeterli olmalı, değil mi? Ben de çevremi benzer düşünen insanlarla doldurdum, bu biraz zaman aldı ama sonrası daha kolay oldu. Bu nezaket ve açık fikirlilik balonu içinde, dünyanın zorluklarıyla savaşacak ve daha iyi bir toplum inşa edecek gücü buluyorum.