'İnsan hakları için ayağa kalkmalıyız'
Britanyalı ünlü tarihçi ve yazar Timothy Garton Ash, The Guardian’daki yazısını dayanışma amacıyla gazetemizle paylaştı. Ash, dünya üniversiteleri ve yurttaşlarına, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın operasyonlarının kurbanlarını yalnız bırakmayalım” çağrısında bulundu.
cumhuriyet.com.trBu gazete Türkiye’de basılıyor olsaydı yazarın adı ve fotoğrafının altında büyük puntolarla ‘124 gündür özgürlüğünden yoksun’ yazar ve altı tümüyle boş kalırdı. İşte ülkenin en önemli hayatta kalan muhalif gazetesi Cumhuriyet, hapisteki yazarlarının köşelerini düzenli olarak böyle yayınlıyor ve hapisteki günlerin çetelesi tek tek artıyor. Aynı zamanda Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Yönetim Kurulu üyesi olan önde gelen köşe yazarı Kadri Gürsel’den geçende “Hepinize Silivri Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu 9 No’lu Cezaevi B Blok 25 No’lu koğuştan selam ve sevgiler” diye başlayan ve bizi duygulandıran bir mektup geldi.
Karanlığa yolculuk
Bugün Türkiye’ye yolculuk etmek karanlığa yolculuk gibi: On binlerce memur ve binlerce akademisyen görevden alındı, dünyadaki tüm diğer ülkelerden daha fazla gazeteci hapse atıldı ve tüyler ürperten bir korku sisi hüküm sürüyor. Türkiye’nin en ünlü gazetecilerinden Hasan Cemal’le konuştum. PKK ile ilgili araştırmacı haberi gerekçesiyle “terör örgütü propagandası yapmaktan” 15 ay tecilli hapis cezasının ardından bu hafta “cumhurbaşkanına hakaretten” 11 ay hapse daha mahkûm edildi. Türkiye’deki cezaevi koşullarını bana soğukkanlılıkla anlattı. Almanya’nın Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel tutuklandı. 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki Fethullah Gülen hareketinin örgütlenmesini ortaya çıkaran gazeteciler artık FETÖ’cülükten hapiste. Gürsel bizi duygulandıran mektubunda “Gariptir hakkımızda hiçbir suç delili olmadığı için suçluyuz” diyordu. Kafka şimdi hayatta olacaktı ki...
Öğrenciler sordu: Ne yapmalıyız?
Boğaziçi Üniversitesi’nde ifade özgürlüğüyle ilgili ders vereceğim salonun önünde öğrenciler dağıttıkları şekerlere “BÜ’de ifade özgürlüğü aylardır tehdit altında! Sessiz kalma!” yazıları iliştirmişti. Bana “Ne yapmalıyız” diye sordular. Keşke iyi bir yanıtım olsaydı. Aslında benim de iki acil sorum var. 16 Nisan anayasa değişikliği referandumu yaklaşırken Türkiye’de halihazırdaki siyasi sistemin en doğru tanımı nedir? İstanbul’da aldığım yanıtlar “mutlak otoriterlikten seçimli otoriterliğe” dek değişiyordu. Düzenli seçimlerle otoriter yönetimi temelden meşrulaştıran ikinci tip, Putin Rusya’sı ve biraz daha yumuşak tonda Orban’ın Macaristan’ında da var.
Hep 5. kol derler
Bu yeni nesil otoriterlerin repertuvarına çoktandır aşinayız. Oligarklar ve holdingler aracılığıyla sahibi oldukları medyayı kontrol edersin. (Geçende Doğan Grubu’na ait Hürriyet gazetesi, Nobel Edebiyat Ödüllü Orhan Pamuk’un röportajını referandumda hayır oyu vereceğini söylediği için yayımlamadı.) Her yere çekmeye müsait yasal düzenlemeler ağıyla herkese dava açabilirsin. (Halihazırda Türkiye’de hem OHAL KHK’leri hem de eski kötü yasalar yürürlükte.) Sindirilmiş yargı üzerinde siyasi kontrolü garantiye alırsın. Kendi milliyetçi anlatını televizyon ve sosyal medya üzerinden pompalarken bağımsız medya ve yerel STK’leri yabancı kaynaklarca finanse edilen Beşinci Kol olmakla suçlarsın. Ve daha bunun gibi...
