İnsanlık Hitler'den ders çıkardı mı?
Irkçılığın yeniden dirilmesi, geniş kesimlerin bu duyguyla uyuşması, bize açıklıkla gösteriyor ki, yanıt olumlu değil. Bencillikle ırkçılık arasında mesafe çok kısa. Kişi salt kendini düşünür oldukça zalimleşiyor.
Enver Aysever/Kurşunkalem1.
Haffner’in “Hitler Üzerine Notlar”ını da okudum. Haffner liberal biri. Her liberalde olduğu gibi Stalin ile Hitler eşitlemesi yapması sevimsiz. Bu saçmalığı kenara koyarak söylüyorum, dikkate değer saptamaları var.
İlkin Hitler’in temel zaafının devlet adamı olmamasından kaynaklandığını saptıyor. Büyük adamların devletlerin ömrünü kendi yaşamlarıyla sınırlı tutmadıklarını, oysa Hitler’in, kısacık ömrüne dünyaya egemen olacak ulus yaratmayı sığdırmak istediğini söylüyor. Bu hırs, kibir hata yaptırıyor elbette.
Kitapta ilginç olan saptama Hitler’in en büyük zararı Alman halkına/ulusuna verdiğini söylemesi. “Soykırım sonunda Yahudiler devlet sahibi oldu”, “Sovyetler güçlendi, iki kutuplu dünyanın liderlerinden biri oldu” diyor. “Oysa Hitler halkına düşmandı ve onları hem öldürdü, hem de onurlarıyla oynadı” diyor. Tartışmalı ama değerli saptama.
2.
Haffner özellikle Nürmberg mahkemeleri üstüne eleştirel tutum takınıyor. Mahkemelerin gerçek suçu, suçluları açığa çıkarmak şöyle dursun, bir çeşit mağduriyet savladığını söylüyor. Halkı olabilir. “Savaş mahkemesiyse eğer bunlar, yenenlerin egemenliği, yani hukuku belirleyici olur.” tezi düşünmeye değer. Bir de yazar, Hitler’in dalga geçildiği gibi kaçık olmadığını askeri ve siyasi olarak fevkalade yetenekli olduğunun altını çiziyor ki, bu da dikkate değer.
Kitabın bir yerinde Hitler’in işgal ettiği ülkelerin halklarının nasıl eğitim alacağı yönündeki siyasetini anlatıyor. İlkokul eğitimiyle sınırlı kalacak çocukların, ileride Alman ırkına hizmetçi olması temel ilke. “Pis işleri onlar yapacak, bilim, sanat, felsefe ile üstün Alman ırkı ilgilenecek.” Kabaca tarif bu!
Düşündüm de; savaş sonrası Almanya’nın işgücü gereksinimini büyük ölçüde bizim insanımız karşıladı. Çoğu kısıtlı eğitim almış insanlardı. Yani o pis işleri yaptılar. Hüzünlendim.
Bertolt Brecht ve Helene Weigel
3.
Bertolt Brecht ve Helene Weigel aşkı üstüne Carola Stern’in yazdığı çalışmayı okudum. Nazilerden kaçmak zorunda kalan tutkulu bir şair, dram yazarı, komünist Brecht. Dalgalı ruhu, çarpıntılı aşkları var, ancak Weigel ömrünün sonuna dek hep yanında. Büyük insanların yaşamına yakından bakınca zaafları görülür, hatta “iyi ki tanımamışım” der kişi bazen; ancak bu insanları kaleme alırken hangi ölçülerle bakılacağı önemlidir. Aynı tartışma uzun yıllar Nâzım için de yapılmadı mı?
Bertolt sert eleştirilirken, esasen onunla aşk yaşayan, yaşamını adayan kadınlar da hafife alınmış, aşağılanmış olmuyor mu? Çaresiz kaldıkları için mi bu dahi adamın peşindeydiler, yoksa tercihleri miydi onunla olmak? Stern elbette dilediği yorumu yapma hakkına sahip, ancak burada da karşımıza çıkan ve sıkça altı çizilen Stalin/Hitler eşitlemesi kuşkumu arttırıyor. Komünizm düşmanlığı, sanki Bertolt Brecht’e bakışını da doğrudan etkilemiş, Marianna Kesting’in “Brecht” kitabı da okunmalı.
4.
Hitler’in Yahudi düşmanlığı zaman daraldıkça hız kazanır, büyük insanlık suçu işler, Haffner’in Nürmberg Mahkemeleri ile ilgili eleştirisi şu bağlamda ilginç; “mahkemeler doğru biçimde yargılama yapamadı” diyor. İnsanlığa ait suçların dönemin koşullarını aşan sorunlulukla yargılanması gerektiğini söylüyor. “Eğer siyasal iklim yargılamalarda etkili olursa, yargılananlar lehine bir durum ortaya çıkar, tartışmalı hal alır” diyor.
Burada, yine komünizme dair gönderme olduğu görülüyor. Bir yandan Haffner’in zamanın ötesine geçecek ölçüler aramasına hak verirken, öte yandan komünizm düşmanlığının da onun değerlerini etkilediğini görüyorum. Benzer durum Stern için de geçerli, Brecht’in Sovyetler Birliği’nde olan biteni gördüğü halde buna kılıf bularak: “Çocukluk hastalığı” dediğini vurguluyor örneğin. Bir çeşit suç ortaklığı yaptığını ima ediyor.
Nedense Stalin’in Hitler’i durduran, yenen adam olduğu hep gözden kaçırılıyor.
5.
Brecht Nazilerden kurtulmayı başarıyor, ömrünü Almanya’da tamamlıyor. Maalesef büyük düşünür Walter Benjamin onun kadar talihli değildi. Kaçarken kıstırıldığını anlayınca intihar ediyor. Öyküsü can yakan türden… Daha insanlığa söyleyecekleri vardı oysa. Tek Yön’de ki şu cümlesi aklıma kazınmıştır:
“Taraf olmayan susmalıdır.”
6.
“İnsanlık Hitler’den ne gibi dersler çıkardı?” sorusu günceldir. Zamanla esas soru belirir: “Çıkardı mı?”
Irkçılığın yeniden dirilmesi, geniş kesimlerin bu duyguyla uyuşması, bize açıklıkla gösteriyor ki, yanıt olumlu değil. Bencillikle ırkçılık arasında mesafe çok kısa. Kişi salt kendini düşünür oldukça zalimleşiyor. Dahası; yaratıcı insan için –sanatçı, yazar, bilimci- kalabalıklar tedirgin edici.
Bencilikle, özgürlük farkını kavramak gerek.
7.
Tarihin rüzgârı sert esiyor yine. İnsanın kendini yalnız, biçare bulması doğal bu süreçte! Bir yanıyla yaşam eve sığarsa da, öte yandan bu tutsaklık günlerini iyi anlamak gerekli. Sadece elimize kelepçe, ayağımıza pranga bağlı değil. Yalnızlık duygusu düşünme gereksinimi duymayan kalabalıklardan kaynaklanıyor.
Sayıklar dururum; “Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil”