İzleyip bu derde ortak olun, istiyorum

Görkem Şarkan için oyuncu, yazar, senarist ve müzisyen gibi sıfatlar kullanabilirsiniz ama o kendisine sadece insan sıfatını yakıştırıyor. Bu genç adam şimdilerde senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği ilk uzun metrajlı filmi “Nergis Hanım”la 33. Istanbul Film Festivalinde Seyfi Teoman En İyi İlk Film ödülünün sahibi oldu.

Nermin Geyik/ Cumhuriyet
 
Alzheimerli anne ve ona bakan oğlunun hikayesinin anlatıldığı “Nergis Hanım”, Görkem Şarkan'ın ilk uzun metrajlı filmi. Bu film Şarkan'a 33. İstanbul Film Festivali'nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film ödülünü getirdi. Sahnelerde ve ekranlarda görmeye alışık olduğumuz Şarkan, bu filmde yönetmen koltuğunda. Settar Tanrıöğen, Zerrin Sümer, Begüm Akkaya ve Faruk Barman'ın yer aldığı filmde Şarkan, toplumsal olarak rahatsız olduğu noktaları bir film aracılığıyla herkese göstermek istediğini söylüyor.
 
- “Nergis Hanım” bir anne-oğul hikayesini anlatıyor. Ancak sıradan, kutsanmış aile öğretisinin dışında bir anlatı bu. Bu hikayeyi oluşturmaya nasıl karar verdiniz? 
 
Emekli maaşıyla geçinen bir anne ve oğlunu anlatıyor film, anneden kalan eski bir evde oturuyorlar. Onları bir arada tutan şey de bu mülkiyet zaten. Anne alzheimer, oğluyla ortak bir geçmiş kuramıyor ama oğlu annesine bakmak zorunda. Bu öğretilmiş, öğrenilmiş bir görev. Bu toplumsal baskı, vicdanla ilgili kendine koyduğu sınır, tabu; benim canımı sıkıyor. Diğer yandan hepimizin günlük hayatta denk geldiği buna benzer şeyler vardır. Hasta anne ve oğlu aynı evde kalır ve evlat anneyi döver, seslerini duyarız ama müdahale etmeyiz, onları terk ederiz ve bu terk edişte bahanemiz hazırdır; "aile işlerine karışılmaz". En önemlisi de onlar bizden değil, düşüncesi. Çünkü aile sadece kendi mensuplarını önemsemeyi ve gözetmeyi salık verir. Ben bunlardan rahatsızdım ve böyle bir hikayeyle rahatsızlığımı görünür kılmak istedim.
 
- “Nergis Hanım”, ilk uzun metrajlı filminiz. Bu filmden beklentiniz nedir ya da anlatmak istediğinizi aktarabildiniz mi?
İçimde soyut olan bir şeyi somutlaştırmak dışında bir derdim yok. Filmden tek bir beklentim var, umarım kendi içimdeki derdi yeterince görünür kılabilmişimdir. Filmi izleyenler de bu derde ortak olurlar. 
 
-Set süreci nasıl geçti? Settar Tanrıöğen ve Zerrin Sümer ile çalışmak nasıldı?
Oyuncularla senaryoyu paylaştığımda senaryoyu ve niyetimi sahici buldular. Benim yapmak istediğim şeye inanıp ortak olmak istediler. Bu ortaklaşma işimi çok kolaylaştırdı. Setin ikinci gününde Gezi olayları patladı, ülke karıştı. Hepimiz bu sürece dahil olmak istedik ve seti dört gün durdurduk. Psikolojik olarak zor bir dönem yaşadık. Settar Tanrıöğen, Zerrin Sümer, Begüm Akkaya, Faruk Barman; bu saydığım oyuncuların oyunculukla ilgili gerçekten bir dertleri var. Meslekleriyle ilgili kafaları net. Filmde sorunsuz bir şey varsa o da oyunculuk bence.
 
-Filminiz 33. film festivalinde yer aldı. Üstelik daha ilk uzun metraj filminizle ödül bile aldınız. Filmi içinizdeki derdi görürünür kılmak için yaptığınızı söylediniz, ama ödül beklentiniz mutlaka vardır. Neler hisettiniz ödülü aldığınızda?
Ödül beklemiyordum, fakat ödül almayı ümit ediyordum tabii. Çok iyi bir his elbette, takdir edilmenin her türü insani iyimser yapar... Ben bir şey hayal ettim ve bunu insanlara da aktarmak istedim. Festivalde bu film görünür oldu, insanlar gördü ve derdimi paylaştılar. Bu bana mutluluk veriyor. 
 
-Bu ödül sizi sinema için cesaretlendirdi mi? Başka filmler de görecek miyiz?
 Eylem, onaylanma beklentisi ya da ihtiyacı duyuyorsa, o eylemi gözden geçirmek gerekir. Eğer beni harekete geçirecek yeni bir şey doğarsa içimde ve o şey biçim olarak sinemaya uygun olursa, film yapmak için elimden geleni yaparım. 
 
-Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkileri dördüncü yılında bırakıp konservatuvarda tiyatroya girdiniz. Buna nasıl cesaret ettiniz, karar verdiniz?
On bir, on iki yaşlarında müzik eğitimine başladım. Ama asıl eğitim işin içine girince, sanat dalları hobi olarak yapılacak işlermiş gibi gözüküyor. Tüm ailelerde bu tür refleksler var. Ben de müzik okuma hayaliyle başladım, ama siyaset bilimi okurken buldum kendimi.
 
-Tiyatroya ilginiz olduğunu nasıl fark ettiniz?
Neden siyaset okuyorum dedim ve bırakmaya karar verdim. Okuldan kaydımı aldım ve ne yapacağımı düşünürken Kenter tiyatrosunun önünden geçtim, ilgimi çekti, oradakilerle konuştum. Aklımda tiyatroyla ilgili bir fikir oluştu. İki buçuk aylık eğitimler vardı ve buna katılmak istedim. Daha sonra konservatuvar sınavlarına girdim. Konservatuvarı da altı senede bitirdim.
 
-Türkiye'de diziler, filmler basit işlermiş gibi görülür, yeri geliyor biz bile kendi işlerimizi küçümsüyoruz. Sizce bizim eğlence sektöründeki eksiklerimiz neler?
Bu aslında bir tür oryantalizm. Batılılaşma hamlesi bize şunu zerk etti; kendi coğrafyamızın kültürünü dışlamak ve onu zamanın ruhuna taşımaktansa yok saymak. Kendi kültürümüzü dışlayıp "batıya benzemeye" gayret ettik. Bu coğrafyaya ait bir aydınlanmanın peşine düşmektense, batılılara benzeme derdine düştük.
 
-Popüler gündemin sorunu; Twitter. Kapatıldı, açıldı. Tekrar kapanabilir, denildi. Tiyatrolar da tahrip ediliyor. Bir tiyatrocu olarak bu özgürlük karşıtı gündem sizi de rahatsız etmiyor mu?
Öncelikle ben bir tiyatrocu veya bir erkek gibi bakmıyorum hayata, eko sistemin içindeki herhangi bir canlıyım. Benim sorduğum soru; ben neden böyle bir özgürlüğe ihtiyaç duyuyorum; Bunu kısıtlayan da neden bu özgürlüğü tehlikeli buluyor? Bu eylemlerin kökenlerini tartışmalıyız. Yasaklamalar beyhude çabalar.
 
-Tiyatro sahnelerinde görüyoruz sizi, bunun haricinde senaryolarınız var, müzikle ilgileniyorsunuz, şimdi de yönetmenlik. İşiniz ne desem, nasıl tanımlarsınız?
Oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik, müzisyenlik yapıyorum, evet, ama bunlarla kendimi tanımlamıyorum. Bu enstrümanları kullanmak için çalışıyorum aslında. Anlatmak istediğimi elimdeki enstrümanlarla anlatmaya gayret ediyorum.