Avrupa, Batı, liberaller
Anayasa değişikliği teklifi Erdoğan’a muazzam yetkiler vereceği gibi 2029’a dek cumhurbaşkanı kalmasını sağlayacak. İkinci olarak öğrenciler gibi ben de kendime ‘Ne yapmalıyız’ diye soruyorum. Ama ben ‘biz’ diyerek, Avrupa’yı, Batı’yı ve her yerdeki liberal zihniyetteki insanları kastediyorum. Referandum sonucu çantada keklik değil. Anketler çoğunluğun az farkla evet dediğini gösteriyor, yani ‘çekingen Brexitçiler’, çekingen Trumpçılar’ gibi ‘çekingen hayırcılar’ olabilir. Dolayısıyla hem uluslararası hem de yerel seçim gözlemcilerinin büyük sayıda bulunması yaşamsal önemde. Ya Avrupa ve Amerika’dan daha fazla kaldıraç güç nerede? Türk dostlarım bu yüzyılın başında Türkiye’nin güya ‘yumuşak İslamcı’ hükümetiyle AB’ye katılabileceğine inanılan ve AB’nin de Türkiye’yi almakta ciddi gözüktüğü o altın çağı acı dolu nostaljiyle hatırlıyor. Hepsi tümden gitti, bitti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel genel seçimler öncesi sığınmacı akışının yeniden başlamaması için Erdoğan’a bağımlı hissediyor, Fransa kendi seçim derdinde, Brexit derdindeki Britanya Başbakanı Theresa May, Trump’tan Erdoğan’a ve Hindistan lideri Modi’ye dek satıcı gibi dolaşırken özgürlüklerle ilgili tek kelime bile etmiyor. Trump’ın yürüyen antitezi olduğu değerler adına sesini yükselteceğini ummak için deli olmak gerek.
Dünyanın tüm üniversiteleri
Öteki Türkiye’ye yardım etmek için bir şey yapacaksak bunu kendi kendimize yapmak zorundayız. AB, ABD ve diğer hükümetler olur da baskı yapsa bile bu Türkiye siyasetinin yönünü değiştireceğe benzemiyor. Ama bazen daha az hırs bürümüş, daha alt düzey müdahaleler işe yarar. Moral bozucu olsa da Sovyetler Birliği’ndeki muhalifler için yapageldiğimiz şeylere geri dönmek zorundayız, geldiğimiz nokta bu. Öyleyse dünyadaki üniversiteler tanıdıkları akademisyenler ve kurumlar adına müdahale etmeli. Akademiler akademilere, düşünce kuruluşları düşünce kuruluşlarına, tiyatrolar tiyatrolara ortaklık ve destek sunmalı. İstanbul’da duyduğum en moral bozucu şeylerden biri, ülkeyi giderek daha az sayıda yabancı akademisyen, yazar, gazeteci ve sanatçının ziyaret ediyor oluşuydu. Meslektaşlarımız kendini dünyayla bağlantısı kesilmiş hissediyor. Elimizden her geldiğinde gitmeliyiz, dinlemeliyiz, haber yapmalıyız ve yüksek sesle konuşmalıyız. İnsan hakları örgütleri ezilen birey ve gruplar için seslerini çok daha fazla yükseltmeli. Bu dayanışma eylemlerinin bazılarını Twitter’da #FreeTurkey- Journalists etiketinden ve freeturkeyjournalists. com adresinden takip etmek mümkün. Tek tek gazete ve dergiler de Türkiye’deki köşeye sıkışmış muadillerine uluslararası spot ışığı tutarak destek olabilir. Hükümetlerimizin büyük adımlar atmadığı yerde bizim küçük adımlar atmamız her zamankinden daha önemli. Erdoğan vidaları sıkıştırırken şimdi yurttaşlar arası dayanışma zamanıdır.